Ali Budak- Dünyada 10'uncu büyük ekonomi iddiasını gerçekleştirmek için katma değeri yüksek teknolojik üretimin şart olduğunu belirten Prof. Dr. Uysal, 'Bul kanser ilacını istersen bütün çimento fabrikalarını ya da çevreyi kirleten fabrikalarını kapat. Sürekli gündeme geliyor bor'umuz var ama işleme teknolojin yok. Bandırma limanından her gün 5 liraya satıyorsun ama 50 liraya geri alıyorsun. Teknoloji üretmeliyiz. İddialarımızı hayata geçirmek ve başarılı olmak için öncelikle eğitim sistemimizi değiştirmeliyiz. Ya iddianı değiştireceksin ya da eğitim sistemini. Kayıt dışı bitirildi, yatırımcı geldi ama sonrasında da eğitimi düzeltmeliyiz. Temel bilimlerde gelişmeden teknoloji üretemezsin' dedi.

'Türkiye'nin hedefi dünyanın 10 büyük ekonomisi içinde yer almak ise ekonomik ve toplumsal sorunları doğru ekiplerin geliştireceği bilimsel, sistematik yaklaşımlarla 5 yıl içerisinde büyük çözümler üretebiliriz' diyen DEÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Uysal ile endüstri 4.0'ı, vergi sistemindeki adaletsizliği, eğitim sistemindeki sorunları ve hedefe ulaşılması için çözüm önerilerini konuştuk.

*Açıklanan 2'nci çeyrek büyüme rakamlarına göre Türkiye yüzde 5.1 büyüdü. Ancak yaşanılan büyümenin vatandaşın cebine ya da işsizlik rakamlarına yansımadığı eleştirileri getiriliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Büyüme, üretim ve harcamalar olmak üzere hesaplanır. Üretime ise tarım, sanayi, hizmetler sektörü penceresinden bakıyoruz. 2'nci çeyrekteki büyümeye baktığımızda ise uzun zamandır olmayan dengeli bir büyümeyle karşılaştık. Tarım, sanayi, hizmetler ve inşaat sektöründe birbirine yakın büyümelerin çıkması çok önemliydi. Bu rakamlara üretim yönünden baktığımızda dengeli büyüme görünüyor. Türkiye uzun zamandır inşaat sektörüyle büyüyordu ama bu dönem tarım, sanayi ve hizmetler sektörü de büyüdü. Harcama yönünden bakıldığında ise kamu harcamalarında gerilemeyi görüyoruz. Çünkü ilk çeyrekte referandum dolayısıyla bütçe açığı büyümüştü. Türkiye ekonomisinin şu anda en büyük ekonomik göstergesi; bütçe çıpasıdır. Şu andaki tek çıpamız da bu zaten. Son dönemde de hükümet baktı dengeler bozuluyor, frene bastı ve kamu harcamalarını azalttı. Ancak özel tüketim arttı. Çünkü vatandaş tüketmeyi sürdürüyor. Yatırımlara baktığımızda ise yüzde 9 büyüdüğünü düşündüm. İşte olay burada başlıyor. Çünkü büyümenin asıl göstergesi makine teçhizattır. Çünkü hiçbir girişimci ya da üretici kullanmayacağı, istihdama giremeyeceği makineyi satın almaz. Makine teçhizat yatırımları yüzde 8,6 azalırken, inşaat yatırımları yüzde 25 oranında arttı. Yatırım olarak artanın inşaat olması ise gelecek açısından risk anlamına geliyor. Çünkü büyümenin sürdürülebilirliği açısından sorun taşır.

*Yatırım harcamalarının niteliğinin değiştiğine dikkat çekiyorsunuz. Peki, bu değişikliğin büyümenin sürdürülebilirliği açısından taşıdığı sorunlar nedir?

Evet, yatırım harcamaları arttı ama niteliği bozuldu. Çünkü makine teçhizat harcaması geriledi. Geriye de ithalat-ihracat kaldı. İthalatımız artarken, ihracatımız daha fazla arttı. Arttığı için de ekonomimiz ihracat yönünden gelen büyümeyle büyüdü. Sürekli olarak ekonominin çift kanatlı büyümesi gerektiğini savunuyorum. Hem iç talep hem de dış talep sürekli canlı olursa ekonomi sürekli büyür. O nedenle ikisi bir arada olmalı. Rakamlara baktığımızda bunu da görüyoruz. 2'inci çeyrekte mal ve hizmet ihracatımız da arttı. Bu artışı 2016 yılıyla aynı dönemle kıyasladığımda ise kurlardaki artıştan dolayı bu artışlın yaşandığı ortaya çıkıyor. Bu yaşanan yüzde 20 artışın nedeni de budur. Türkiye'nin 2 taraflı büyümesi için de kurları belli bir düzeyde tutmasının gerekli olduğu bir kez daha görüldü.


