Ali Budak- Türkiye'de seçimden sonra ciddi bir kemer sıkma politikasının izlenmesi gerekeceğine dikkat çeken Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Prof. Dr. Yaşar Uysal, 'Yerel seçimler nedeniyle bu ötelenebilir belki. Zira bütçe açığı ve cari açık tehlikeli düzeylere ulaştı. Büyük firmalar borçlarını yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Ekonomi politikalarında dünde yapılan hatalar veya atılmayan adımlar nedeniyle Türkiye'de işler çok iyiye gitmiyor ve görünen o ki bizleri daha zor günler bekliyor. Sorunların hukuk sistemi, eğitim sistemi gibi ekonomi dışı boyutlardan da besleniyor olması Türkiye'nin 'çoklu sıkışmışlık'tan kurtulması ve yeniden yapılanması için yeni bir hikâyeye değil yeni ve oldukça kalın bir romana ihtiyacı var' dedi. Türkiye'nin bu yıl içerisinde ödemesi/çevirmesi gereken dış kaynaklı yaklaşık 210 milyar dolar açığı/borcu olduğunu ve bunun dışında ekonominin içsel dinamiklerine bağlı olarak ciddi anlamda sıkıştığına vurgu yapan Prof. Dr. Yaşar Uysal ile Türkiye'nin borcunu ödeyip ödeyemeyeceğini, ekonomideki sıkışmışlıktan kurtulmak için yapılması gerekenleri, seçimlerin erkene alınmasında sıkışan ekonominin etkilerini ve çıkış yollarının neler olduğunu konuştuk.

 

*Türkiye, 24 Haziran'da erken seçime gidiyor. Bunun nedeni olarak da ekonomik kriz riskinin artması gösteriliyor. Ekonomistlere göre de böyle bir krizin 2001'de yaşanılandan farklı ve daha zor olacağı belirtiliyor. 2001 sürecini ve mevcut durumu değerlendirebilir misiniz?

Türkiye'nin neredeyse 7-8 yılda bir yaşadığı (1980, 1988, 1994, 2001, 2009 gibi) krizlerin büyük bir bölümü dış açıklar ve dış kaynak ihtiyacından kaynaklanmıştır. 1989 yılından 32 Sayılı karar ile sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasının sonrasında yaşanan krizlerde ise 'yüksek enflasyon-yüksek faiz-bol sıcak para girişi-düşük reel kur-artan dış açıklar-yanlış veya geciken önlemler-sıcak para çıkışı-kurlarda yüksek oranlı artış-finansal/reel kriz' zincirinin varlığı belirgin olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu zincirin arkasındaki yapısal sorunların 30 yıldır ve hala aşılamamış olması ise üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur.

