Ali Budak- İzmir İli Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Muhasip Üyesi Halil Kalbak ile Türkiye'deki hayvancılık sektöründeki sorunları, alınması gereken tedbirleri, sektörün gelişmesi için yapılacakları, büyükbaştaki ırk sorunu ve ithalattaki sıkıntıları konuştuk.

 

Türkiye'de büyükbaş hayvanda yaşanan sorunların temelinde yatan nedir? Bu sorunun temelindeki neden olarak, devletin bir hayvancılık politikası olmamasını gösterebilir miyiz?  

Evet, öncelikle ülkemizin hayvan politikası yok. Hayvancılık politikamızın olmaması ise sektörde sürekli değişen bir süreci doğuruyor. Yani sütte bir sorun çıkıyor onun için önlem alıyoruz, ette sorunu oluyor, onu çözmek adına süt için beslediğimiz hayvanları bıçağa gönderiyoruz. Bunlar da hep geçici çözüm oluyor. Öncelikle Türkiye'de adı belirlenmiş olan ve gerekli altyapısının çalışmalarına başlanılan bir hayvancılık projesi olması gerekiyor. Bu olmadığı için de sürekli bu şikâyetleri konuşuyoruz. Günlük politikalarla da maalesef bu iş olmuyor. Bu ise şikâyetleri sürekli arttırıyor. Türkiye'deki hayvancılığı geliştirmek adına ya da sorunu çözmek adına ithalatı öne çekiyoruz. Tamam, bu ithalatı yapıyoruz ama sadece bu da yeterli olmuyor. Öncelikle hayvancılığı 3'e ayırmak gerekiyor. Kurumsal firmalar, aile şirketleri ve merdiven altı işletmeleri... Bu 3 alanda fabrikalar bu süreci iyi yönetiyor. Irkı korumak için gereken bütün çalışmaları yapıyorlar. Ancak Türkiye'deki hayvancılık portföyü, 30 ile 100 sağmal arasında değişen hayvan sayısıyla aile şirketleridir. Süt de, et de bu aile işletmelerinden çıkıyor. Çünkü bu insanların tek geçim kaynağı hayvancılık oluyor. O nedenle de bu süreci devam ettirmek adına sürekli çalışıyorlar. Özellikle bu alana destek verilebilir. Çünkü ırkların bozulmaması ve mevcut ırkın daha da geliştirilmesi adına bu aile şirketlerine destek olunmalı. Maalesef baktığımızda ırkı koruyan ve ileriye dönük geliştirenler 100 firma içinde 5-10'u geçmiyor. Bu ırkları da 5 yıl sonra heba ediyoruz.

Peki, Türkiye koşullarında en çok verim alınan ırkın ortaya çıkarılması ve bu ırkın varlığını sürdürmesi açısından üreticiler ya da devlet tarafından bir şeyler yapılıyor mu?

Irkın gelişimi ve varlığını sürdürmesi noktasında ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Yani ülkede büyükbaşta mevcut standartları aşan bir ırk yok. Bir hekim olarak, sürekli işletme geziyoruz ve çok kötü tablolarla karşılaşıyoruz. 5 yıl önce en iyi süt veren ırkı kurmaya çalışmış ama 5 yıl sonra bunları kesime göndereceğim diyor. Irkın devamlılığı için bir girişimde bulunmuyor. Hayvancılığın gelişmemesinin önündeki en büyük engel de eğitim olarak karşımıza çıkıyor. İşletme sahibi ne kadar yatırım yapsa da 5 yıl sonra başka bir karar alıp süreci bitirebiliyor. Örneğin Türkiye'deki süt ortalaması 20 kilogram. Ancak bu dünyayla kıyaslandığında çok düşük. Bunu arttırmak için de ırk değişimine gitmek ve üreticileri bilinçlendirmek gerekiyor. İşte bu konuda da gerekli eğitimler veril(e)miyor. Zaten 1 milyon lirası olan biri ahırı yapıyor ve içine 100 hayvan koyarak hayvancılığa başlıyor. Canı sıkıldığında da hepsini satıyor ve sektörden çıkıyor. Bu kadar kolay olmamalı. Son derece önemli olan sektörde başlama ve bırakmanın bu kadar basit olmaması lazım. Belli standartlara kavuşturulması ve gerekli cezai yaptırımları olması gerekiyor. Bu olmadığı müddetçe hayvancılıkta yaşadığımız sorunlara çözüm üretemeyiz. Taksi plakası almak istediğinizde bile yaptırımları var. Gidip, devletten plaka alamazsınız. Ama hayvancılıkta parası olan herkes bu alana girip, yatırım yapabiliyor.