'Yatırımcı önünü görmüyor'


*Çift taraflı büyümek için kurları belli düzeyde tutmak gerekiyor. Ancak FED'in öngörülen politikalarına bakıldığında bu mümkün görünmüyor. Bu durumda yatırımcının yatırım yapacağını söyleyebilir miyiz?

Türkiye, çift taraflı büyümesi gerekiyorsa kurları belli düzeyde tutması gerekir. Ülkemdeki enflasyon yüzde 10, Amerika'da yüzde 2. O zaman Türkiye'de doların değerinin yüzde 8 artması lazım. Örneğin, 100 liralık mal bende yüzde 10 enflasyondan dolayı 110 lira iken, Amerika'da 102 dolar oldu. Malım yüzde 10 pahalandı ama Amerika'da yüzde 2  pahalandığı için ona malım pahalı gelecek. İçerdeki mal yüzde 10 artarken, ithal mal yüzde 2 arttığı için ithal mal daha da cazip hale gelecek. İthalat artarken, ihracat azalacak ve dış ticaret açığı, cari açık ve dış borç da artmış olacak. O nedenle enflasyon oranımıza göre iş yaptığımız ülkelerin enflasyon oranlarına göre para birimimizin değer kazanması/kaybetmesi gerekir. ABD merkez bankası faizleri arttıracak. Sonra da kriz döneminde bastığı çok parayı öncelik olarak aylık 10 milyar dolar sonrasında ise arttırarak aylık 50 milyar dolara kadar çıkaracağını belirtti. Enflasyonun artmaması için bunu yapacağını ve hatta 2018'de 3 kez daha faiz artırımına gideceğini söyledi. Amerika dünyaya pompaladığı dolarların bir kısmını geri çekecek. Faizini arttırdığı dolar ise pahalılaşacak. Dünyada kolay borçlanan, sıcak parayla çarklarını döndüren ülkeler daha az ve daha pahalı dolar bulacak. Girişimcisin ve 5 yıl vadeli makine alacaksın. Makineyi tabii dışarıdan alacaksın. Örneğin, 5 milyon dolarlık makine aldın ve yılda 1 milyon dolar ödeyeceksin. Yani şu an için yılda 3,5 milyon lira olarak ödeyeceksin. Dünyada dolar azalıp, değeri artarsa makine maliyetim de artacak. O nedenle de üretime yatırım azalıyor. Çünkü bir yatırımcı olarak önümü görmüyorum.

*FED'in politikaları öngördüğünüz gibi olduğunda bu durum Türkiye'de ne değişimlere yol açacak?

Geçen senenin Ağustos ayına göre ticari krediler yüzde 25, tüketici kredileri ise yüzde 19 büyüdü. Kredi kartları ise yüzde 7 büyüdü. Bunların büyümesi ise borçlandığımızı gösteriyor. Döviz kurlarında artış olursa ithal mallar direkt pahalılaşacak. En başta benzin ve mazot fiyatları yükselecek. Bu pahalılaşınca zam ve hizmet de zamlanacak. Bu da enflasyonu arttıracak. Enflasyon artınca faizler artacak. ABD'nin politikaları ve dünyadaki likit daralması sonucunda kurlarda bir artış olursa, kurlar enflasyonu arttırır, enflasyon ise faizleri arttırır. Faizler artınca da kredi talebi düşer. Kredi talebi düşünce ise büyüme yavaşlar. Dışarıdan olumlu rüzgârlar gelmiyor, Avrupa hala yavaş, Ortadoğu'da yaşananlar derken sürekli bir belirsizlik var. Bu süreçte sürdürülebilir büyümemiz için hem iç hem de dış talebi arttıracak bir şeyler yapmalıyız. İç talebi arttırmak için enflasyonu aşağı çekmeliyiz. En önemli sorunumuz enflasyon. Enflasyon yüzde 2'ye çekildiğinde otomatik olarak kredi faizleri de aşağıya çekilecek. O nedenle sürdürülebilir ve kalıcı büyüme için enflasyonla mücadele etmek zorundayız.

