Kapının önünde genç bir ıhlamur ağacı var. Dün eğilip yakından baktım yüzüne, parmak uçlarından sararmaya başlayan yapraklarına dokundum. Hayata açılan bir kapı gibi duruyordu orada. Bizden ayrı, bizi kuşatarak.

'Hayata açılan bir kapı gibi' diyorum çünkü hayatı da yaşamayı da unuttuk. Beton ve asfalt bloklarının arasında unuttuk kendimizi.
Dağlara, kırlara, köylere, yaylalara gitme vakti şimdi. Bir ıhlamur yaprağına yakından bakmanın tam vakti. Dün çiçek veren yaprağın bugün nasıl toprağın rengine büründüğünü görme vakti. Sonbahar diyoruz. Son bahar? Bir ıhlamur yaprağının kısa hikeyasine benziyor hikayeyemiz. Geldik gidiyoruz. Biliyorum, biliyoruz, bilin!

"Ben gittikten sonra da,
Gürül gürül akacak sular.
Renk değiştirecek  
Göğe yükselen dağlar

Her mevsim yeniden
Güzelleşecek dünya.
Sarı yeşile dönecek mesela,
Yeşil yeniden sarıya.

Ömrümüz ki döngü-süz.
Bir yere kadar benziyor,
Buharlaşıp
Bulutlara arışan sulara.

Ey hayat!
Aşikâr ki sendedir
bu adaletsizliğin mayası.
Nasıl bizimse,
Kaybetmek için tutuştuğumuz
Bu anlamsız kavgalar,
Bu bitmeyen yaşamak ihtirası"

'Nereye kadar kendinden kaçabilirsin? Ya bir daha geri dönemezsen...' diyor Cahit Zarifoğlu.
Bir de şunu söylüyor o zarif kalbiyle hayat için; "Bir ölüm vefalı, bir de sonbahar" Ihlamur yapraklarını seviniz efendim.