Bilirsiniz, Peyâmi Safa'nın "FatihHarbiye" adlı bir romanı vardır. Evet, bilirsiniz; Üstat, özelikle psikolojik yönü ağır romanları yazmasıyla tanınır. Bu kitabında da 1930'lar öncesi Fatih'inin mazbut yaşam tarzı ile Harbiye'nin modern yaşamının arasında bocalayan bir kadının yaşadığı ruhsal sarsıntıları dile getirmeye çalışmıştır.
Fatih; gerçekten İstanbul'un en büyük ilçelerinden biri olmasının ötesinde taa eskilerden bu yana muhafazakâr yaşam tarzının sürdürebilmesiyle de tanınmıştır.
Şimdi bana bu "İstanbul'un Fatih'i de nerden çıktı diye sormayın. Geçen hafta, ülkemizin seçkin gazetelerinden biri olan "Sözcü" gazetesinde sevilen yazarlarımızdan hemşehrimiz Yılmaz Özdil'in "Fatih" başlıklı bir yazısını okudum.
Yazar; söz konusu yazısında Fatih semtinin İstanbul için ne denli önemli bir semt olduğunu anlatmaktaydı. Fatih semtinden yetişmiş olup ülkemiz tarihinde yer edinmiş kişilerden örnekler vermekteydi. O kişilerin arasında kimler yoktu ki? Edebiyatçılarından tutun bilim adamlarına oradan geçin sanatçılarımıza, sporcularımıza kadar hep imrenerek hep hayranlık duyarak anımsadığımız/anımsayacağımız niceleri. Ancak; aynı yazıda yalnızca isimlerden bahsedilmiyor, Fatih semtindeki bazı noktalardan ve o noktaların İstanbul'un tarihindeki yerlerinin öneminden de söz edilmekteydi.
Elbette bu yazının bir yazılma nedeni olmalıydı. Sn. Özdil; bu yazısında şu andaki Fatih'in Suriyelilerin işgali altında olduğunu, Türklerin geçmişteki etkinliklerinin kaybolduğunu elinden geldiği kadar anlatmaktaydı. Malta Çarşısı'nda neredeyse Türk esnaf kalmamıştı, Fatih'teki tüm seyyar satıcılar Suriyelilerden oluşmaktaydı. İşyerlerinin tabelalarının belki de tamamının Arapça olduğunu bu yazıdan öğrenebilmekteydik.
Yazının öyküsünü anlatmak uzun sürecektir; en iyisi merak ederseniz internet ortamında izlemenizi öneririm.
***
Elbette; benim de bu yazıyı yazmamın üstelik belki uzun sayılabilecek ölçüde Yılmaz Özdil'den söz etmemin bir nedeni olmalıydı.
Sizleri bilmem ama ben zaman zaman hava uygun olduğunda İzmir'de yürümeyi severim. Hele hele örneğin İzban'da yolculuk yaparken Kemer istasyonunda iner Gaziler Caddesi boyunca yürüyüp Çorakkapı Camii'nde sola dönerek Altınpark Meydanı'na gelirim. Ondan sonra bazen Oteller Sokağı'na girer yürür giderim. Çoğunlukla sola doğru yürümemi sürdürüp o; bence büyülü Tilkilik yoluna adımımı atarım. Şiirseldir orası. Hemşehrimiz Dinçer Sümer'in "Bir Düş müydü o İzmir" adlı kitabını aklıma getiririm. Çok sevdiğim, unutamadığım kardeşim rahmetli Dr. Muammer Küçüktepe'nin Dönertaş'taki evleri gözümün önüne gelir, Hatuniye Camii'ndeki (Güvercinli Cami) cenaze törenini anımsar, hüzünlenirim. İzmir aşığı Tarık Dursun K'nın  oraları için yazdıklarına öykünür, kendimi oralarda yaşamış sayarım. Bir diğer hemşehrimiz Hüseyin Yurttaş da güzel şeyler söylemiş/yazmıştır oraları için.
Geçen hafta Tilkilik sokağından Mezarlıkbaşı'na doğru yürüdüm. Yürüdüm diyorum, bakmayın öyle söylediğime. Bilemeyeceğim; Suriye'de miydim, yoksa o II. Dünya Savaşı yıllarındaki Kahire ya da Casablanca'da mıydım?
Aman Allah'ım; evet Suriyeliler çoğunluktaydı ama öte yandan dünyanın dört bir yanından geldikleri belli olan siyahisinden, berberi tiplisine, Afganlısından harbi Filipinlisine kadar kimler yoktu ki oralarda?
Yalnız; Allah için ortalıkta belki hiç Türk hemşerimiz görünmüyordu. Kime adres soracaksınız ki? Türkçe bileni, ara ki bulasınız. Öte yanda; seks sektörünün varlığını da unutmayalım, hem de alternatifli!
Galiba daha önceleri gene gazetemizde "Bir Başka İzmir" başlıklı bir yazı yazmış olmalıydım. O yazdıklarımı unuttum, Allah gerçek İzmirlilere sabırlar versin, bu son gördüklerimden sonra geçmişteki o yakınmalarımdan öylesine fazlası oluşmuş ki şaşmamak elde değil...
Esenlikle kalınız...