*Türkiye'nin sadece kalıcı büyümesi yeterli olacak mı? Bunun yanında kalkınmaya da ihtiyacımız var mı?

Büyüme tamamen sayısal bir şey. Türkiye'nin büyümenin yanında kalkınmaya tabii ki ihtiyacı var. Üretim artışının yanında niteliksel artışa ihtiyaç var. Yani ortalama eğitim süresinin artması, kadının toplumsal yaşamdaki yerinin artması, yere tüküren insan sayısının azalması, arabasından sigarasını ormanın içine atanın azalması, hukuk sisteminin işlevsel olması ve davaların kısa sürmesi, öğretmen ve öğrencinin niteliğinin artması, üniversitelerin işlevinin artması vb. lazım. Yani hepimize düşen görevler var. Büyüme, yeni doğan bir çocuğun boyunun ve kilosunun artması demek. Kalkınma ise boy ve kilonun yanında iletişim becerilerinin artması, aklını kullanma kapasitesinin artması demektir. Türkiye'nin nicelin yanı sıra nitel gelişmeye ihtiyacı var.


'Türkiye'de vergi sistemi çok adaletsiz'


*Bu büyümenin adil ilerlediğini söyleyebilir miyiz? Ülkede dolaylı vergi oranları daha yüksek. Bu konuda artık bir değişiklik yapılması gerekmiyor mu?

Türkiye'de vergi sistemi çok adaletsizdir. Bunu Maliye Bakanı dahil herkes söylüyor. Her yüz liralık verginin 70 lirası dolaylı vergiden geliyor. Ne demek dolaylı vergi; ÖTV, KDV. Bu da şu demek oluyor. Aylık maaşı 10 bin lira olan ile asgari ücret alan herkesten aynı vergiyi almak demek oluyor. Bu son derece adaletsiz bir sistemdir. Dünyada da bu sistem tersine işliyor. Gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi gibi doğrudan vergilerin ağırlıklı olması gerekir. Bunu yapmak için de kayıt dışı ekonominin sınırlandırılması gerekir. Türkiye vergi gelirini arttıracaksa kayıt dışı ekonomiyi engellemek zorundadır. Bunu engellemenin yolu ise nakit paranın ortadan kaldırılmasından geçer. Her şey elektronik ortama taşınırsa ülkede rüşvet ve kara para da kalmaz. Bu konuyla ilgili proje de yazdım. Ama henüz bir cevap gelmedi. Şu anda bu mümkün. Örneğin, kamuda çalışanlar bütün harcamalarını kart üzerinden yapsın. 10 lira geliri olan 15 lira harcayamaz. Bu da ortadaki sorunu kaldırır. Kayıt dışılığın bitmesi şart.

*Temel sorun da burada başlamıyor mu? Dünya Endüstri 4.0'ı konuşuyor. Katma değeri yüksek teknolojik ürünler üretmek zorundayız. Türkiye'nin iddiası en büyük 10 ekonomi arasında yer almak. Ancak bunun için yapılanların yeterli olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu toplum tarih boyunca iddialı bir toplum olmuş. Şimdi de 10'uncu büyük ekonomi iddiamız var. Olabilmemiz için üretmemiz şart. Ama bu üretimi de bilimsel ve teknolojik ürünlerle yapacağız. Öyle bir cihaz üret ki içine girenin bütün rahatsızlıklarını tespit etsin. Ya da bul kanser ilacını, istersen bütün çimento fabrikalarını ya da çevreyi kirleten fabrikalarını kapat. Sürekli gündeme geliyor, bor'umuz var ama işleme teknolojin yok. Bandırma limanından her gün 5 liraya satıyorsun ama 50 liraya geri alıyorsun. Teknoloji üretmeliyiz. İddialarımızı hayata geçirmek ve başarılı olmak için öncelikle eğitim sistemimizi değiştirmeliyiz. Ya iddianı değiştireceksin ya da eğitim sistemini. Temel bilimlerde gelişmeden teknoloji üretemezsin. Diyelim ki kayıt dışı bitirildi, yatırımcı geldi ama sonrasında da eğitimi düzeltmeliyiz. Dünyada bilim ve teknoloji gerekiyor.

*Peki, bu söylediklerinizin olması Türkiye'nin küresel rekabette başarılı olmasını sağlayabilecek mi?

