Ali Budak- Son iki haftada dövizde yaşanan artış nedeniyle özel sektörün dış borcu 70 milyar TL'nin üzerinde arttı. Sokaktaki vatandaş da her şeye zam gelmesine, döviz artışı nedeniyle artan enflasyonla yaşamasına rağmen hâlâ 'Benim dolarım olmadığı için etkilenmeyeceğim' düşüncesini koruyor. Ekonomist Burak Oğuz ile yaşanan döviz artışının nedenlerini ve bu artıştan Türkiye ekonomisinin nasıl etkileneceğini, artışın dövizi olmayan vatandaşın cebine verdiği zararı, Türkiye'deki firmaların yarısının batık olduğu iddialarını, böyle devam ederse yaşanacak sıkıntıları ve yaşanan bu ekonomik krizden olası çıkış yollarını konuştuk.

*Dövizde özellikle son iki haftada çok ciddi yükseliş yaşandı. Bu yükseliş ise TL'nin değerini azalttı. MB önüne geçmek için de ciddi atımlar attı. Ancak dövizde bir anda gelişen ve çok ciddi yaşanan bu yükselişin nedenleri nelerdir?

Öncelikle doların artma nedenlerine baktığımızda, uluslararası piyasalarda doların güçlendiğini görüyoruz. Yani dünyadaki bütün para birimlerine karşı dolar güçleniyor. Dünyaya entegre olduğumuz için de ister istemez etkileniyoruz. Bunun yanında yaşanan bu yükselişin nedeninin siyasi olduğunu gördük. Amerika ile yaşanan bu gerilim olmasaydı dövizde böyle bir yükseliş yaşanmayacaktı. Bunun yanında Türkiye'nin konjoktürel dengelerinde yaşanan sorunlar nedeniyle de aşırı yükselme durumu yaşandı. Yani yükselen enflasyon ve artan faiz oranlarının yanında bir de siyasi gerilimler ekonomide güvensizlik oluşturdu ve döviz yükselişe geçti. Gerek MB'nin gerekse hükümetin son bir haftadaki hamleleri ise çok yerindeydi. Ama keşke bir yıl önce yapılsaydı da bu yükselişi yaşamasaydık. Aslında hükümetin kurulması sırasında da siyasi güvensizliğin oluşmaması ve ekonomiyi etkilememesi noktasında uyarılarda bulunduk. Aslında bu bir yerde de algı yönetimi. Yani siz eğer yatırımcılara o güvensizlik algısını verirseniz, sonuçlarını da çekersiniz. Yaşadığımız gibi. Geçtiğimiz hafta Merkez Bankası'nın faizle ilgili aldığı kararlar piyasanın beklentisini karşılamadı. Bu sorunu seçimler öncesinde de yaşadık. Faiz arttırılması savunulurken, MB artış yapmadı ve döviz yükselişe geçti. O yükselişin de maalesef önüne ondan sonra geçilemedi. Bize bu yükseliş aslında ekonomimizin ne kadar kırılgan olduğunu da gösterdi. Ancak bu yükselişin nedeni de siyasi olduğunu gördük. Bu noktadan sonra gerilimin bir an önce düşürülmesi gerekiyor. Yoksa daha da sıkıntı yaşayabiliriz.  

Faiz düşsün diyerek düşmüyor!

