Ola ki Sir Rowland Macdonald Stephenson mezarından kalkıp konuşsa bizlere neler söylerdi bilir misiniz? Elbette söyleyeceklerini kendimce tercüme ettim. Bunlar, benim kendime göre aklıma getirdiklerim; "Baylar, bu Türkler her şeyleri becerseler de tarihsel olayları değerlendiremiyorlar, biraz da kadirşinaslıktan uzak kalıyorlar." Ne dersiniz, tanımlama doğru değil mi? Tıpkı yüce Atatürk'ün bize emanet ettiği Cumhuriyet'in değerini bilemediğimiz gibi.
İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu ile ekonomik açıdan ilgilenmesi 1500'lü yıllara kadar inmekle birlikte asıl gelişmeler XIX. yüzyıl başlarında görülmektedir. En somut örnek olarak Yönetim Kurulu Başkanlığını Sir R.M. Stephenson'un yaptığı 1857 yılının Mayıs ayında kurulan "The Ottoman Railway from Smyrna to Aidin of His Imperial Majesty the Sultan" adlı şirketi sayabiliriz. İsminden de bir ölçüde anlaşılacağı üzere şirket Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk demiryolu yapımına adım atmaktadır. Punta İstasyonu (Alsancak Garı)'nda yapılan 30 Ekim 1858 tarihli temel atma töreninin ardından çalışmalar sürdü gitti. Sonunda, demiryolu 15 Eylül 1862'de Ayasuluğ'a (Selçuk) ulaştı. Bu Selçuk, isim ve mekan olarak bizim için bayağı önemlidir.
***
Şimdilerde, İZBAN tarafından yapılan çalışmalar tamamlandı ve 08 Eylül 2017 tarihi itibarıyla seferler Selçuk'a kadar uzatıldı. Hatırlatmakta yarar görüyorum: İZBAN, TCDD ile İzmir Büyükşehir Belediyesi arasında karşılıklı olarak % 50'şer payla kurulmuş bir şirkettir. Evet, paylar yarı yarıyadır ama açılış için Alsancak Garı'ndaki duvara hatırladığım kadarıyla yalnızca Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım ile sanırım Ulaştırma Bakanımızın resimlerinin yer aldığı duyuru afişi asılmıştı. % 50 paya sahip İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Aziz Kocaoğlu'nun resminin yer almasına gerek duyulmamıştı.
Ancak iyi düşünülmeli, neden mi? Üst bölümde açıkladığım üzere demiryolu hattı, taa 1862'den beri zaman içinde yenilenmiş olmakla beraber yerinde durmaktaydı. 1930'lu yıllarda Atatürk Cumhuriyetinin demiryolu politikası çerçevesinde devletçe satın alınmıştı. Çalıştırmayın diyen de yoktu, madem bu kadar sahipleniyorlardı, işin içine İzmir Büyükşehir Belediyesi'ni sokmadan TCDD doğrudan çalıştırmaya başlasaydı. Çalıştırmaya başlasaydılar da bir iş nasıl ele yüze bulaştırılır görebilseydik!

Neye dayanarak böyle yazıyorum bilir misiniz? 10 sene kadar öncesine kadar şimdiki TCDD tarafından çalıştırılan İzmir-Aliağa hattında hatırladığım kadarıyla sabah iki akşam iki olmak üzere sefer yapılmaktaydı. Vagonların çoğu da boş gidip gelmekteydi. Bir de günümüzde ortak çalışmayla oluşturulan İZBAN aracılığı ile Aliağa'ya yapılan sefer sayısına bakınız. Bakınız da kerametin hangi kurumda olduğuna karar veriniz.