Türkiye ekonomisi; 2001 krizinden sonra önce siyasi istikrarın sağlanması ve küresel likitide bolluğu sonucunda, tüketime dayalı ve inşaat çekişli bir büyüme yaşadı. Bu süreç ise 2010-11 yıllarında tıkandı. Tıkanma nedeni ise Türkiye'nin çok yüksek oranda cari açıklar daha kolay anlaşılabilir tanımıyla döviz açığı vermesiydi. 2000'li yıllarda Türkiye'de faizlerin yüksekliği ve dünyada, özellikle rekor düzeylere çıkan petrol fiyatları nedeniyle, likiditenin (paranın) bol olması sonucu ülkemize adeta oluk oluk sıcak para geldi. Türkiye'ye milyarlarca dolarlık sıcak para girişi nedeniyle ülkede dövizin bollaşması sonucu döviz ucuzladı ve rekor düzeylerde cari açık oluştu. Nitekim, 2002 yılında 1,5 lira olan dolar 2008 yılında 1,3 TL'ye kadar düştü. Bu şekilde kurların düşmesi sonucunda ise ithal mallar ucuzladı. Ülkedeki dünya geneline göre oldukça yüksek olan enflasyon yerli malları pahalılaştırırken, ucuz döviz ithal malları ucuzlattı. Bu süreçte, doğal olarak, ülke içinde ithal girdi ve ürün kullanmak cazip hale geldi. Böylece ithalat çok hızla artı ve dış ticaret açığı da rekor düzeylere ulaştı. Bu süreçte ihracat da arttı. Ancak bir taraftan ithalatın daha hızlı artması diğer taraftan da ihraç ürünlerindeki yerli katma değerin azalması dış ticaret açığını inanılmaz boyutlara getirdi. Örneğin sadece 2011 yılında verilen 105 milyar dolarlık dış ticaret açığı, 1980-1995 arasındaki 16 yılda verilen toplam dış ticaret açığından 10 milyar dolar daha fazla oldu. 2011 yılında, dış ticaret açığı (mal alışverişi açığı) 105 milyar dolara gelirken, cari açık (mal, hizmet, yatırım kazançları alışverişi açığı) 74 milyar dolarla Cumhuriyet tarihinin rekoruna ulaştı.
Bu süreçte Türkiye tüketim çekişli ve üretime uzun vadede katkısı olmayan inşaata odaklanarak büyüdü. Sadece sıcak para değil, özelleştirmeler yoluyla gelen doğrudan yabancı yatırımlar, 2003 yılında yabancılara arazi ve konut satışının izin verilmesi sonucu (ki bu da doğrudan yabancı yatırım sayılıyor) gelen kaynaklar, bankalar ve özel reel sektörün yüksek faizle TL kredisi yerine düşük faizle yurtdışından döviz kredisi kullanması sonucunda ilginç bir süreç yaşandı. Ülke bir taraftan cari açık (döviz açığı) veriyor, diğer taraftan da döviz rezervleri artıyordu. Adeta 'yokluk içinde bolluk' yaşanıyordu. Bunun sürdürülemez olduğu görmek için kahin olmaya gerek yok; taşıma suyla değirmen bir yere kadar döndürülebilirdi. Gelinen noktada ise ekonomi tıkanmıştı.

'Erken seçimin geldiği anlaşılıyordu'

*Ekonominin yeniden toparlanmaya başlaması ve yavaş büyümesinde siyasi olayların ve yaşanan olumsuz gelişmelerin etkisi oldu mu?

Yaşanan yavaş büyüme sürecinde yerel seçim, genel seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu. Bu arada 15 Temmuz 2016'da haince bir darbe girişimi oldu. Halkımızın sağduyusu ve darbe girişimine karşı canı pahasına duruşu ile siyasetçilerimizin demokrasi şemsiyesi altında buluşması, girişimi başarısız kıldı. Darbe girişimi sonrasında, kaçınılmaz olarak, yılın üçüncü çeyreğinde ekonomi binde 8 oranında küçüldü. Ancak Hükümetimizin önce genişletici maliye politikalarını, 2017 yılında da istihdam ve kredi desteklerini devreye alması ile ekonomi resesyona girmeden yeniden ve yüksek oranlı büyüme hızlarına ulaştı. Bu noktada 2017 yılı Nisan ayında yapılan ve Cumhurbaşkanlığı sisteminin oylandığı referandumun da genişletici politikalarda etkili olduğu söylenmelidir. Referandum sonrasında maliye politikalarında frene basıldı. Nitekim kamu tüketim harcamaları 2016 yılının dördüncü çeyreğinde yüzde 6,1, 2017 yılının ilk çeyreğinde yüzde 9 oranında büyürken, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 2,7 oranında geriledi. Ancak 2017 yılının 3. ve 4. çeyreğinde yeniden gaza basıldı ve bu harcamalarda büyüme yüzde 6,7 ve yüzde 7,4 oranında gerçekleşti. Ayrıca 2017 yılı sonunda devlet bütçesinin nakit açığı 53 milyar TL iken 83 milyar borçlanıldı. İşte o zaman erken seçim ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşündüm ve bunu da çeşitli konferanslarda ifade ettim. Çünkü ihtiyaçtan 30 milyar TL (yüzde 56 daha fazla) daha fazla borçlanmak için seçimlerin erkene alınabilecek olması iyi bir motivasyon olabilirdi.

*Türkiye ekonomisindeki bu sıkışmanın nedeni olarak daha çok tüketim ve inşaat çekişli büyümesini gösterebilir miyiz?

