Saat 15:30’da Liverpool - Bournemoth maçı başlamıştı. Göztepe - Başakşehir maçı öncesi bir göz attım. Liverpool 1-0 yenik durumdaydı. Geçen hafta da ilk mağlubiyetini almıştı. ‘Acaba büyük bir düşüşe mi geçtiler?’ diye düşündüm. 3-0 yenildikleri Watford maçının istatistiklerini merak ettim. Az da olsa bir şeyler anlatırdı. Liverpool %71’e karşılık %29’luk bir üstünlük kurmuştu. Pas yapmışta yapmış ama kaleye gidememiş. Rakibi bırakmış oynasın, kaptığı toplarla kaleye gitmiş, golü atmış, dönmüş. Buradan anlaşılacağı üzere topla oynamak marifet değil, kaleye yaklaşabilmek ve ceza alanı civarında neler yaptığın önemlidir. Nereden bilebilecektim ki, izlemeye gideceğim karşılaşmada da aynısını yaşayacağımı. Kısa bir ara vereceğim ve bu konuya az sonra gireceğim.

***
Maça gitmek için yola koyulduğumda yaşları küçük 4 gence rastladım. Gürsel Aksel Stadyumu’na nasıl gideceklerini sordular. Bir süre birlikte yürüdük. İstanbul’dan gelmişler, takımları olan Başakşehir’i desteklemek için. Oturdukları yerin takımı olduğu için destek veriyorlarmış. Kulüp, okullarını ziyaret etmiş ve bu sayede de kaynaşma olmuş. Fakat bunun yanında biri Beşiktaşlı, biri Galatasaraylı, biri de Fenerbahçeliymiş. Deplasman takım seyircileri stada hep birlikte otobüsle gider ama onlar bu otobüsü kaçırmış. Metroya binecekler ama İzmirim kartları da yok. Bir şekilde binebileceklerini
söylediler. Göztepeli taraftarların içine girecekleri için endişeliydiler. Ama galip geleceklerinden o kadar emindilerdi ki, yendikten sonra sorun olup olmayacağını düşünüyorlardı. Metro girişinde ayrıldık; sonrasında ne yaptıklarını bilemiyorum.

***
Artık maça geçeyim. Türkiye’nin şu anda en başarılı takımı kim diye soracak olursam, hemen hemen herkes Medipol Başakşehir der. Hem Türkiye’de zirveye oynuyor hem de Avrupa’da yoluna devam ediyor, ülkemizi tek başına temsil ediyor. Göztepe için çok zor geçecek bir mücadele olacağı açıktı.
Mücadele başladı, sarı kırmızılılar da hemen oyunun hakimiyetini ele aldı. Sağdan geldi, soldan geldi, ortadan geldi ancak pozisyon gelmedi. Ara pası atıldı, fazla kaçtı auta gitti. Rakip geçildi, çizgiye inildi, içeriye çıkarılamadı. Şut çekildi, 10 yaşındaki alt yapı oyuncusunu koysan daha iyi vururdu. Orta yapıldı, ezbere. Kafayı kaldırmadan arka tarafa attılar. Kaldırsalar da, arkadaşlarını görseler de rastgele orta yapıldı. Bu zihniyet işi. Ortayı sadece ayakla yapmayacaksın. İçine beynini de katacaksın. Hedefi belirleyeceksin, bir nokta seçeceksin vücudunu hazırlayıp en kısa zamanda o noktaya topu göndereceksin. Böyle yapılmadığı için tüm ortaları konuk takım oyuncuları rahatlıkla topladı, kuş uçurtmadı.

***
Bu hücumlardan bir kez daha göründü ki, ev sahibi ekip sadece ve sadece kontra atak takımı. Topu rakibine verecek, kendi oynamayacak, Serdar veya Halil’in hızından faydalanarak kaleye gidilecek, gol atılacak. Başka bir sistem yok; oynayamıyorlar. Eğer Serdar ve Halil kötü günlerindeyse, hiç bir sistem kar etmiyor. Serdar’ın 30. dakikasında sakatlanması ile Halil tek kaldı. Topla sık sık buluşmuştu, bir şeyler yapmaya çalışmıştı ancak tek kalınca sahadan iyice silindi. 60. dakikada oyundan alındı. Serdar da sakatlanana kadar hiçbir varlık gösterememişti gerçi. Konuk takıma bakalım. Oynadığı oyunu herkes beğendi. Kalesinde pozisyon vermedi ve farklı kazandı. Ama ben eleştirilecek şeyler buldum. Rakibini çok yaklaştırdı kalesine. Biraz becerikli ya da şanslı olunsa, bu maçı kaybedebilirlerdi. Atakları daha ileride kesmeleri gerekiyordu. Oyunları biraz sıkıcı geliyor futbol izleyicilerine. Ben biraz Almanya’ya benzetiyorum. Onlar da Brezilya, Arjantin gibi şatafatlı bir futbol sergilemez ama her zaman başarılı olurlar. Nedir onları böylesine
başarılı kılan? Cevap: Sistem

