Güzel Türkçemizin güzelliklerinden biri de atasözlerinin ve özdeyişlerinin bolluğudur. Dünya uygarlıklarının doğuş noktasının Anadolumuz oluşundan mıdır nedir bilinmez belki de her konuda ona uygun bir deyiş bulabilmekteyiz. Hoş; doğruyu söylemek gerekirse bu atasözlerinin bazıları sevimsiz ve kötüye kullanılabilir niteliktedir. Hadi, aklımıza gelenlerden bazılarını sıralayalım. "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar", "Devlet malı deniz yemeyen domuz", "Bal tutan parmağını yalar", "Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı diyeceksin", "Erkeliğin onda dokuzu kaçmak" ve bunlara benzer niceleri. Gözünüzün önüne getirin; küçüklerimizden biri gelse de sorsa: "Burada ne demek isteniyor?" diyerek. Nasıl yanıt verebiliriz? Haydi kaçamak bir yanıt verdik, doğrusunu ne ölçüde yansıtmış oluruz? 
Gene de her şeye karşın bizler toplum olarak atasözlerimizden yararlanmayı onlardan örnekler vermeyi becerebilmeliyiz. Ha, üst bölümdekiler ya da benzerleri mi? Onları da kötü örneklemeler için kullanabiliriz.
Ben galiba sözlerimi uzatmış oldum. Asıl söylemek istediklerim başka başka konular. Şöyle ki; toplumsal sorunlara yaklaşımımız çoğunlukla yakınma türünde olmaktadır. Mahallemizde miyiz? Sineklerden yakınırız. Yollarda sürücü konumunda mıyız? Trafik başlıca sorunumuzdur, kendimizce çözümler üretmeye bayılırız. Yönetim ve politik konulardaki önerilerimizin belki sınırı bile yoktur. Velhasıl diyeceğim o ki yakınma ve kendimizce çözümler bitmez de bitmez.
İşte o zaman; aklıma o güzel atasözümüz gelir. "İğneyi kendine çuvaldızı ele batıracaksın". Haydi bir iki örnek verelim. Benim sevgili komşum sineklerden yakınır ama çöplerini döktükten sonra konteynerin kapağının kapalı olmasına özen göstermez. Karşıyaka'daki mahallemizin yerleşiklerinin çoğu gezdikleri köpeklerinin dışkılarının ortada bırakılmasında sakınca görmez.  Sürücülerimiz yollarda trafik düzensizliğinden yakınma örnekleri döktürürler ama kendilerinin; araçlarıyla yolun sol şeridini kapatmayı sürdürmelerini önemsemezler. Ülkenin yönetiminden yakınanların en tanınmış çözüm yolları ise "Yok abi, bunun düzeleceği yok, artık oy moy kullanmayacağım" diyerek rahatlamalarıdır.
Bakınız, kent yaşamı; toplu yaşamanın tüm örneklerini içinde barındırmaktadır. Yaptığımız tüm eylemler sonuçta gene bizi etkileyecek bir türde bize dönmektedir. Çöplerimizi bir ayırım yapmaksızın organik çöpler, plastikler, camlar ve kağıtlar hepsi bir arada konteynerlere atarsak; kent yönetimlerimizin bu konuda hazırladıkları seçmeli ortamlarına ayak uyduramazsak sonuçta olacaklardan yakınma hakkımız olabilir mi? Bu tür davranışlar "Benden sonrası tufan" anlayışının tipik örnekleri değil midir?
Bence; özellikle kent yerleşiklerin iğneyi önce kendilerine batırıp acısını tatmaları sonrasında çuvaldız için iyice düşünmeleri doğru olacaktır.
Esenlikle kalınız...   

YAZIMA EK NOT: Sn. Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç'ın Melih Gökçek'le ilgili olarak sekiz haziranda yapacağı açıklamaları bekliyorum.