Türkiye'nin ekonomisi 2001 krizinden sonra bol küresel likidite ve ucuz dövize bağlı olarak daha çok tüketim ve inşaat çekişli büyüdüğü için sıkıştı. Daha net ifade etmek gerekirse Türkiye; ürettiği ile tükettiği uyumlu olmadığı ve ürettiğinden çok tükettiği için, dışarıdan borçlanarak tükettiği için, üretken reel yatırımları yeterince artıramadığı için, bilim ve teknoloji yoğunluklu ürün geliştiremediği için sıkıştı. Daha derine inerseniz de bu sorunların gerisinde; eğitim sisteminin geliştirilememesinin, insanlarına yeteneklerine göre meslek kazandırılamamasının bulunduğunu görürsünüz. Bu süreçte vatandaşın borcu inanılmaz derecede arttı. Vatandaş artık tüketimini çok fazla arttıramaz. Çünkü kredi limitlerinde sona yaklaşıldı. Nitekim 2004 senesinde vatandaşın bankalara 26 milyar lira olan tüketici kredisi borcu şu anda (Mart sonu) 497 milyar TL oldu. Şirketlerin 2004 yılında 71 milyar lira olan ticari kredi bugün 1,6 trilyon TL'ye yükseldi. Özel sektörün dış borcu 2004 yılında 64 milyar dolar iken 2017 yılı sonunda 316 milyar doları aştı. Devletin iç ve dış borçları da toplamda 2004 yılında 317 milyar TL iken 2017 sonun 876 milyar TL'ye ulaştı. Yani vatandaş bankalara gırtlağa kadar borçlu. Şirketlerimiz ise, içerdeki bankalara daha çok TL cinsinden dışarıdakilere ise döviz cinsinde borçlu. Devletin de inanılmaz bir iç borcu varken şimdi dış borçları da artıyor. Bir de önümüzde vadesi geldiği için çevrilmesi gereken borçlar ve olası cari açık için gereken 210 milyar dolara ihtiyaç var. Yabancılar vadesi gelen alacaklarının vadesini uzatmaz ve geri isterse Türkiye ekonomisi büyük bir sıkıntı yaşar. 210 milyar dolar borca karşı Merkez Bankası (MB)'nın rezervi 120 milyar dolar civarındadır.
 

'Konut yatırım aracı olmaktan çıktı'

*İnşaat sektörü bu krizden kurtulmak için Çin gibi konut fiyatlarında yüzde 50 indirime gidemez mi?

İnşaat sektöründe ciddi bir sıkıntı oluşacağı kesin ama çıkmak için o kadar indirim yapılması çok zor. Çünkü inşaat talebi ülkede çok fazla artınca arsa maliyetleri çoğu yerde yüzde 50'lere geldi. Yani müteahhit yaptığı yüz dairenin 50'sini arsa sahibine verirken geri kalanıyla da kar yapması gerekiyordu. Bu şartlarda konut fiyatlarının yüzde 50 aşağı çekilmesi ise zarar anlamına gelir ve müteahhitler batabilir. Tabii, müteahhit batmayı göze alıp, fiyatları aşağı çekebilir. Ancak piyasada böyle bir talep de yok. Şu anda ev almak isteyene bankalar yüzde 1,10-1,30 aralığında faiz uyguluyor. Bu da bileşikte 13-17 faize karşılık geliyor. Türkiye'de artık konut bir yatırım aracı olmaktan çıktı. Çünkü ülkede konut fazlası var. 'Konut alayım, kiraya veririm, sonra fiyatı artınca satarım' dönemi, bazı kentlerin sınırlı bazı bölgeleri dışında, büyük ölçüde bitti. Yatırım olarak alanlar da artık konutun yatırım aracı olmadığının farkında/bilincinde iken neden alsın? Bu nedenle inşaat sektörü ciddi bir sıkıntıya girecek gibi görünüyor. Bu sıkıntı fiyatları geriletebilir ama öyle yüzde 50'ler düzeyinde olması zor.
Şu anda yaklaşık 2 milyon kişi inşaat sektöründe çalışıyor. Sektör yavaşlayınca işten çıkarmalar olabilir. Bu kişilerin pazardan talebi (giyim, elektronik vb) azalınca, diğer sektörlerde yavaşlama ve işten çıkarmalar yaşanabilir. Dolayısıyla işsizlikte artış yaşanabilecektir.

