Babam rahmetli Celal Koldaş, Manisa Ortaokulu 1932 mezunu olmalıydı, ben öyle anımsıyorum. Kırkağaç'ta bitirdiği ilkokuldan sonra zorunlu olarak Manisa'ya gitmiş ve orada yatılı olarak okumuştu. Öylesine hoşlanmış olmalı ki yatılı okulun güzel özelliklerini anlatmakla bitiremezdi. Peki, başarılı olmasına karşın liseye neden gitmemiş olabilirdi? Onun yanıtını da almıştık, o tarihlerde Manisa'da lise yoktu, İzmir'de okuması için de ailesinin gücü bulunmuyordu.

Ben, 1951 yılında Bayındır'da ortaokula kayıt olduğumda okulumuz eğitim hayatına katkıda bulunmaya başlayalı henüz 3 yıl olmalıydı. Ne güzel anılardır onlar. O zamanların Bayındır'ı 10.000 nüfuslu tarım sanayiine dayanan ekonomik gücü yüksek bir ilçemizdi. Elbette; Tire ve Ödemiş'le boy ölçüşemezdi ama Torbalı'dan- Dünya hali Torbalı şimdi galiba 175.000 nüfusludur, Bayındır ise malum- sabahın erken saatlerinde hareket eden tek kabinli otoray oradan aldığı ve yoldaki köy duraklarından topladığı ortaokul öğrencilerini bizim okulumuz için istasyonda bırakır sanat okulu için Tire'ye gidecekleri de alarak yoluna devam ederdi.

Babam rahmetli; benim okula başladığımda mezuniyetinden bu yana geçen 19 yıla karşın aldığı eğitimin kuvvetli oluşundan sanırım birçok konuda bana yardımcı olmuştu. Bizler de ortaokulumuzda değişik öğretmenlerimizin aldığımız bilgilerle değişik liselerde başarılı olmuştuk.

***

13 Eylül tarihli bir İstanbul gazetesinin 13. ve 14. sayfalarında sanki önceden planlanmış gibi ard arda iki haber başlığını görünce aklıma neler geldi, neler! İzninizle onları da şuracığa sıkıştırıvereyim.

"Sürücü kurslarına kota" ve "Hamburgerci açar gibi okul açmak cinayettir."

Sonuçta ve en sonunda yetkililerin akılları başlarına gelmiş olabilir. 1950 ile 1960 yılları arasında eğitim dünyamızın en büyük hedeflerinden biri her ilçede bir ortaokul açılışı yapmaktı. Böylelikle kalite aranmaksızın sadece sayısal bir hedefi yakalamak eğitimin başarısı sayılır olmaktaydı. Sonraları hedef daha da büyümüş sayılabilir. Her ilde bir lise, olmadı bir lise olan yerlerde ikincisi ve üçüncüsü hatta daha fazlası.

Bu gelişmeler böylesine sürüp giderken ilçe ortaokulların çoğunda yönetici olarak belki bir müdür bulunmakla birlikte derslere çoğunlukla ilkokul öğretmenleri yanında kaymakam, hakim-savcı,  askerlik şubesi başkanı ve benzer devlet memurları girmekteydiler. Ama her şeye karşın yeni ortaokulların açılması sürdürülüyordu.

Elbette bunca ortaokul mezunları için yeni liseler açılmalıydı. Açıldı da. Açıldı, açıldı. Sonuçta neler oldu, tahmin edersiniz. 1960'ların ortalarında bu kere mahalle aralarında bile özel yüksekokullar furyası yaşanmaya başlandı. Elbette; ne olacaktı ki? Onca liseden mezun olan onca öğrenci nerelere gidecekti? O günlerdeki bu furya, bu özel okulların kapatılıp üniversitelere bağlanmasıyla bir ölçüde durdurulabildi.  

İş döndü dolaştı üniversitelerin üzerine yıkıldı. Önce kontenjanlar yükseltildi, elbette o da yetmeyecekti. Neler mi oldu? Bir yandan vakıf üniversiteleri açılıyor bir yanda her ilde yeni devlet üniversiteleri kurulmaktaydı.

Varsın; dünyadaki üniversiteler arası başarı sıralamasında ilk 500'e ülkemizden yalnızca İKİ üniversite girebilsin, ne gam adları bile garip sayılabilecek 200'ü aşkın üniversitemiz var ya! Varsın; tek profesörlü, tek doçentli ve bir-iki doktoralı öğretim kadrolarıyla eğitim yapıldığını sansınlar. Üstelik o fakültelerin çoğu ilahiyat fakültesi ve hocalarının çoğu da "İntihal" özürleriyle tescilli.  

İşte bu ortamda orta eğitimin durumu bir trajedi konumundadır bana kalırsa. Üniversite giriş sınavlarında 0 (SIFIR) puan alanları mı ararsınız, matematikte (-) eksilerde dolaşanlara mı bakarsınız. Büyük konuşmayayım ama bir dilekçe yazmada bile sorun yaşayabilecek nice gençleri biliyorum. Bütün bir gün "Cep telefonu Türkçesiyle" yatıp kalkan nicesinin (tamam) kelimesini (tmm) diye yazdığını bilmiyor muyuz?

Elbette bıçak kemiğe dayanacaktır. Kurs sayısına kota koymaktan başlayıp yeni okul açmayı hamburgerci açmaya benzeten yetkililere kadar gerçekler su yüzüne çıkacaktır. Çıktı da, işte böyle!
Esenlikle kalınız...  

Not: Geçen haftadaki yazımın son paragrafının birinci cümlesinin sonundaki "Alman düşünür Alexander Baumgarten" ismi bir redaksiyon hatası olarak Alexander Hyperlink olarak çıkmıştır. Düzeltiyorum.