Devletin üreticilere yaptığı desteklemeler işe yarıyor mu? Özellikle süt fiyatlarını dünya ile kıyasladığımızda durum nedir?

Devlet sadece desteklemede bulunuyor. Üreticiler olarak, süt satış fiyatlarından aşırı şikayetçi değiliz. Çünkü dünya ortalamasıyla aramızda aşırı fiyat farkları yok. Bizdeki temel sorun, girdi maliyetlerinin kontrol edilememesinde. Bu maliyetler kontrol edildiğinde sıkıntımız da kalmayacak. Karlılık oranlarının düşük olma nedeni de girdi maliyetleri. Girdi maliyetleri arttıkça üretici üretimden vazgeçiyor. Devletin hayvancılıkta bir kuralı ya da çizgisi olmadığı için de bu alanda ciddi bir tedbir alınamıyor. Süreci de sanayici belirliyor.  

Son bir yılda süt ve süt ürünlerinde yüzde yüze varan artışlar oldu. Bu artışları sorduğumuzda girdi maliyetlerindeki artış gösteriliyor. Ancak sizin söylediğinize baktığımızda da üreticide böyle bir artış olmadığını görüyoruz. Bu sürecin asıl nedeni nedir?

Üretici tarafı olarak, süt ve süt ürünlerinde böyle bir fiyat artışı görmüyoruz. Yani bize yansıyan bir durum yok. Ülkede her şey arttı ve bu artış üreticileri de etkiledi. Hayvan fiyatlarında gerileme var ama fiyatlarda artış var. Sütte üretici tarafında fiyat gerilemesi varken marketlerde fiyat artışı yaşıyoruz. Bunun nedeni de arada bu işi yapanlardan kaynaklanıyor. Marketler de fiyatları yükseltiyor. Devlet fiyat politikasını belirlemeye çalıştı ancak başarılı olamadı yani bunu yasal olarak bir yaptırıma dönüştüremedi. Üreticiden sütün litresi 1,40 TL'ye alınıyor ama marketteki fiyatlar 2 katına çıkıyor. Bu noktada bir politika olması gerekiyor. Süt sanayi zarar ettiğinde fiyatları arttırıyor ama üreticinin zararı herhangi bir zam yapılmadığı için karşılanamıyor. Süt Konseyi'nin kararları da uygulanmıyor. Konseyde bir fiyat belirleniyor ancak sanayi kısmı buna uymuyor. Yine belirlenin altında süt satılıyor. Türkiye'de yemin yüzde 70'i ithal ediliyor ve mazotun fiyatı ortada. Ancak üreticiye bir destek verilmiyor. Üreticinin de maliyetleri sürekli artıyor ama üretici süt fiyatını arttıramıyor. Sanayici kendi zammını kendi yapabiliyor ama üretici yapamadığı için mecburen sanayiciye bağlı kalıyor. Bu da sektörde ciddi sıkıntılara yol açıyor.
 

Kooperatifler şirket gibi yönetiliyor

Özellikle ülkede hayvancılığın gelişmesi için kooperatifleşmenin desteklenmesi gerektiği ifade ediliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Türkiye'de kooperatifler şirket gibi yönetiliyor. Seçimle geliyorlar ama şirket gibi yönetiliyorlar. Tire Süt Kooperatifi'nin yönetiminde de bulunduğum için süreci yakından biliyorum. Seçimden bir ay önce kooperatif seçimden bir gün sonra şirket oluyor. Üreticilerin öncelikle gelişmeleri takip etmesi gerekiyor. Hollanda'daki hastalık bir gün sonra Türkiye'deki hayvanlarda görülebiliyor. Ancak bununla ilgili gerekli koruyucu önlemler ise bilinmiyor. Bu konuda dünyayı takip edemiyoruz. Bölgede hayvancılık konusunda da ciddi bilgi eksikliği var. Bu noktada da gerek devlet kurumları gerekse kooperatifler de yeterli bilgilendirmede bulunmuyor. Öncelikle bu konuda gerekli adımların atılması gerekiyor. Ancak Türkiye'deki kooperatiflerin genelindeki en büyük sorun üyelerin unutulması oluyor. Şirket mantığıyla yönetilmesi de üyelerin sorunlarına kalıcı çözüm geliştirilmesine engel oluyor.

