Kovid-19 sürecinde öne çıkan dört konu olduğunu söyleyen Dr. İzel Levi Coşkun, bunları şöyle sıraladı: “Önce insan, iyi iletişim, güven sağlama ve paylaşım”. Türkiye'deki aile şirketlerinin kurumsallaşmasını ve kârlı sürdürülebilir büyümesini destekleyerek, Türkiye'nin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla faaliyetlerini sürdüren TAİDER Aile İşletmeleri Derneği, “Sürdürülebilirlik ile Yeni Döneme Uyum” konulu çevrimiçi etkinliğinde, “Yaşadığımız süreç yok edilmesi gereken bir düşmanla savaşmamızı gerektiren bir tehdit mi? Yoksa kolektif bir dönüşüm yaratmamız için bir fırsat mı? Kurumsal sürdürülebilirlik bakış açısıyla şirketlerimizi nasıl dönüştürebiliriz? Şirket yöneticileri olarak nereden başlamalıyız ve nasıl bir yol izlemeliyiz?” sorularının cevabını aradı.

Kriz ortamlarında bazı kararların çok hızlı alınabildiğini söyleyen Mazars Denge CEO'su ve Sürdürülebilirlik Elçisi Dr. İzel Levi Coşkun, “Sadece dijital dönüşüm değil, bir sistem dönüşümü yaşanıyor. Bunun neresindeyiz? Bu tip bir dönüşüm için siyasal, vergisel, hukuki ve eğitimsel altyapının yanı sıra düşünce altyapısı acaba yeterli mi? İşletmeyi dönüştürmek için başlangıç noktası biz yöneticiler olmalıyız. Kendimizde değişim yapmadan, biz kendimiz örnek olmadan, şirketlerimizde dönüşüm sağlayamayız” dedi.

Gelişim kavramı önemli

“Kurumsal sürdürülebilirlik” dendiğinde firmaların konuyu “süreklilik” kavramıyla karıştırdıklarını, bu yüzden de yönetim kademesinde bulunanların sürdürülebilirlik konusunu çok iyi özümsemeleri gerektiğini vurgulayan Dr. İzel Levi Coşkun şöyle devam etti: “sürdürülebilirliğin tanımında gelecek kuşaklardan bahsediyorsak işletmelerin de gerçekten uzun vadeli planlar yapması gerekiyor. Tüketime dayalı büyüme yaklaşımı dünyayı ciddi bir krizle karşı karşıya bırakmıştır. Şirketler sınırlı bir dünya içinde sınırsız bir büyümeden bahsediyor. Büyüme yerine dikkate alınması gereken kavram gelişimdir. Gelişim deyince kadına yapılacak yatırımdan, kaliteden, etikten, hukuktan, inovasyondan, adaletten, eğitimden, girişimcilikten bahsediyoruz. Bu konularda yatırım yapmadan gelişim mümkün değil. Biz büyümeyi para ile ölçüyoruz. Halbuki gelişimi ölçmek için başka parametrelere ihtiyacımız var. İşletmelerin sahibi olmak diye bir kavrama inanmıyorum. Ana hissedar olabiliriz, şirketi yönetiyor ya da liderlik ediyor olabiliriz. Ancak sahip değil biz de paydaşız. Benzer bir durum rakipler için de geçerli. Onlar da aslında bizim paydaşlarımız. Kurumsal sürdürülebilirlik elde edilen gelirin sosyal ve çevresel etki ile dengelenmesini öngörür. Amaç kar maksimizasyonu yolu ile birtakım maliyetleri topluma ve doğaya yüklemek değil, merkeze paydaşlar adına yaratılan faydayı koyarak karı optimize etmektir. Bu dönemde çalışanlarımız bizden güven sağlamamızı bekliyorlar. Bu güveni sağlayabilmek ve yapılan işe anlam katabilmek için kurumsal sürdürülebilirlik yaklaşımı çok önemli. Güveni sağlamak için de öncelikle birbirimizi anlamamız, aramızda yıkıcı bir dil yerine duyguların altındaki gerçek ihtiyaçları tespit etmeye yönelik barış dilini kullanmalıyız.”