*Merkez Bankası'nın para politikalarında etkin karar alamadığı yönünde de eleştiriler getirilmişti. Konunun uzmanları da faiz artışı yapılması gerektiğini söyledi ancak arttırılmadığı için de dövizin önüne geçilemeyecek bir yükselişe geçti. Şimdi ise ciddi faiz yükseldi. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Piyasaların birtakım dengeleri var ve bunları iyi gözetmek gerekiyor. Piyasa beklentileri faizin artması yönündeydi ve faiz de artmayınca gelinen durumu yaşıyoruz. Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak'ın MB'nin aktif ve etkin kararlar alacağı yönündeki açıklamaları piyasalar tarafından kabul gördü ancak faizin arttırılmaması hiçbir işe yaramadı ve MB'nin bağımsızlığına ilişkin şüpheler arttı. Sonuç olarak da döviz arttı. Bunun yanında da ABD-Türkiye ilişkileri bugüne kadar hiç olmadığı kadar gerildi. ABD Türkiye'ye ekonomik yaptırımlar uyguluyor ve bunun nereye varacağını da bilemiyoruz. Dolayısıyla şu anda gerek iç piyasadaki siyasi gerginlikler gerekse uluslararası piyasalarda ve ilişkilerde yaşanan olumsuz gerginlikler TL'nin üzerinde değer kaybetmesine yönelik baskıyı arttırıyor. Yabancı sermayenin ülkede güven ortamı oluşmadan ve bu yükseklikteki faiz oranlarıyla yatırım yapmayacağı ortada. Bu biliniyor. Ancak faiz de düşsün diyerek düşmüyor. Bunun için çoktan yapılması gereken yapısal reformlara biran önce geçilmeli. Bir de siyasi gerilim düşürülmeli. Ancak ABD ile yaşanan Brunson krizinin de nelere yol açabileceğini gördük. Umarım bu siyasi krizden ders çıkarır ve ona göre ekonomideki yapısal çözümler için gerekli adımlar atılır.

*Türkiye'de yaşanan döviz artışı nedeniyle dış borç açığı da arttı. Şu anda ülkedeki çok sayıda firmanın zor durumda olduğuna yönelik iddialar var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Şimdi dövizle iş yapan şirketler çok zor durumda. Döviz borcu olan ama döviz geliri olmayan firmalar yaşanan bu aşırı değerlenmeden dolayı ciddi sıkıntı yaşıyor. Böyle bir şeyin kesinlikle olmasını istemiyorum ama maalesef önümüzdeki günlerde çok sayıda iflasla karşılaşabiliriz. Gerek çok büyük düzeyde holdingler gerekse küçük KOBİ'lerde bu durum karşımıza gelecek. Şirketler açısından da çok kötü bir tablo ve senaryoyla karşı karşıyayız. O nedenle bir an önce dövizdeki, enflasyondaki ve faizdeki kronikleşmiş sorunları çözmemiz gerekiyor. Bunun içinde Amerika'yı baştan keşfetmeye ihtiyacımız yok. Öncelikle bizim dövize ihtiyacımız var. İhracat yapmalı ve katma değeri yüksek ürünler üretmeliyiz. Bunun yanında doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını ülkeye döndürmeliyiz. Bunun için ise siyasi ve ekonomik istikrarı sağlamamız gerekiyor. Bir de istikrarın ve dengenin sağlanmasının yanı sıra dışarıdaki ilişkilerimizde yaşanan gerginlikleri yumuşatma yönünde çalışmalıyız. Ülke liderleri ve yöneticileri arasında geçen sert diyaloglarla ortamı germenin ülkemize hiçbir faydası yok. Sonuçta olan ülkeye ve vatandaşa oluyor.

*Öncesinde Türkiye'nin dünyada söz sahibi olabilmesi için güçlenmesi gerektiğinden bahsettiniz. Ancak ülkede yaşanan her türlü olumsuzluk 'dış güçler' başlığı altında değerlendirilebiliyor. Bu durum Türkiye'nin güçlenmesine engel midir?

