Şimdi eskilerin ne dediğini bir kenara bırakalım da yenilerden konuşalım. Daha sonra eskilerden de bahsederiz.
Efendim; Sn. Cumhurbaşkanımız geçen hafta ne buyurmuşlardı? Aklımda kaldığı kadarıyla El Cezire Televizyonu'na verdiği demeçte "Rusya'nın Suriye ile sınırı yok, orada ne arıyorlar?" demişti galiba. Ya da buna benzer bir şeylerin söylendiğini cümle alem biliyor sanırım.

Biraz saçmalar gibi olsam da ben aynısını düşünmekteyim. Gerçekten Rusya'nın Suriye'de bir işi olmamalıydı. Elbette bu çerçeve içinde düşünecek olursak ABD'nin de Afganistan'da dans etmemesi gerekir. Hatta; bizim de yani Türkiye Cuımhuriyeti'nin de Afganistan'la sınırı olmadığına göre oralardaki mevcudiyetimiz bir ölçüde anlamsızdır.
Ey okurlar; yalnız günümüzde değil, bizim dış politikamız geçmişte de üzüntüyle söylemek gerekir ki garip girişimlerle doludur. Gerilere gidersek biz "Kıbrıs Türktür" diye başlayıp hemen ardından bunu "Ya Taksim Ya Ölüm"e dönüştürüp devlet eliyle mitingler düzenlemesini becerebiliriz. Bu aralarda 6-7 Eylül Olayları yaşanmış olabilir. Ne gam? Ardından gayet iyi hatırlıyorum 1958 yılında o zamanki Irak'ta krallığı devirip cumhuriyeti (!) getiren ihtilal sırasında zamanın başbakanı Türk Ordusu'nun sınırı geçip ihtilalcileri cezalandırmaları gerektiğini düşünmüştü. Yani; demem o ki geçmişte neler görmüştük? Bir anlatmaya kalksam nelerle karşılaşırız? Bilemezsiniz.

Oysa; hadi biraz daha öncelerine gidelim, bilirsiniz Cumhuriyetimiz kurulduğunda sınırlarımız dışında kalan "Hatay"; daha sonra bazı diplomatik girişimlerle yurt toprağı olmuştur. Atatürk'e sormuşlar: Neden askeri girişimde bulunmuyorsunuz? Yanıt, uluslararası ilişkilere örnek olacak kadar ilginçtir: "Ben istesem bir tümen asker gönderip Hatay'ı ilhak etmeyi bilirim, ancak; böyle bir tutum ülkemizin prestijini hangi ölçüde yıpratacaktır hiç aklınıza getirdiniz mi?  Evet sonuçta ne olmuştur bilirsiniz , tarihsel gerçeklerdir. Gerek Hatay'ı gerekse Anavatanı uluslararası konjonktürde zor durumda bırakabilecek herhangi bir davranış içine girilmeden sorun; ülkemizin isteği doğrultusunda çözülmüştür.

Bir başkası daha var. Gerçi; kahvehane edebiyatında, ülkemizin II. Dünya Savaşına girmemiş olması şimdilerde bile korkaklık olarak tanımlanabilmektedir. Olsun; İkinci Cumhurbaşkanımız İnönü'nün yanıtı da tarihteki yerini almıştır. "Evet, ben ülkeyi belki ekmeksiz bıraktım ama çocuklarınızı da babasız bırakmadım"

Peki; günümüze dönsek ne dersiniz? Türk diplomasisinin özellikle son yıllardaki tutarsızlıkları bilmem ki gelecekte nasıl  tanımlanacaktır? Son beş yıl içinde Suriye politikamızdaki tutarsızlıklar önümüzdeki günlerde ülkemiz için ne gibi sorunlar doğuracaktır? Daha şimdiden üç milyon Suriyeli mülteci ülkemizin bir numaralı sorunu olup çıkmıştır. Ve göründüğü kadarıyla onlar artık bizim ayrılmaz sorunumuzdur.
Ne dillerini biliriz ne adetleri bize uyar ne de bu kadar nüfusu besleyecek parasal gücümüz vardır ne de fiziki kapasitemiz. Peki; bizim günahımız nedir? Ekonomik gücü ve fiziki kapasitesi bizim çok üstünde olan S. Arabistan'da acaba Suriyeli mülteci var mıdır?

Sınırları aşarak beş gün sonra Şam'da cuma namazı kılma hayaliyle başlayan Suriye maceramız şimdilerde Rusya'dan hesap sormaya kadar uzanmıştır. Oraları; artık kimlerin kim olduğu bilinmez bir ülke durumundadır. Ne kadar acıdır ki; bu ortama bizler de ortak olma konumuzdayız.
Eskiler ne demişler? Ne kadar da doğruymuş meğer. "Ne Şam'ın şekeri, ne Arab'ın yüzü". 
Esenlikle kalınız...