Aslında daha geçmişteki değişik yazılarımda TCDD ile İzmir Büyükşehir Belediyesi arasındaki bu muhabbetin zararının Belediyeye kalacağını, sevabına da TCDD'nin konacağını çok kez belirtmiştim. İşte örnek: Büyükşehir Belediyesi'nin kontrolündeki "İzmir Metro", seferlerini istediği aralıklarla düzenleyebiliyorken İZBAN aynı şansa, aynı inisiyatife sahip midir? Bir İZBAN istasyonunda 26 dakika beklediğimi ve beklerken belki de % 1 dolulukla geçen Uşak trenini şaşkınlıkla seyrettiğimi hatırlıyorum. Hatta zaman zaman benzer aralıkların uzadığını, sebebinin de bir hizmet treni olduğunu yaşamış  görmüşümdür, şaşırdığımı söylememe gerek var mı?

Bu yazdıklarım işin bir yanı. Ya öteki yanına, açılış töreninde Sayın Aziz Kocaoğlu'na yapılanlara ne demeli? Sormak gerekir o yuhalayanlara: "Sevgili kardeşim, buraya hizmeti getiren İzmir Büyükşehir Belediyesi, demiryolu hattı taa 1862'den bu yana vardı, siz kimi alkışlıyor, kimi yuhalıyorsunuz?" İşte o zaman, Sir Rowland Macdonald Stephenson, dirilip yazımın baş bölümünde yazdığım düşünceleri dile getirebilirdi.
***
Gelelim 9 Eylül kutlamalarında yaşananlara. Aslında her şey planlı ve programlı. Onların amacı kurtuluş törenlerine katılıp İzmirlilerin sevinçlerine ortak olmak filan değil. Onlara kalsa sekiz senedir bitirilemeyen Sabuncubeli Tüneli'nin vebalini bile hemşerilerimize yükleyebilirler. Neyse ki tünelin ışığını (!) görebildiler, az buz iş değil! Keşke, başka ışıkları görebilseydiler.
Şimdi bir soruyla kutlamada yaşananlara değinip yazımı sürdürmeye çalışacağım. Soru, son derece yalın ve kolay. "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" söyleminin diğer bir seçeneği "Ya Allah, Bismillah, Allahuekber" olabilir mi? Ne denli acıdır ki kurtuluş gününün coşkusuyla "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" diyenlere karşılık "Bindirilmiş Kıtalar"- "Programlanmış Kitleler" neredeyse kavga çıkarmak amacına yönelik olarak "Ya Allah, Bismillah, Allahuekber" diye ortalığı birbirine katmaktaydı. O bağıranların bir tekinin bile İzmir'in kurtuluş gününe inandıklarını sanmıyorum.

Onların İzmir'in işgal günlerinde nelerle ilgilenip nelerle öğündüklerini daha önceki bir başka yazımda Prof. Dr. Bilge Umar'ın "İzmir'de Yunanlıların Son Günleri" adlı kitabından yaptığım alıntıyla söz konusu etmiştim. Şimdi yinelemenin tam zamanıdır.

"Karantina'da oturan bilumum gençlerimizin büyük bir dindarlık duygusuna sahip olduklarını tam öğünç ve gururla işitip görüyoruz. Bu gençler gece gündüz kulluk etme ve tapınma ile vakit geçirerek hakikaten Müslüman oğlu Müslüman olduklarını ispat etmektedirler. Bundan dolayı ne derece iftihar etsek ve kendilerini gençlik namına ne kadar takdir etsek azdır. Şimdi dileriz ki tüm memleketimizin gençliğine uyulacak örnek olsunlar. Zira artık her şeyden evvel din ve ibadete dört elle sarılmak zamanıdır".

Bu satırlar; İzmir'de yayınlanan 28 Mayıs 1921 tarihli "Sada-yı Hak" gazetesinin Vilayet Haberleri bölümünden günümüz Türkçesiyle aktarılmıştır. Gazetenin yayın tarihine dikkatinizi çekerim. İzmir, çevresi ve Ege Bölgesi'nin büyük bölümü iki yıldır işgal altındadır. 1. ve 2. İnönü Savaşları yapılmış olmakla beraber ulus yakın gelecekteki Sakarya Savaşı'na hazırlanacaktır. İşte bu ortam içerisinde belirli kesimlerin gurur ölçülerini lütfen değerlendiriniz.  
Esenlikle kalınız...

TÜRKÇE İÇİN NOT
Puantiyeli değil PUANTİYE