Kalın, Kanal 7'de canlı yayınlanan "Başkent Kulisi" programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu, soruları yanıtladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ve yakın çalışma ekibinin salgın dolayısıyla yaşanan karantina dönemini nasıl geçirdiğine ilişkin soru üzerine Kalın, Erdoğan'ın nasıl bir iş disiplinine sahip olduğunu herkesin yakından bildiğine dikkati çekti. Bu dönemde devlet yönetiminde bir boşluk söz konusu olmadığını, olamayacağını vurgulayan Kalın, "Devletin başı neredeyse devletin ofisi, makamı, merkezi de orasıdır. Kendisi de fiziken buradaydı. Virüse karşı bir devlet başkanının nasıl korunacağı konusunda güzel bir örnek sergilendi. Türkiye, bu dönemde tarihe geçecek bir mücadele gösterdi. Normalleşme sürecine girmiş bulunuyoruz." ifadelerini kullandı.

Kalın, bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hem ulusal hem de uluslararası düzeyde iş ve diplomasi trafiğinde bir azalma olmadığını, birçok ulusal ve uluslararası toplantıya, görüşmeye, video konferans yöntemiyle katıldığını belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karantina sürecinde milletle iç içe bir lider olarak onlarla buluşmayı, konuşmayı özlediğini belirten Kalın, son 10 gündür yavaş yavaş sahaya çıkmaya başladıklarını, sosyal mesafe dolayısıyla sınırlı sayıda da olsa açılışlara, programlara katıldıklarını anımsattı. Kalın, 1 Haziran itibarıyla önemli bir tarihi geride bırakacaklarını, salgının başladığı günden itibaren en geniş rahatlama ve esnetme gününü yaşayacaklarını dile getirdi.

Darbe tartışmaları

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, "Son dönemde çok yoğun darbe tartışmaları yapıldı. Gerçekten bir darbe ihtimali olduğu için mi iktidar çevreleri tarafından da bu tartışmalar yapıldı?" sorusu üzerine, çok partili hayata geçilen 1950 yılından beri Türkiye'de demokrasinin darbelerle yara aldığını anımsattı. Vesayet rejimlerini özendiren bir zihniyet yapısının alttan alta belli kesimler tarafından hep korunduğunu, körüklendiğini, şartlar oluştuğu zaman da bununla ilgili adımlar atıldığını gördüklerini ifade eden Kalın, şunları söyledi:

"İlginçtir ki Türkiye'de darbecilerin siyasi kimliği çok belirleyici olmuyor. Darbeyi yapan ve yapmak isteyen kişinin Kemalist, solcu, FETÖ'cü, ulusalcı, asker veya sivil olması, bürokrattan ya da medyadan destek bulması fark etmiyor. O darbecilik kimliğinin kendisi bir sorun. Bunun üzerinde bizim düşünmemiz gerekiyor. 1960 darbesi ilk darbeydi, 15 Temmuz darbesi son darbe. Baktığınız zaman ikisi arasında neler yaşandı Türk demokrasi tarihinde. Bu darbeci kültürü, zihniyeti besleyen bakış açısı nereden geliyor, kimden, nasıl besleniyor, bunun iç ve dış bağlantıları, bütün bunları dikkate aldığını zaman darbe meselesi üzerinde ciddiyete durmak lazım. Güncel tartışmalara gelince bu yeni değil. Bu son tartışmaları tetikleyen, özellikle muhalefet kanadının belli kesimlerinden gelen açıklamalar hep bu tarihi arka planla düşünüldüğü için, maalesef CHP de bu darbelerin bir şekilde bir yerinde, içinde olduğu için birçok insan, ister istemez özellikle CHP'liler bu tür şeyleri dile getirdiğinde o tarihe geri dönüyorlar, o tarihi hatırlıyorlar."