Şu anda Türkiye'nin en büyük kozu jeopolitik konumudur. Bunu ise hem dezavantaj hem de avantaj olarak değerlendirebiliriz. Bu konumdan dolayı da etrafımızdaki ülkeler tarafından ya da başka güçler tarafından çeşitli kurgular olabilir. Bunun adına ister faiz lobisi, ister döviz lobisi, isterse de üst akıl densin... Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Yani ne derseniz deyin ülke olarak güçlü olmazsanız olmaz. Ülke olarak güçlü olursanız hiçbir güç de size etki edemez. O nedenle güçlenmemiz şart. Güçlenme noktasında ise bir an önce yapısal reformları yapmalıyız. Öncelikle Türkiye'nin tüketime dayalı büyüme modelinden bir an önce üretime dayalı, katma değeri yüksek, ihracata yönelik büyüme modeline geçmesi gerekiyor. Bu modele geçmediğimiz sürece bu problemleri yaşamaya devam ederiz.

*Türkiye'de büyük firmaların bankalara olan borcunu yeniden yapılandırma isteği, ülkedeki firmaların yarısının teknik olarak batık durumda olması ve piyasada paranın artık dönmüyor oluşu gibi sorunlar yolun sonunun IMF'ye çıktığını göstermiyor mu?

Türkiye'nin paraya ihtiyacı var. Kendinizde yoksa da birinden alacaksınız. Bu da yabancı sermayenin ülkenize gelip yatırım yapmasını sağlamaktan geçiyor. Onların da ülkenize gelmesi için güven vermelisiniz. Türkiye 2004 yılında yabancı sermayeye bu güveni Avrupa Birliği ile müzakerelerin başlaması ve fasılların açılmaya başlamasıyla vermişti. Türkiye de bu kapsamda önemli adımlar attı ve yapısal reformlar yaptı. Sermaye tarafından AB çıpası kabul gördü ve ülkemizde para bolluğu yaşandı. Ancak bugün için bu durum söz konusu dahi olamaz. Ekonomi çevrelerinde çok dillendirmek istemesek de güven ortamını tekrar oluşturacak şeyin IMF olduğu konuşuluyor. Bundan birkaç yıl öncesine kadar IMF'ye borcumuzu ödedik ve 5 milyar dolar borç verdik söylemleri ortalıktaydı. Ancak bugün için kulislerde konuşulan IMF ile 50 milyar dolarlık stand by anlaşması yapılacağı şeklinde. Bunlar aslında kulağı tırmalayan ve hoş olmayan şeyler. Ancak IMF çıpasıyla yeniden yabancı sermayenin Türkiye'ye güven duymasını sağlayabiliriz. 2004 yılında AB çıpasıyla yaptığımızı şimdi de IMF çıpasıyla yapabiliriz. Önemli olan güven ortamını sağlayabilmek. Keşke ne IMF ne de başka bir kaynağa ihtiyaç duymadan bu süreci düzeltebilsek ama olmuyor. Şirketlerin birçoğu zarar ettikleri için özvarlıklarını yitiyor. Yeni Türk Ticaret Kanunu'na göre de şirket öz varlığını yitirdiği zaman ister istemez iflas durumuna düşüyor. Ancak bu takip edilmediği için birçok şirket teknik iflas durumunda olsa da ticari faaliyetini sürdürüyor. Bu durumdan kurtulmaları için sermaye artırımı yapmaları lazım. Öz sermayeleri olmadığı için sermaye arttırmak için de dış kaynak kullanacaklar. Bunun için de bankaya gidecek. Bankanın ise şu an için en iyi şirkete verdiği rotatif kredinin oranları 30'ları geçmiş durumda. Faktöring şirketlerinde ise 40'ı geçti. Hiçbir firma ise bu yükün altına girerek 40'la alıp, sermaye artırımı yapmak istemiyor. Bu da iflası işaret ediyor.

Yolun sonu Varlık Vergisi'ne çıkabilir

*Türkiye'nin uzun yıllardır hak etmediği bir tüketimi yaşadığı konuşuluyordu. Peki, yaşanan bu krizden kurtulmak için ne yapılması gerekiyor?