*Sorunların hızla düzeleceğine ilişkin büyük bir heyecan ve ümit hissedilemiyor!

Bu seçim ekonomi açısından iyi gibi görünse de Türkiye'de değişen bir şey olmayacak. Seçimden sonra iktidarda var olan parti de gelse, başka biri de gelse yapılması gerekenler pek değişmeyecek gibi. Türkiye'nin ekonomi, adalet ya da eğitim sorunları çözülebilir. Ancak doğru ekip ve doğru planlama ile yapılabilir bu.

*Ekonomiyi bu sıkışmışlıktan kurtarmak ve olası bir krizi önlemek adına seçimden sonra ne yapılması gerekir?

Öncelikle seçimden sonra da aynı ekonomik politikalarla devam edilecekse seçime gitmenin bir anlamı yok. Gereksiz bir ekonomik yük oluştururuz. Ekonomide herhalde ciddi yapısal değişiklikler yapılma isteğiyle seçimin erkene alındığını düşünüyorum. Aslında iyi niyetli düşünüyorum. Yoksa Türkiye'de işler çok iyiye gitmiyor ve daha zor günler bekliyor. Türkiye'nin ekonomi, sosyal ve toplumsal hayattaki sıkışmışlıktan kurtulması ve değişimi için yeni bir hikâyeye değil yeni bir romana ihtiyacı var. Hem de ekonomi Nobel'i alabilecek bir romana...

Baskın seçim demokratik değil

*O zaman sıkışan ekonomi nedeniyle de erken seçime gidildi.

Evet, ekonomi sıkışmıştı. Kurlardaki artışlar, piyasa koşullarındaki faizlerdeki yükseliş, akaryakıt, doğalgaz zamları, oy açısından kritik bir gösterge olan işsizlikte yeniden artma trendinin söz konusu olması Hükümetin seçimi öne çekmesinde etkili olmuş gibi görünüyor. Çünkü Hükümet seçimlerin zamanında yapılması durumunda, ekonominin daha iyi koşullarda olamayacağını gördü. Ekonomi daha yavaş büyürken, işsizlik artacaktı. Zaten kurlar da oldukça yükseldi. Hükümetimiz, döviz ve faizde kontrolü elinden kaçırdığı ve ekonominin de daha da kötüleşmesini istemediği için erken seçime gitme kararı aldı gibi geliyor bana. Seçim belirsizliğini ortadan kaldırıp, acı reçeteleri hayata geçirmeyi düşündüğü ve önünde de 5 sene boyunca seçim kaygısı olmayacağını bildiği için seçime gidiliyor sanki. Bu kararın siyasi boyutunu bilemem ama ekonomi boyutu budur. Ekonomi açısından bakarsak, seçimin erkene alınması iyi.
Ancak OHAL'de propaganda nasıl yapılacak? Bu ülkemizin ve demokrasimizin dışarıdaki algısını olumsuz etkiliyor. Türkiye'de ekonomik açıdan olumlu gibi görünen erken seçim kararı politik ve sosyal açıdan sıkıntılıdır. Burada sorulması gereken soru 'neden adeta gümrükten mal kaçırırcasına bir seçim kararı alındığıdır?' Sanki muhalefet seçime yeterince hazırlanamasın isteniyor algısı oluşuyor. Bu demokrasinin ruhuna uygun bir durum değil. Zira de demokrasilerde seçimler adil ve centilmence olmalıdır. Ayrıca, iktidar partisinin elinde bütün devlet imkânları bulunuyor. Bunu kullanıp kullanmayacağını seçim sürecinde göreceğiz. Ancak önceki seçimler bu konuda iyimser olmayı güçleştiriyor.

İnşaattan alınan konutlar bitemeyebilir!

*Bu kadar artan borcun ilk belirtileri de Ülker ve Doğuş Grubu'nun yeniden yapılandırma istemesi değil miydi? Bu süreçte nasıl bir yol karşımıza çıkacak?

