Yaşam yolunuzun sizi nerelere götürdüğünü ve eğer A ya da B kararınız farklı olsaydı nasıl bambaşka bir yaşam yolu izleyecektiniz, hiç düşündünüz mü?
Yaşadığınız hayat belki de sonsuz bir seçenek yelpazesinden ve olasılıklardan sadece biri... Ve her seçenek farklı senaryolu bir yaşamdır.
Tanımlayabileceğimiz üç tür 'etkileyici' var: Kişiler, dışımızdaki olaylar ve kendi aklımız... İlk ikisinin üçüncüsünü etkileyebileceğine dikkat çekerseniz tabii ki haklısınız. Ancak ben yine de üçüncüsünü yani aklı ya da bilinci ayrı bir kategoriye koymakta da haklı olduğumu düşünüyorum. Çünkü aklınızın, bilincinizin biçimi, niteliği de dünyayı nasıl gördüğünüzü ve nasıl karar verdiğinizi derinden etkiliyor.  
Örneğin benim üniversitedeki eğitim tercihlerim 'fizik' ve 'felsefe'de, büyük olasılıkla, lisedeki fizik öğretmenim ile bilgi ilişkimin ve onun tavsiyesi ile okuduğum Roger Penrose'un 'The Emperor's New Mind'(İmparatorun Yeni Aklı) adlı kitabının etkileri olduğuna inanıyorum. Bir trafik kazası geçirerek bir yıl okulda bulunmayan müzik öğretmenim eğer o kazayı bir yıl daha önce geçirmiş olsaydı, onun yerine gelen, ilham verici, genç, geçici öğretmen beni daha önce etkileyecek ve belki de beni müzik ya da müzik teknolojisi okuma yolunda yönlendirecekti.
Şimdi 87 yaşında olan Sir Roger Penrose, kaybettiğimiz değerli bilim insanı Stephen Hawking ile birlikte kara delikler konusunda öncü çalışmaları ile ünlü. İnsan bilincinin algoritmik olarak modellenemeyeceğini yani yapay zekânın aslında hiçbir zaman 'zeki' olamayacağını savunduğu bu fantastik ve muhteşem kitabının büyük bölümünde Newton Fiziği, Kuantum Mekaniği ve Einstein'in Özel ve Genel İzafiyet (Görelilik) Teorisi gibi birbirleri ile ilişkili birçok konuyu da inceliyordu.   
Beni derinden etkileyen bu kitabı ya da sizi derinden etkileyecek herhangi bir kitabı okumak kişiyi harekete geçiren itici güç olabilir. 'Eğer, yakında kaybettiğimiz Nörolog Oliver Sacks'in 'The Man Who Mistook his Wife for a Hat'ı (Karısını Şapka Sanan Adam) adlı kitabını daha erken keşfetseydim, nörobilimci mi olurdum?' sorusunu kendime sık sık sorarım.


Emin olarak, 'Profesör Sacks hayatta olsaydı mutlaka incelemek isterdi' diyebileceğim Jason Padgett'in öyküsünü yakın süre önce okudum.
Padgett, eğlenmekten, kadınların peşlerinde koşmaktan hoşlanan, para hırslı bir mobilya satıcısı, tipik bir Amerikalı. Okul yıllarındaki durumu umutsuzdu. Hem yetenekleri sınırlı, hem de okula ilgisi pek azdı.


Kendi sözleri ile 'Matematik aptalca! Bunu gerçek dünyada nasıl kullanırsın ki?' diyordu...
Bir akşam gittiği karaoke barının dışında iki adamın saldırısına uğradı ve soyuldu. Hastaneden taburcu edildikten sonra önemli bir beyin travması geçirdiği ortaya çıktı. Travma, OCD (Obsessive Compulsive Disorder- Obsesif-Kompulsif Bozukluk) belirtileri tetiklemişti.
Birden dünyayı geometrik şekiller halinde görmeye başlamıştı... Bir buluta baktığında eğrilerden oluşan bir şekil yerine, bilgisayar ya da telefon ekranının eğrileri yansıttığı gibi teğet çizgiler görmekte idi. Pikselleşme yani sayısal hücreleşme sonsuzlaşıyordu ve Padgett bu gördüklerini fraktal (kırılmalı) geometrik biçimler olarak kâğıt üzerine eliyle çizmeye başlamıştı. (Fraktal, bir kar tanesinde olduğu gibi, optik olarak yakınlaştıkça daha çok geometrik detayın ortaya çıktığı, sürekli tekrarlanan geometrik bir kırılma zinciridir.)
Beyni kalıcı olarak değişime uğramıştı ve artık birden matematik ve fiziğe ilgisi başlamış hatta bunlar saplantı haline gelmişti.
Yeni ilgi ve saplantısını tanımlamak için gerekli bilim dilini öğrenmek için önce internet üzerinden temel bilgiler edindi, daha sonra da bir ön lisans fakültesine kaydoldu. Padgett'in beynini ve belirtilerini inceleyen araştırmacılar, artık onun, daha ziyade 'renkleri duymak' ya da 'renklerle harf ve sayıları ilişkilendirmek' olarak tanımlanan bir tür 'Sinestezi' yetenek ve niteliğine sahip olduğuna karar verdiler.
Padgett'in yaşamı şimdi tümüyle faklı bir yörüngede... Evli, bir çocuğu var, sıra dışı deneyimlerini anlatan bir kitap yazdı ve de bir ünlü! Bugünlerdeki çaba ve çalışmasını gençleri bilim adamı olmaları konusunda yüreklendirmek olarak tanımlıyor.
Size, matematik dehası olabilmek için gidip de bir arkadaşınızdan kafanıza bir yumruk patlatmasını istemenizi önermiyorum tabii... Fakat düşünüyorum da, acaba insanların kabul edilmeyen davranışlarına karşı çıkmak ve onları değiştirmek için uygulanan Cognitive Behavioural Therapy (Bilişsel Davranış Terapisi) yerine, odak noktasına daha çok hastanın yüreklendirilip esinlendirilmesini koyan, yönlendirilmiş araştırma, okuma, fiziksel ve sosyal aktiviteler uygulansa daha doğru olmaz mıydı?
Sonuçta, istek ve ilgi, size ne yapmanız gerektiğinin söylenmesinden çok daha güçlü etkileyiciler...
Bu konuyu bir de Instagram'daki 'etkileyici'lere sorun bakalım...