Türkiye hak etmediği tüketimi yaparak aslında geleceğini ipotek etti. Yani olmayan parayı harcadı. Türkiye'nin acilen tasarruf yapması gerekiyor. Ancak bu tasarrufun da mali politikalara baktığımızda çalışan üzerinden yapıldığını görüyoruz. Ülkede çalışanların çoğunluğu asgari ücretle çalışıyor ve zorunlu ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Şu süreçte vergi artışları kaçınılmaz görülüyor. Ancak vergi artışından ziyade tasarrufun başlatılması gerek. İlk olarak da kamuda başlatılmalı. Ülkedeki vergi gelirlerinin yüzde 60-70 gibi bir oranı dolaylı vergilerden oluşuyor. Yani gelir adaleti gözetilmiyor. Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınması gerekirken tam tersi oluyor. Anayasa'da da belirtildiği gibi, 'Herkes, ekonomik gücüne göre vergisini ödemek zorundadır.' Dolayısıyla öncelikle vergideki adaletsizlik giderilmeli. Eğer gerekli tedbirler alınmaz ve vergideki adalet sağlanmazsa da bu yolun sonu varlık vergisine dahi çıkabilir.

*Olası bir 'Varlık Vergisi' durumunun sermaye sahiplerini ciddi rahatsız edeceği de ortada. Herkesten geliri kadar vergi alınmasını sağlamak çok zor mu?

Yani her ne kadar bu durum varlıklı kişileri rahatsız edecek gibi olsa da süreç oraya doğru evrilebilir. Türkiye'de gün içinde o kadar ciddi gelişmeler oluyor ki akşam için bir şey söylemek neredeyse imkânsız. Örneğin, 3-5 gün öncesine kadar Amerika'nın ülkemize yaptırım uygulayacağına kimse inanmazdı. 3-5 ay öncesine kadar gazete manşetleri 'Türkiye-Amerika tarihi boyunca hiç olmadığı kadar iyi', daha birkaç gün öncesine kadar 'Trump, AB liderlerini Erdoğan kadar işinizi düzgün yapmıyorsunuz' diye azarladı haberleri vardı. Ancak bugün ekonomik yaptırımdan bahsediyoruz. O nedenle de şu anda içinde geçtiğimiz süreçte ne yaşayacağımızı kestirmek işin uzmanları tarafından bile imkânsız. O nedenle ülkeyi ne bekliyor sorusuna da net bir şey söylemek çok zor. Fakat kolay günlerin beklemediğini söyleyebiliriz. İçinden geçtiğimiz süreç, şirketlerin ve vatandaşların durumları, enflasyon ve faizlerdeki artış, dövizin sürekli yükselme eğiliminde olması vb. gibi durumların ise bizleri zor günlerin beklediğini gösteriyor. Bu net. Bu durumun ne kadar süreceği ve süreçten ne zaman çıkılacağı gibi soruya da şu andaki gidişattan dolayı cevap veremiyoruz. Ancak öncelikle uluslararası gerilimin düşürülerek, ilişkilerin normalleşmesinin sağlanması gerekiyor. Yabancı sermayenin ve devletlerin en çok eleştirdiği konuların başında ise; demokratikleşme, insan hakları ve hukuk geliyor. Bu konularda ülkede sorun olduğuna katılır ya da katılmazsanız. Ancak iş yapmak istediğiniz sermaye grupları sorun olarak görüyor. Görüyorsa da bu eleştirileri çözüme kavuşturacak tedbirleri bir an önce almalısınız. Eğer Türkiye ekonomik, siyasi, demokratik ve hukuki konularda gerekli tedbirleri alırsa normalleşmenin sağlanacağına inanıyorum. Ancak bütün bu süreçler yaşansa da bu kriz sürecinden çıkmak kolay olmayacak. Çünkü tahribat çok ağır ve dış borcumuz da çok yüksek.

Özel sektörün borcu 70 milyar TL'nin üzerinde artt

*Peki, özel sektörün şu anda dış borç açığı ne durumda. Son 6 günde yaşanan döviz artışının borcu ne kadar arttırdığını söyleyebilir misiniz?