Vatandaşların önemli bir bölümünün 2018 yılındaki geliri enflasyondan daha az artacağı için tüketim artışı eskisi kadar olmayacak. Düşünsenize, ülkenin en büyük gruplarından ikisi (Doğuş ve Yıldız Grubu) yeniden yapılandırma istedi. Doğuş Holding İzmir'de yapılan İstinye Park'taki hisselerini sattı. Şu anda yukarıda yaşanan olumsuzluklar henüz vatandaşın hayatına inmedi. Vatandaşın hayatına inmeden seçim yapılmak isteniyor sanırım. Siz de iktidar partisi olsanız böyle davranırsınız. Siyasetin rasyonalitesi farklı. Bu kriz vatandaşın hayatına yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, yüksek faiz, artan işsizlik ve düşen gelir olarak yansıyacak gibi görünüyor. Mart ayında konut satışlarında yüzde 14 düşüş oldu. Neden, çünkü artık eskisi kadar konut satılamıyor. Neden satılamıyor? Çünkü talep belli bir doygunluğa ulaştı ve konut kredisi faizleri de yükseldi. Zaten inşaat sektöründe, şu anda 1 milyon dolayında satılamayan konut var. Çünkü konutlar lüks yapıldığı için fiyatları çok yüksek. Türkiye'de konuta orta ve alt gelir grubunun talebi varken üst gruba konut üretildi. Arz-talep uyuşmuyor. Konutlar da daha çok ithal malzemeyle yapıldığı için yüksek fiyata mal oldu. Şimdi de satamıyorlar. O nedenle inşaat sektöründe müteahhitler için ciddi sıkıntı var. Eskisi gibi ev satamıyorlar. Bu nedenle TV reklamlarının çoğu konutla ilgili. Bir süredir eş dosta 'yeni başlayan ya da bitmemiş konut alırken çok dikkatli olmak gerekiyor' diyorum. Çünkü o inşaat bitemeyebilir.

Seçimden sonra kemer sıkılacak

*Peki, seçimden sonra bir kriz ile karşılaşılırsa 2001'den ayıran özellikler ne olacak?

Seçimden sonra bir kriz yaşayıp yaşamayacağımızı öngörmek kolay değil. Zira ekonomi yönetimi önlemler alacaktır. Ayrıca 'kriz' kavramından anlaşılanlar konusunda farklı görüşler olabilir. Ancak, nasıl isterse öyle tanımlansın, ekonomide zorlu bir dönem bizi bekliyor. Bu zorlu dönemi 2001 krizinden ayıran 2 özellik olacaktır. Birincisi vatandaş, şirketler ve devletin çok borçlu olması diğeri ise dünyada artık paranın eskisi kadar bol olmamasıdır. Bu ikisi, olur da bir kriz yaşanırsa, 2001'den daha ağır geçmesine neden olacaktır. Ekonomide olumsuz gelişmeler yaşanırsa, böylesi bir süreçte Türkiye'yi bekleyen 2 farklı senaryodan bahsedilebilir. Biri kurların daha çok artması durumunda büyük bir finansal kriz yaşanması, diğeri ise 3-4 yıla yayılacak olan düşük büyüme, azalan dış açık ve yükselen işsizlik şeklindeki bileşimdir. Bunların farklı bir ifadesi Türkiye'nin olası bir krizi; sosyal ya da finansal kriz şeklinde yaşayabileceğidir.
Türkiye'de siyasetçilerin siyaseti yumuşatmaları ve ortak hareket edilebilmeleri gerekiyordu. Ama olmadı, yapılmadı. Konuşup, gelecek için ortak hareket edilemedi. Bu ortaklık olsaydı, MB de daha rahat hareket edebilecekti. Yani Ankara'dakiler olup bitecekleri çok daha iyi görüyor. Çünkü bütün rakamlar ellerinde. Artık bütçeyi ve para politikasını yeniden kurgulamak zorundalar. Yoksa bu enflasyonla Türkiye dünyada hiçbir yere gidemez. Türkiye'nin enflasyonu yüzde 11-12 iken faizler yüzde 15'ten aşağı olmaz. Yani 2001 koşullarına göre daha zor koşullardayız. Olası bir krizde en çok zararı vatandaş görecektir. Umarım gerekli tüm önlemler alınır ve bu arada küresel ekonomik iklim iyileşir de Türkiye bir kriz ortamına girmez.