Kore'li küçük bir kız çocuğu ile bir Türk Astsubay'ının arasında filizlenen güçlü bağa şahit olmaya...  Savaşın içinde "sevgiyi" bulmaya hazır mısınız Sevgili Okurlar?
Ayla
Tugay da askerler tek tek sayıyorlar: "1...2...3... "
Komutlar arda arda geliyor: "Hazır ol...", "Dikkat...", "Rahat..."
O sırada küçücük bir kız çocuğu, çekik gözleri ile böyle tatlı mı tatlı, sayıma katılıveriyor!
Önce sayısını söylüyor.
Sonra, o tatlı aksanıyla komutları tekrar ediyor; "Hazır ol..." , "Dikkat..", "'ahat...".
Gülmemeye imkan var mı?
Yok!
Askerler gülmeye başlıyor.
Duruma uygun komut geliveriyor; "Gül...!"

Cepheye "Gül!" komutunu getiren küçük bir kız çocuğu...

1950 yılında Kuzey Kore'nin Güney Kore'ye saldırmasından sonra Birleşmiş Milletler yardım çağrısı yapınca Türkiye de bir tugay gönderiyor.  İskenderun'dan Süleyman Astsubay da bu tugayda yer alıyor. Türkiye'den hareket eden Türk Askerlerini uzun bir gemi yolculuğu bekliyor. Gemide karıncalar ortaya çıkıp askerleri ısırmaya başlayınca hemen hayvanlara çok düşkün olan Süleyman'dan yardım istiyorlar.
"Bu karıncaları nasıl yok edebiliriz?" diye soruyorlar.
Süleyman da hemen çözümü buluveriyor; "Şeker!".  
"Nasıl?" dediğinizi duyabiliyorum Sevgili Okurlar... "Şekerle mi? Ama nasıl?"...
Süleyman şöyle açıklıyor: "Eğer onlara beslenebilecekleri bir şeyler verirseniz sizi ısırmaktan vazgeçerler..."
Bir karıncayı bile öldürmeye kıyamayan bir astsubay cepheye doğru yol alıyor...
Türk Tugay'ı Kore'ye vardığında, tam savaş bitiyor derken, Çin'in de savaşa dahil olması ile savaş daha da kızışıyor.
Süleyman ve arkadaşları saldırı olmuş bir alanda ilerlerken birden bir ses duyuyorlar. Ne olduğunu anlamak için Süleyman ileri atılarak gidiyor. Bir de bakıyor ki, küçücük bir kız çocuğu!
Ürkmüş... Korkmuş... Çekik gözleri ile böyle içinize işleyen bir bakışla masum masum Süleyman'a bakıyor.
Süleyman hemen onu sakinleştirmeye çalışıyor. Sonra elini uzatıyor küçük kıza...
Küçük kız kendisine uzatılan o eli tutuyor!
İşte o tutuşla da, cephede her şey değişiyor sevgili okurlar.
Küçük kızı karargaha götürüyorlar.
Askerler küçük kızın çevresinde...  Küçük kız Süleyman'ın kucağında... Sıkı sıkı sarılmış Süleyman'a...
"Adı ne olsun?" diyorlar.
Türkçe bir isim düşünmeye başlıyorlar küçük kıza.
Akıllarına annelerinin isimleri geliyor.
"O olmaz, bu olmaz..." diye seçmeye çalışırlarken, Süleyman küçük kızın yuvarlak yüzü ile gökyüzünde parlayan aya bakıyor ve "Ayla!" diyor.
"Tamam! " diyorlar... Adı "Ayla" olsun!
Cephedeki küçük kızın adı Ayla oluyor.

Gözlerinizin dolmamasına imkan var mı?

Film sırasında gözleriniz dolacak mı?
Dolmamasına imkan var mı Sevgili Okurlar?
O küçük kızın Süleyman ve diğer askerlerle olan dostluğunu gördükçe?
Süleyman O'nun saçını yıkarken, tararken, yatağını hazırlarken...
Süleyman nereyse gitse, küçük Ayla bir yolunu bulup orada oluverirken...
Ayla'mızın saçında bit çıkıp saçını kestirmesi gerekince diğer askerlerin de Ayla'ya moral olması için Ayla ile saçlarını kestirirken...
Hele o Ayla'cık Türkçe konuşmaya da başlamıyor mu bir süre sonra... Beyaz sahneye girip Ayla'yı böyle sımsıkı kucaklayanız geliyor!
O dönemde bir de okul açılıyor savaşda mağdur durumda kalmış çocuklar için... "Ankara Okulu"!


Ayla ile Süleyman

Ayla ile Süleyman hep beraberler. Cephede ne oluyorsa hep birlikte yaşıyorlar. Ayla, cephenin içini aydınlatan, gülen yüzü oluyor. Kayıplar karşısında Süleyman'ın elini sımsıkı tutup, "Ben seni hiç bırakmayacağım..." diyen oluyor.
Türkçe'yi söktükçe de Süleyman'a nasıl hitap edeceğini buluyor; "Baba..."

Orada olmalısınız!

Savaşın tarihe yazdığı karanlık sayfalar arasındaki o aydınlık anları beyaz perdeye aktararak nesilden nesile taşımanın marifeti gerçekten çok büyük. Hayatın cephede buluşturduğu Ayla ile Süleyman'ın öyküsünü dünyaya taşımanın...
Orada olmalısınız sevgili okurlar!
DAVETLİSİNİZ...