Maalesef, özel sektörün borcu 250 milyar doları geçmiş durumda. Sadece bir gecede artan dolar nedeniyle de özel sektörün borcu 100 milyar liradan fazla arttı. Şu anda ise 70 milyar TL civarında bir artış söz konusu. Ülkede de ciddi bir döviz geliri olmadığı için bu tür artışlar da ister istemez olumsuz etkiler. Eğer bir ülkede döviz artışı yaşanıyorsa o ülkede yaşayan vatandaşların cebinde dövizi olsun ya da olmasın hepsini etkiler.

*Bu krizin 2001'deki krizden çok daha farklı ve ağır geçeceğine yönelik ciddi eleştiriler de getiriliyor. Bu krizi diğerlerinden ayıran farklar nelerdir?
Bu krizi 2001 ve 2009 krizinden ayıran en önemli şey, paranın olmaması ya da piyasada paranın dönmemesidir. Borcunuz da olsa, gecelik repolar 3 bin 4 bine de çıktığında piyasada nakit dönüyordu. Şimdi ise piyasada nakit yok. Bence temel sıkıntı o. Böyle bir şey tabii ki olmasın. Kriz olmasını kim ister ki? Kimse, ne siyasi ne de ekonomik krizden çıkar sağlayamaz. Krizde arkada yanmış yıkılmış bir ülke varken kimse daha da zengin olmak peşine düşemez. Ancak bu süreç böyle devam ederse de 2001 ya da 2009'un çok daha kötüsüyle karşı karşıya kalabiliriz. Çünkü şu anda hem nakit yok hem de dış borcumuz çok yüksek. Bir de uluslararası ilişkilerde yaşadığımız sorunların dışında toplumumuzda da ciddi bir kutuplaşma söz konusu. Bunların hepsi olası bir krizde ülkemizi daha da kötü etkileyecek.

Tasarruf, tasarruf, tasarruf...

*Sürecin bu şekilde devam etmesi durumunda krizin kaçınılmaz olduğunu belirttiniz. Peki, bu krizden kurtulmak için vatandaşa önerileriniz nelerdir?

Vatandaşın yapması gereken tek şey ayağını yorganına göre uzatmasıdır. Tasarruf, tasarruf, tasarruf... Başka türlü bir çıkış imkânsız. Çünkü bugüne kadar ekonomi politikalarındaki yanlışlıklar ve büyüme modelinin yanlışlığı nedeniyle tüketime hem vatandaş hem de piyasa olarak alıştırıldık. Örneğin, satıcı akıllı telefonu satamazken, yaptığı kampanya ve kredi kartı kolaylığıyla satmaya başladı. Vatandaş ise önceden bir telefon alamazken, kredi kartına bol taksitle tüketerek 'tüketim piyasasına' alıştırıldı. Dolayısıyla yaşadığımız şu ortamda artık ayağımızı yorganımıza göre uzatmalıyız. Bir an önce ihtiyaçlarımız dışında harcama yapmamayı öğrenmeliyiz. Kısacası ihtiyacımıza göre ve ihtiyacımız kadar harcama yapmalıyız. Bunun yanında küçük yatırımcılar ve kenarda parası olanlar da, döviz al-sat ya da borsaya girme gibi şeylere bulaşmasın. Çünkü sistemde biri kazanırken diğeri kaybeder. Bu durumda ise küçük yatırımcının kazanma gibi şansı yok. Vatandaş, ihtiyacı kadar tüketsin. N Ali Budak

Döviz kuru, dövizi olmayanı da etkiler

*Şirketlerin iflaslarıyla karşılaşılabileceğinden söz ettiniz. Ancak yaşanan bu durum vatandaşı nasıl etkileyecek? Sokaktaki vatandaş ise, dövizi olmadığı için döviz artışından etkilenmeyeceğini düşünüyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?  