Büyükbaş sayımız yeterli

Türkiye'de hayvancılık alanındaki sorunlara baktığımızda büyükbaş hayvan sayısında sorun olduğunu söyleyebilir miyiz? Hayvan sayısı yeterli midir?

Türkiye'deki büyükbaş hayvan sayısı yeterli. Ancak çok sayıda hayvandan az miktarda süt alındığı için sorun başlıyor. Yani süt alanında Türkiye genelinde verim ortalaması çok düşük. Bu noktada bölgeye uygun en yüksek oranda süt verecek ırkın oluşturulması ve bu ırkın korunması gerekiyor. Maalesef bu yapılamıyor. Farklı ülkelerde farklı politikalar görüyoruz. Özellikle Kanada'daki süt kotası bu anlamda çok iyi. Her gün için örneğin 5 ton kota belirleniyor ve daha fazla ya da daha az üretemiyorsun. Türkiye'de de aynısı olmalı. Belirli bir kota belirlenmeli. Türkiye'de hep 5 ton süt kotası olsa bu oran 250 hayvandan elde ederken ırkı geliştirip havan sayısını azaltmaya çalışırsın. Bu sayede üretici olarak maliyetin de düşer. Ancak ülkede kota durumu yok. Olmadığı için de hayvan başına 20 kilo süt ile daha çok hayvana bakman gerekiyor. Hayvandan para kazanmak için en düşük süt ortalaman 40'ın üzerinde olmalı. Türkiye'de ise bu rakamların yarısından bahsediyoruz. Bu konuda bilinçlenmek zorundayız. Bu bilincin dışında da bir devlet politikasının da olması gerekiyor. Artık dünya ne kadar az ve sağlıklı hayvandan ne kadar çok verim elde edilebileceğini düşünüyor. Toplum olarak hayvan sayısıyla övünmeyi bırakmalıyız. Kaliteyi hayvan sayısının çokluğuyla ölçemeyiz ve kaliteli olan pahalıdır algısını terk etmeliyiz. Türkiye'deki öncelikle bu algıların değişmesi gerekiyor. Türkiye'ye en uygun ve en verimli hayvanın genetiği araştırmalı ve ona göre hayvan ırkı oluşturmalıyız. Bu konuda da ciddi çalışma yapmalıyız.

Sığır yetiştiriciliğinde de özellikle ciddi boyutta çoban sorunu olduğuna ilişkin iddialar var. Bu çoban sorunu söylendiği gibi ciddi boyutlarda mıdır?

Hayır. 20 yıldır bu sektördeyim ve eskiye nazaran bu sorun daha da azaldı. Artık firmalar kurumsallaştığı için çobanlar dahi sigortalı işçi olarak çalıştırılıyor. Bu alanda ücretlerin de iyi olması nedeniyle ciddi sorun olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü süreç son derece profesyonel bir şekilde ilerliyor. Ancak bu alanda da en büyük sıkıntı çalışma saatleri oluyor. Bunun için de gerekli çözümlerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Onun dışında şu anda sektörde 10 yıldır çalışan çoban işçiler var. Burası da ciddi bir iş alanı oldu. Burada çalışanlar da sektörde söz sahibi konumuna geldi. Bu alandaki sorunlar eskiye nazaran daha da düştü.