Bunlar tabii ki yetmiyor. Küresel rekabet sıralamasında 53'üncü sıradayız ama ilk 10'a girmek istiyoruz. Bunu nasıl yapacaksın? Daha markan yok. Üzerinde Made in Turkey yazan teknolojin yok. Cep telefonun yok. Tıbbi teşhis cihazın yok. Cep telefonundan kalp atışın ve soluk alış verişin sayılıyor. Şu anda bir telefon 4 ton buğday ediyor. Telefon yüz gram iken 40 bin gram buğdaydan bahsediyoruz. Yani 1'e 40 bin eşit. Bunu üretmeliyiz. Bunu üretecek insan gerekiyor. Bunu üretecek insanın aklının özgür, eleştirel ve sorgulayan olması lazım. İşte sanayi 4.0 gerçeği de burada başlıyor. Sanayi 4.0'a geçmek için çalışanların da geçmiş olması gerek. Peki, bu nasıl olacak? Çalışanları yani vatandaşlarını sanayi 4.0'a kim hazırlayacak? Eğitim hazırlayacak. Hazırlıyor mu? Hayır. Bu eğitim sistemi değişmek zorunda. İdeolojik düşüncelerinden sıyrılmış, alanında uzman insanlar belirlenecek ve belirlenen siyaset üstü bu kurul eğitim modeli hazırlayacak. Dünyayı araştıracak ama toplumsal yapımıza uygun olan bulunacak ya da yapılacak. Bilgi üretmemiz için bir reçete hazırlanacak. Ortak akılla geleceğe odaklanmış bir eğitim sistemi kurulacak.


'Özgürce düşünen bireylere ihtiyaç var'


*'Ortak akılla geleceğe odaklanmış bir eğitim sistemi kurulacak' diyorsunuz bu nasıl olacak?

En temelinde özgürce düşünebilen bireylere ihtiyaç var. Bunu ise aile, eğitim sistemi yani öğretmenler yapacak. Yetkim olsa ilk yapacağım şey öğretmen yetiştirme sistemini değiştirmek olur. Öğretmen olacak bireylerin okuma-yazmayı seven, diksiyonu düzgün, özgür-yaratıcı düşünen, heyecanlı ve idealist olanlar diğerlerinden ayrılacak. Bu insanlara özel eğitim verilecek. Bu bireyler öğretmen yetiştirme lisesine alınacak. Devlet burs verecek. Eğitim fakültesine geçerken tekrar sınava tabi tutulacak ancak alanında uzman kişilerden oluşan siyaset üstü bir kurul oluşturulacak.  Devlet bütün eğitim süreçlerini burslarla karşılayacak. Üniversitede öğrenci iken yavaş yavaş stajyer öğrenci olarak tecrübeli öğretmenlerle derslere girecek. Okul bittikten sonra da direkt atanacak. Tekrar sınava gerek bile yok. Çünkü 8 yıldır kontrolüm altında. Para derdi olmayacak. Öğrencilerine en iyi şekilde eğitim verecek ama özel yeteneği olan öğrencileri de belirleyecek. Bütün alanlardaki özel yetenekli öğrenciler ayrılacak.

*Peki, ekonomi düzeldi, eğitim de düzeldi diyelim, bu sefer de hukuk sisteminin düzgün işlemesi gerekmiyor mu?

Bu masanın ekonomi olduğunu düşünelim. Üzerinde üretim, ticaret, ihracat vb. bir sürü şey yapılıyor. İşte hukuk da bunu çevreler. Oyunun kuralları bunlar ve burada oynayacaksınız. Kurallara uymazsanız da yaptırımları şunlar olur. Bir çekin tahsilat süreci 2-3 sene sürüyorsa, bitti, olmaz. Konuşmaya gerek yok. E-ticaret gelişirken hukuk sistemini o gelişmeye göre geliştiremiyorsan yine sıkıntı var demektir. Tüketici internetten elbise alıyor ama salatalık çıkıyor. Onu yapana bunu yapmayı aklına bile getiremeyeceği bir yaptırım süreci oluşturmalısın. Suç-ceza arasındaki orantıyı da çok iyi sağlaman gerekiyor. Kısacası yeni dünya koşullarına uyacaksın. Dolayısıyla ekonomi, eğitim ve hukuk bir bütündür. Biri eksikse diğerleri de işe yaramaz. O nedenle Türkiye'nin bütünsel olarak yeniden yapılanmaya ihtiyacı var. Eğer bu olmazsa isteklerinizden vazgeçeceksiniz. Dünyanın ilk 10'unda olup da demokratik olmayan (Çin hariç) bir ülke gösterebilir misiniz? Özgürce düşünmesi için demokratik ortam olmak zorunda. Demokratik bir alan oluşturulmadıysa çocuk özgürce düşünemez. Ekmek ve su kadar demokrasi ve özgürlük de önemli. Aklın özgür olmasıyla gelişen eleştirel düşünme toplumu ileriye taşır. Sorgulayan akıl gerekiyor. Bir yanlış varsa onu kimin yaptığının önemi olmadan yanlış yaptığını söylenebilmeli. Bu muhtar ya da bakan fark etmez. Yanlış yaptıysa yanlış olduğunu söylemeliyiz. Yanlış olduğu söylenecek ki daha iyisi yapılabilsin. Eleştirel akıl için özgür akıl lazım. Özgür akıl içinse demokratik ortama ihtiyaç var.