Atasözünde diyor ya 'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.' Yani döviz borcum yok diğerleri de beni ilgilendirmiyor. Bu daha çok vatandaş, küçük esnaf düzeyinde yaşanıyor tabii. Ancak bu mantıktan da kurtulmalıyız. Cebinde dolar olmayınca isterse 10 lira olabilir düşüncesi çok yanlış bir bakış açısıdır. Çünkü şu anda Türkiye'nin ekonomisi (ister kabul edin ister etmeyin) bütün dünyada olduğu gibi dövize bağımlı. Enerjimizi, petrolümüzü, elektrik ürettiğimiz doğalgazı, yediğimizden içtiğimize varıncaya kadar çok sayıda ürünü dövizle ithal ediyoruz. O nedenle 'cebimde döviz yok ne kadar yükselirse yükselsin demek' doğru değil. Çünkü yaşamlarımızdaki hemen hemen her şeyin dövize endeksli olduğunu unutmamalıyız. Dolayısıyla dövizin yükselmesiyle enflasyon da yükseliyor ve her şey zamlanıyor. Bunun yanı sıra bireysel olarak bir şey almak için paraya ihtiyacınız var. Siz de yoksa da kredi kullanacaksınız. Önceden ev kredileri 0,80-90'larda iken 1,50'nin üzerine çıkmış durumda. Ticari kredilerde ise yüzde 30'ların üzerine çıkılmış durumda. Bankaya gidip bunu alamayabiliyorsunuz da! Sonunda factoring firmalarına gidip yüzde 40 faizle kredi alıyorsunuz ve o paradan da kâr elde etmeye çalışacaksınız. O parayı aldığınızda öyle bir kâr elde etmelisiniz ki hem o yüzde 40'ı karşılayacaksınız hem de sabit gider ve diğer masraflarınızı... Böyle bir kâr ise mümkün değil. Dolayısıyla da bu durum bu oranlarla sürdürülemez.

İnşaata dayalı büyümeden vazgeçilmeli

*Türkiye, inşaata dayalı bir büyüme modelini benimsedi ve sonuçlarını görüyoruz. İnşaatçılar, ülkedeki konut stokunu son 4 yılda 700 bin arttırdı. Bu kadar stok var ama inşaatlar da son sürat devam ediyor ve devletten yardım bekliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

İnşaat sektöründe (yükümlülüklerini yerine getirenler haricinde) ciddi bir kayıp-kaçak var. Bunun devlet de farkında ve hâlâ ciddi bir mücadeleye başlamadı. Ortada müthiş rantlar ve kârlar var ama kayıp-kaçak ise çok yüksek düzeyde. Sektörün içinde olanların çoğunluğu düşük fatura kesiyor. Çok güzel ve ciddi paralar kazanmalarına rağmen vergi kaçırıyor. Sektörden ciddi paralar kazananlar farklı yatırımlara da yönelseydi şimdi bu süreçleri yaşamayacaktık. Bakan dahilinde sadece inşaatı destekleyerek büyük bir hata yapıldığı, paranın toprağa ve ranta gömülmesinin yanlış olduğu yönünde de açıklamalar yapıldı. Ancak süreç eleştirilmesine rağmen hâlâ devam ediyor. Yatırımlarda inşaatın payı yüzde 60 ve artarak devam ediyor. Bu da oldukça acı veriyor. Öncelikle devlet inşaat firmalarını doğru vergilendirmeli. Denetlemeleri arttırmalı ve inşaat firmalarına gereken yaptırımlarda bulunmalı. 5'e mal edip, 15 kazanmak ama vergiyi 6-7 üzerinden ödeme engellenmeli. Türkiye'de hâlâ belli lokasyonlar ve yatırımlar talep görürken, çoğu yerde satışlar durdu. Zaten 700 bin gibi ciddi bir stok oluştu. Ülkede konut fazlalığı var.