Öncelikle hayvancılıkta ciddi bir eğitim süreci başlatılmalı

Türkiye'de son yıllarda buzağı ölümlerinde de ciddi artışlar olduğu belirtiliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Buzağı ölümleri hep vardı. Sadece gündem olduğunda sayılar ortaya çıkıyor ve yeni bir şeymiş gibi veriliyor. Ancak böyle bir durum söz konusu değil. Türkiye'deki ithalat sayısına bakarak buzağı ölümleri ortaya konuyor. Ancak olay başkadır. Türkiye'de hayvan sayısının azalması ve artmamasının nedeni dişilerin kesime gönderilmesidir. Dişilerin kesime gönderilmesi ise doğum oranını azaltıyor. Bu da sektörde hayvan sorununu ortaya çıkarıyor. Dişilerin kesime gitmemesi gerekiyor. Türkiye'de suni tohumlama konusunda sıkıntılarımız var. Özellikle döl tutmama sorunu doğum oranlarını azaltıyor. Bu nedende de yurtdışından ithal ediliyor. Bir buzağı almak için İzmir'de ortalama doğum süresi 400 günü buluyor. Dünya ortalamasında yılda bir iken bizde 400 günde bir olunca bu da sayıları etkiliyor. İzmir'de rakam böyleyse Türkiye'nin diğer bölgelerinde daha da kötüdür. Burada da olay eğitime geliyor. Öncelikle hayvancılık noktasında ciddi bir eğitim süreci başlatılmalı.

Son olarak, önümüz Kurban Bayramı ve Türkiye'de olası bir hayvan sıkıntısı yaşanır mı?

Türkiye'de kırmız et konusunda sorun yok. Kurban noktasında da yıllardır sorun görmedim. Fiyatlardaki dengesizliklerin nedeni ise hep arz-talepten kaynaklandı. Ancak küçükbaş konusunda herhangi bir sorun olup olmayacağını bilemiyorum. Büyükbaşta ise bir sorun olmayacağından eminim.



Genetik aktarım şart

Türkiye'deki hayvancılık sorunu ithalatla çözülmeye çalışılıyor. Bu soruna çözüm olur mu? Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Öncelikle hayvancılığı satın alarak bir yere getiremeyiz. Satın alınan o hayvanın ülkeye alışması bile yıllar alıyor. Bu noktada özellikle hayvan üreticilerine gerekli eğitimler verilmeli ve bölgeye uygun hayvan yetiştiriciliği yapılmalı. Genetik çalışmalar noktasında ciddi yol almalıyız. Hayvan tohumlamayla genetik aktarımın yapılması için ciddi çalışmalar yapılmalıyız. Bu noktada üniversitelerin gerekli bölümleriyle çalışılmalı. Sorunları ortaya koymalı ve ona göre yol çizmeliyiz. Bu sayede hayvancılık alanındaki sorunlara çözüm geliştirebiliriz. Zaten devletin politikalarına bir şey diyemeyiz. Ancak var olan hayvanlara sahip çıkmak için gerekli çalışmaları yapmalıyız. Yoksa satın alarak bu sektörde kalıcı çözüm oluşturamayız. Zaten ithal etmek sorunları büyütüyor. Örneğin, süt analizi yapılıyor ama üretici devletin vereceği destek priminin peşinde. Süt analizinden ne çıktığıyla ilgilenmiyor. Bu da sektöre olumsuz etki ediyor. Sektörü daha iyiye götürmek için üreticinin bilimsel yolları takip etmesi ve süreci bu noktada sürdürmesi gerekiyor. Bu olmadığı takdirde şu anki kısır döngüden çıkamayız.

Türkiye geneline bakıldığında İzmir ne durumda?

Hayvancılık konusunda İzmir ve Ege Bölgesi iklim ve hayvan sayısı bakımından son derece iyi konumda. Süt üretiminde Ege Bölgesi birinciyken hayvan sayısında ise çok az farkla Konya birinci. Bunun nedeni de Konya'da bir dönem ciddi desteklemenin verilmesi oldu. O da sektörde etkin olmasını sağladı. İzmir ise destek olmadan bu noktaya geldi. Yılların birikimiyle bu konuma yükseldi. Bilinçli aile işletmeleri sayısı İzmir'de çoğunlukta. Merdivenaltı işletme sayısı ise yüzde 5 bile değil. Bu konuda İzmir ve Ege Bölgesi daha bilinçli hareket ediyor. Hayvan sayısının çoğunluğu bakımında da İzmir'de aile şirketleri ön plana çıkıyor. Bu da sektörün özellikle İzmir ve Ege Bölgesi'nde sürekli artmasını sağlıyor.