***
En çok eleştirdiğim diziliş şekli 4-3-3’tür. Böyle oynayan takımlarda orta alana yığılmalar oluyor, kanatlar sadece defans oyuncularına kalıyor ve bu yüzden çok açık veriliyor. Başakşehir de bu dizilişi tercih ediyor. Ancak burada sistem devreye giriyor. Rakip üzerine geldiği zaman orta üçlü topun olduğu yere gidiyor. Diyelim ki atak sağdan gerçekleşiyor. Defans o tarafa doğru kayıyor. Sol bek ise defansın göbeğine geçiyor. Sol taraf açık kalıyor. Buna ne Altınordu ne de Altay önlem almıyor. Oyunu çok çabuk terse oynayabilen takımlar için bu altın madeni gibi bir durum. Fakat Başakşehir için öyle değil. Çünkü ileri üçlünün sağında ve solunda oynayan oyuncular, defansa gelip, o boşlukları kapatıyorlar ve rakiplerine hiç bir şekilde açık alan
bırakmıyorlar. Hatta zaman zaman ileri üçlünün ortasında oynayan kişi de boşluk gördüğünde orasını dolduruyor. Buna yardımlaşma ve takım oyunu denir. Bitmedi elbette. Top kapıldığında o anda en dinç olan kişi hızla atağa kalkıyor. Hücum oyuncusu olmasına gerek yok. Defanslar da yeri geliyor hücuma destek veriyor, hücum oyuncuları ise defansta kalıyor, boş alan bırakılmıyor. Bu sayede de dinlenmiş ve hiç kimseye Her zaman için de rakiplerinden daha dinç olabiliyorlar. Çok güzel de örneğini gösterdiler. En çok gole yaklaşan 2 isim vardı. Biri ileri üçlünün ortasında oynayan forvet
Demba Ba, diğeri de sağ bekte görev yapan Visca. Visca sadece kanatları kullanmadı, defans arkasına sarkıp, ceza alanına bile girdi, kaleyi yokladı.

***
Oyun sistemleri böyleydi. Sıra geldi gollere. Golcü denince akla hemen onun adı gelir: Demba Ba. Eski Göz Gözlü. O zaman onu etkisiz hale getireceksin. Üzerine vereceksin birini, nefes dahi aldırmayacak, adım attırmayacak. Bırakın adım atamamayı, Kordon’da bile bu kadar rahat hareket edemezdi. Konuk takımın neredeyse hiç pozisyonu yok. Ev sahibi takım yükleniyor yükleniyor fakat ortada bal yok. Çiçeği burnunda meslektaşımız Gülşah, ‘Bu kadar yükleniyor, şimdi yer’ dedi, tam o anda yedi. Sağ bek Visca hızla ilerledi, ortasını yaptı, Demba Ba iki kişi arasından vole ile golü attı. O iki defans oyuncusu ile arasında yaklaşık 2 metre vardı. Böyle bir golcü oyuncu nasıl bu kadar boş bırakılır? Bu gol dönüm noktası oldu. Arka arkaya net gollük pozisyonlara girmeye başladı turuncu lacivertliler. Yine göbekte rakibinin stoperi gibi bomboş durumdaki Demba Ba’ya atılan pas. Aldı, Crivelli’ye verdi, bu sefer asist yapmış oldu. Kaleci Mert’in orta sahanın ortasındaki Demba Ba’ya pası... Yine bomboş... Ona en yakın oyuncu
Borges... Yaklaşık 10 metre gerisinde. Topu aldı, önünü döndü, İrfan arkadan bindirme yapınca 2’ye 1 yakaladılar, pasını attı, fark 3’e çıktı. Kesinlikle yapılmaması gereken bir hata. Futbolda yorulmadan defans yapmak istiyorsan, rakibine yakın olacaksın. Markajdaki oyuncuya kolay kolay top atılmaz, rahat rahat oynarsın. Atıldığı olur, yapışırsın arkadan, kalene döndürmezsin, geriye oynamasını sağlarsın. Borges, Demba Ba’ya yakın olsaydı, Mert ona pas atmazdı. Atsaydı, uzak mesafeden gelen pasta önüne geçer, topa sahip olurdu. Göztepe defansı tamamen döküldü. Hatalar oldu, bu hataları
kapatacak bir isim de çıkmadı. Alpaslan’ın yokluğu çok ama çok arandı.
***
Okan Buruk, Göztepe’yi kendi silahı ile vurmuş oldu. Hızlı hücuma izin vermedi, kilitlemiş oldu ve çaresiz bıraktı. Tam tersini yapıp, hızlı hücumla ileri gitti, golleri attı. Yazımın hemen başına döneyim. Liverpool örneğini vermiştim. Topla oynama oranı bu maçta da %62’ye karşı %38 idi. Fark büyüktü ama kazanan 38’lik kısım oldu. Genel olarak oyun temposu çok düşüktü. İki takımın da önceliği gol yememekti. Atılan gol, beraberlik adına sarı kırmızılı oyuncuların defans güvenliğini elden bırakmasına neden oldu, pozisyonlar ve goller ondan sonra geldi.