'Miras olarak borç bırakacağız'


*Türkiye ekonomisi tüket-tüket anlayışıyla ilerliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Ağustos ayı sonu itibariyle vatandaşın bankalardan kullandığı konut, ihtiyaç, taşıt kredisi vb. yanında kredi kartı borçlarının tamamı 465 milyar lira. 2004 yılında vatandaşların bankalara olan borcu 26,4 milyar lira iken 2016 sonunda 419 milyar lira oldu. Vatandaşın borcu 12 yılda 16 kat artmış. Her yıl 1 kattan fazla artıyor. Bu hesaplamayı 2004 yılının sonundan 2017 Ağustos sonu itibaren yaptığımızda ise 18 kat olduğunu görüyoruz. Tüketici kredileri 13 yılda 18 kat arttı. Borçlanıyoruz yani geleceği tüketiyoruz. Çocuklarımıza borç bırakıyoruz. Eskiden miras olarak varlık bırakıyorduk bundan sonra borç bırakacağız. Böyle giderse ilerde reddi miras davalarında artış olacağını tahmin ediyorum. Buradaki temel sorun ise medya oluyor. Kapitalizmin en ileri karakolunun Hollywood olduğuna inanıyorum.

 

'Kara saban çalışmayı bırakmalıyız'


Ekşi Sözlük'ü kuran çocuklar bu işi Amerika'da yapsaydı şimdi başka boyutlarda olacaklardı diyen Uysal, şunları söyledi: Genç kuşak elektronik dünyasına yöneliyor. İşte yetenekli olanlarını bul ve destekle. Üretemezse ya da bir fikir geliştiremeyecek diye düşünmeyeceksin. Düşün, şu anda Facebook'un değeri bilinmiyor. Katma değeri yüksek ürünü bizim insanımız yapacak. Bunu yapması için de çağın gereklerine uygun eğitimi alan, uzman kişilerin uygun kişilere eğitim verdiği bir ülke olmalıyız. Bir şirket olduğunu düşün, en çok verimi nasıl alırsın? Çalışanına yapabileceği, yeteneğine uygun ve mutlu olacağı işi vererek. Her işi yaparım diyen insan aslında hiçbir iş yapamaz! Kara saban çalışmayı bırakmalıyız. Herkes yeteneğine göre iş yapacak. Ama bu işler değerli ya da değersiz diye ayrıma da yol açmayacak. Çalışanların yaptıkları iş ile topluma faydalı bir şeyler ürettiğini göstermeliyiz. Temizlik işçisinden üniversite hocasına kadar insanların ne olursa olsun yaptıklarıyla mutlu olması sağlanmalı. Çalışanların yaşadığı topluma bir şeyler kattığını düşünmesi gerekiyor. Bir sürü mesleği küçük gör sonra da o mesleğin seçilmesini bekle. Herkes masa başında çalışıp, çok para kazanacağı iş arıyor. Ama öyle bir dünya yok. Türkiye'nin hedefi dünyanın 10 büyük ekonomisi içinde yer almak ise; ekonomik ve toplumsal sorunları doğru ekiplerin geliştireceği bilimsel, sistematik yaklaşımlarla 5 yıl içerisinde büyük çözümler üretebiliriz. Hedefimiz bu ise çözümü de budur. Sorunlarımız var ama çareleri de var. Sorunların çözümü için de sistematik çalışmak zorundayız.