Türkiye'nin gelişmiş il ve ilçeleri yirminci yüzyılın sonlarını yaşarken, benim büyüdüğüm mahalle yüzyılın ortalarına henüz ulaşmıştı. Bugün bile o mahalleye gitseniz on yıl geriden geldiğini görebilirsiniz. Geri kalmışlıktan mıdır, yoksa çocuk oluşumdan mı bayramlar bir başka yaşanırdı. 

Bayramlar neşe demekti. Tüm ailenin bir araya geldiği, herkesin şakalaştığı, tüm sorunlara, yoksulluğa rağmen umudun yeşerdiği, tüm güçsüzlüğümüze rağmen birlikte olmanın gücüne inanılan zamanlardı bayramlar. Bayram havası dedikleri oydu işte. Mutluluk, neşe, ümit, aidiyet, huzur, birliktelik... İyiye ve güzele dair ne varsa bayram onu getirirdi. 

Benim için hangi ara hüznün timsali oldu tam bir muamma. 

Acaba yılda anca iki kere alabildiğimiz yeni elbiseler miydi bizi mutlu kılan? Yeni bir ayakkabı aldığımızdaki o heyecan kalsaydı, bugün de bayram eskisi gibi mi yaşanırdı? Dedemin elinden tutup, sabahın köründe yolunu arşınladığım caminin çıkışında dakikalarca önünde sıra beklediğimiz fırından çıkan sıcak ekmeğin burnunu yiyebilseydim, tekrardan neşeyi anımsatır mıydı bayram? Yahut sadece dedemin elini tutabilseydim, sıcak ekmek kokan elini öpebilseydim, bayram huzuruyla geri gelir miydi? Sol yanı işlemeli mendili alıp babannemden, çocukluk aşkıma “Bu da benden sana” diyerek yanağına bir öpücük kondurabilmenin mutluluğunu, herhangi bir şekilde verebilir miydi?

Kazandıklarımız mı, yoksa kaybettiklerimiz miydi bayramın hissini değiştiren? Kaybetmenin ve kazanmanın içindeki paradoksu da sahiplenerek her ikisi de diyorum ben. Kazandığımızı düşündüğümüz herşey ile bir yanımızı kaybediyor ve biz değişiyoruz. 

Karşı komşumuzun adını bilmiyoruz. Sokağımızdaki insanları tanımıyoruz. Bakkalımız yerine marketlerden alışveriş yapıyor ve maalesef marketteki tezgahtarın adını bilmiyoruz. Birinin öldüğünü lokmasını yemeden anlamıyoruz. Birlikte yemek yemiyor, birlikte eğlenmiyor, birlikte üzülmüyoruz. 

Sizler de benimle aynı şeyleri yaşıyor ve yaşadıklarınızdan hoşnut olmuyor musunuz? Peki sizi tutan ne? Karşı komşunuzun adını öğrenmekten sizi alıkoyan da kim? Kurbanda et, muharremde aşure, paskalyada çörek götürmek için kapı kapı gezmenizi engelleyen şey de nedir? 

Sizsiniz! Biziz!

Çocuklarımızdan çaldıklarımızı bir düşünün. Kapı kapı gezip şeker toplamayacak, el öpmeyecekler. Çünkü bayramlarda otellerde kapı kapı gezerek el öpüldüğü görülmüş şey değil. Yıllar sonra “Nerede O Eski Bayramlar” adlı yazılar da yazamayacaklar. Çünkü büyük ihtimalle onlar için bayram, tatilden başka bir anlam ifade etmeyecek.

Geç kalmış sayılmayız. Hadi hemen şimdi çocuklarımızı alıp karşı komşumuzdan başlayalım gezmeye. Ne derler, ayıp olur demeden işe koyulalım. Bir sonraki bayram sizi bekleyeceklerine emin olabilirsiniz. Bir sonraki bayram çocuğunuzun sizi gezmek için zorlayacağına emin olabilirsiniz. Yine ikna olmadıysanız, kazandığınız kariyer, eğitim, para sizi engelliyorsa alın çocuğunuzu bir huzur evine doğru yola çıkın. Çocuğunuzun oradan alacağı sevgi, neşe, birliktelik hissi bayramı anlamlı kılacaktır. Siz vaktinizden, konfor alanınızdan, tatilinizden, havuzunuzdan kaybedeceksiniz belki ama çocuğunuz bayram duygusunu kazanacak. Buna değmez mi? 

Hadi bu bayram, bayramlaşalım.