Bundan bir asır ve 15 yıl önce, İngiliz besteci Edward Elgar (1857-1934), kariyerinin ve şöhretinin doruk noktasındadır. Kral tarafından “Sör” unvanıyla şövalye olarak onurlandırılmıştır. Oxford ve Yale üniversiteleri ona fahri doktora dereceleri vermiştir. Fotoğrafları ve eserlerinden alıntıların bulunduğu kartpostallar, müzik mağazalarında satılmaktadır. Bununla beraber Elgar, sık sık depresif dönemler geçirmektedir ve baş ağrılarından mustariptir. 
Eylül ayında, beklenmedik bir davet alır. İngiltere’nin Akdeniz donanması komutanlığına yeni getirilen Lord Charles Beresford’un eşi, komutanla birlikte Akdeniz yolculuğuna çıkarken bir gezi grubu oluşturmuştur. Donanmanın misafiri olarak gemide ağırlayacakları sivillerden oluşan bu gruba Elgar’ı da dâhil etmiştir. Gezi rotasında İstanbul ve İzmir de vardır. 
Besteci, başta tereddüt etse de sağlığına iyi geleceğini de düşünerek sonunda daveti kabul eder. Ailesine Worcester İstasyonu’nda veda ederek trenle Londra’ya gider. İstanbul’a doğru onu uzun ve yorucu bir seyahat beklemektedir. Tren ve denizyoluyla Brindisi’ye ve oradan Korfu’ya varır. Tabii henüz bilgisayar, akıllı telefon ve internet icat edilmemiştir. Elgar, Korfu’da seyahatinin anılarını not edeceği ve bugün Birmingham Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan defteri satın alır. Yola çıkışından itibaren olanları kaydetmeye başlar. 
Bir kısmı zorlu ve sıkıcı geçen yolculuklarla Patras ve Atina etaplarının ardından İstanbul’a varır. Gemiyle şehre girdikleri ânı şöyle kaydeder: “Muhteşem bir güneş doğuşu ve İstanbul’un minareleri yavaş yavaş sisten çıkmaya başlıyor – harika! harika!”
İstanbul’da birkaç gün geçiren besteci, özel izinle gezdiği Topkapı Sarayı’nda kendisine yapılan kahve ikramından çok etkilenir. Muhteşem bir odada, bir Türk hizmetkârın, önce ortası yüksekçe ayaklı bir tepsi getirdiğini, tepsinin üzerinde gül yaprağı reçeli bulunan cam bir kavanoz ve etrafında bardaklar içerisinde buzlu su olduğunu, bir çay kaşığıyla reçel yendikten sonra suyun içildiğini ayrıntılı olarak not eder. Sonra üniformalı bir adamın, göz kamaştırıcı, üzerinde ince işlenmiş bir örtüyle kapalı yuvarlak bir tepsi getirdiğini, diğer bir adamın elinde buhurdanlık gibi bir şeyden sallanan kahve cezvesiyle onu takip ettiğini kaydeder. Örtünün altından çıkan kahve fincanlarında büyük bir ciddiyet içerisinde önlerine teker teker getirilen kahveleri içtiklerini anlatır.
Gemi İstanbul’un ardından İzmir’e gelir ve Elgar, Ekim ayının başında burada dört gün geçirir. İzmir’i İstanbul’dan daha egzotik bulmuştur. İzmir Limanı’nda bando, bestecinin iki eserini çok iyi bir şekilde çalar. Elgar, bir Mevlevi tekkesine gider, dar sokaklardan geçer. Beraberindeki misafirler “eşsiz” vişne ve gül reçellerinin yanı sıra deve çanları, kilimler ve örtüler alırlar. Besteci, “(…) kıyıya çıktık, çarşıya gittik. İstanbul’dakinden çok daha güzel bir manzara.” diye yazar. “Bu benim Asya’daki ilk tecrübem oldu ve oldukça şaşkına döndüm. Sonu gelmeyen develer manzarayı İstanbul’dakinden daha gerçek kılıyordu, olağanüstü renk ve hareketler, ışık ve gölge oldukça sarhoş ediciydi.” 
Lady Beresford, dönüş yolunda Elgar’dan bu seyahatin anısına bir eser bestelemesini ister. Bu yeni eser, bestecinin “In Smyrna” (Smyrna’da) adını verdiği bir solo piyano parçası olarak ortaya çıkar. Bestecinin biyografisini yazan Jerrold Northrop Moore’a göre bu eserle Elgar “piyanodaki en temiz ifade dilini” yakalamıştır. “In Smyrna” aynı yıl, Kraliçe Alexandra için hazırlanan ve içinde şair, yazar ve bestecilerin eserlerinden bir potpurinin bulunduğu Noel albümünde yer alır. 
Havada, her yanımızda müzik olduğunu, dünyanın müzikle dolu olduğunu düşünen Elgar, görünen o ki, İzmir’in müziğini duymuştu. Dünyanın en büyük bestecilerinden birinin, yaşadığımız şehirden aldığı ilhamla yaptığı bu beste, bizler için ne eşsiz bir hediye… Özgürce egzotik diyarlara gidip otantik deneyimler yaşayabileceğimiz günlerin özlemi içindeyken, şimdilik bu eseri dinleyip Elgar’ın gördüğü 1905 İzmir’ini hayal edebiliriz. 

Not: Bu yazının hazırlanmasında, Emre Aracı’nın “Elgar Türkiye’de – İngiliz Bestecinin İstanbul ve İzmir Günleri” (Pera Müzesi Küçük Kitaplar Dizisi 3, 2014) adlı kitabından yararlanılmıştır.