Ege İhracatçı Birlikleri'nin Basın Müşaviri Murat Demircan'dan öğrendiğime göre;

'Maden sektöründe verimliliği yükseltmek, iyi yetişmiş nitelikli mühendis ihtiyacına cevap vermek amacıyla Ege Maden İhracatçıları Birliği'nin içinde yer aldığı Maden Sektör Kurulu'nun hayata geçirdiği Burs Projesi meyvelerini vermeye başladı. 146 öğrenci asgari ücrete varan burstan yararlanmaya başladı.'

Özet bilgide dikkatimi çeken, can alıcı nokta şu:

'İyi yetişmiş nitelikli mühendis!'

Yani sadece diploma yeterli değil...

En basitinden 'nitelikli olmak' şartlardan biri...

GEÇERLİ OLAN

'Hakka, hukuka, adil olmaya, dürüstlüğe önem veriyorsan, vicdana sahipsen, yalan sevmiyorsan, baban de olsa eleştirmelisin!' diyen, diyebilen değerli öğretmenlerimizden Nermin Cengiz şu mesajı gönderdi:

'Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Servisine yatırıldım.

Kızım iyi bir göğüs profesörü araştırdı.

...Ve muayeneye geldik.

Şimdi doktor da tam araştırma yapabilmek için yatış yaptı...'

Dikkat ettiniz mi?

Emekli Öğretmen Nermin Cengiz de, 'İyi bir göğüs profesörü!' diyor, ama isim vermiyor, diğerlerini aşağılamamak ve üzmemek için...

Neden sıradan birine gitmiyor, da 'iyiyi' araştırıyor?

Hep yazarım; adam var, adamcık var...

İnsan var, insancık var

Doktor var 'hekim var!' diye...

Arada o kadar çok fark var ki!...

Bize nitelik ve nicelik lazım...

NEDEN?

Sevgi varken; nefret niye?

Barış varken; savaş niye?

Kardeşlik varken; didişmek niye?

Dostluk varken; düşmanlık niye?

Hoşgörü varken; bağnazlık niye?

Özgürlük varken; tutsaklık niye?

Adalet varken; haksızlık niye?...

'Niye?' diye diye bugünlere gelmedi mi?

Şimdi günümüzden bir örnek vererek, bu satırlarımı yazmamın değerini daha iyi algılayabiliriz...

ACILARIN İÇİNDEYİZ

Demokrat İzmir'den, yani en azından yarım asırlık arkadaşım Bayındırlı Macit Ersönmez benimle bir görüntülü 'Sokak röportajını' paylaştı...

Ben tek cümle ile yanıt verdim:

'Çok yazık!'

Şimdi memleketimizden bir kesiti gösteren acı gerçeği sözlü veya görüntülü değil ama yazılı olarak paylaşayım...

Ne hikâye, ne de mizansen...

Acı gerçeğin ta kendisi!

SAKIN GÜLMEYİN

Sokak röportajını yapan genç bayan spiker, sıradan bir gence soruyor:

- Elbistan nerededir?

Yanıt:

- İsrail'in yanında!..

Spikerin 'anlamadım!' şeklinde kulak uzatması üzerine genç tekrarlıyor:

- İsrail'in yanında...

Doğru cevabı veriyor, spiker;

'Kahraman Maraş'ta, Kahraman Maraş'ın ilçesi...'

...

Mikrofon, yoldan geçen sıradan bir başka gencimize yöneltiliyor,

'Elbistan'ın nerede olduğunu söyleyebilir misin?'

Yanıt;

'Hayır bilmiyorum! Arap bölgelerini takip etmiyorum, hiç! Arap ülkelerinin birindedir, yani!... Suriye'nin altındadır...'

Spiker:

'Arap ülkelerinin olduğu yerden emin misiniz?

- Evet orada! Arap ülkelerinde!...' (Kesin, kendinden emin bir ifade ile!)

Bu arada ben de bir bilgimi paylaşayım:

1960'lı yıllarda Elbistan'da maden arayan Alman teknik heyetinin ve mühendislerinin tercümanlığını yapan Mahmut Zeki Yelken'den duymuştum yaptıkları hainlikleri...

Aslında o zamanlar bunları devletin yetkililerine, örneğin kaymakama da anlatmıştı ama ne gibi işlemler yapıldığını o da bilmiyor, ben de öğrenemedim...

KENDİNİZE SORUN

Bir başka sokak söyleşişinde soru şu:

'Kelime-i Şehadet'in anlamı nedir?

Hemen herkes gayet güzel okuyor...

Ama anlamı için söylenenleri 'inançlı' biri olarak belirtmek istemiyorum...

Ben de burada şunu yapabilirim:

'Siz de kendi kendinize açıklayabilir misiniz?

Geçenlerde bir kadınımız bir başka televizyon kanalının sokak röportajında, benzer konuya değiniyor, özetle ve mealen;

'Ben biliyorum... Ama ağızlarından dini düşürmeyen siyasetçiler acaba Kuran- ı Kerim'i bir kez okudular mı, ya da anladılar mı?' diye soruyor, sonra da 'Bunlara dikkat!' diyordu...

İnternette dolaşırken bunları bulursunuz...

Tabii çok dikkat etmek lazım, bizleri yanlış yollara götüren, beyin yıkamak ve algı yaratmak için özellikle birliğimiz bozmak isteyenler de olabilirler..

Zaten istihbarat birimlerimiz herhalde böylelerine aman vermiyorlardır...

ARTIK PATLAMAK ÜZEREYİM

Şimdi daha basite indirgeyelim:

Hadi yukarıdaki soruları bilmeyebilir, ya da unutmuştur vs.vs.

Spiker soruyor:

'Türkiye'nin kaç tane coğrafi bölgesi vardır.'

Gencin yanıtı:

'Dört!'

- Nereleri oralar?

- Mesela Trabzon, Diyarbakır...gibi!'

- İl değil mi?

Gülümseyerek:

- Doğru söylüyorsunuz, il..'

- Ben coğrafi bölgeleri sordum?

- Bilmiyorum, cidden bilmiyorum... Bilsem, direk söylerdim yani...'

Bir başka genç kızımızın yanıtı;

- 30- 40 tane vardır, herhalde? Vallahi bilmiyorum ki, 81 tane il olduğuna göre, 81 tane mi  olur?

Bir başka soru, başkalarına!

Spiker;

'Türkiye'nin dört sınır komşusunu sayar mısın? Bilir misin?'

Bir kızımızın yanıtı:

'Amerika, Almanya, Paris!... Kaç oldu, üç oldu!.. Bir de, hımmm... Fransa!...'

Spiker, 'Bunlar Türkiye'nin sınır komşusu mu?' diye bir düzeltme beklerken, yanıt alıyor:

'Sınır komşu su mu?

Ben böyle düşündüm..'

EL İNSAF

Şimdi de yine bir bilinmeyecek soruya geçelim!

Spiker yine bir başkasına soruyor:

'Bize Japonya'nın başkentini söyleyebilir misiniz?

- Vuhan diye biliyorum!

- Efendim!

- Vuhan miydi?

Bir başka gencimiz aynı soruyu şöyle yanıtlıyor:

- Çin!

- Neden Çin?

Cevabı şöyle veriyor ve gülüyor:

'Çünkü tipleri aynı!

NEDEN OLMASIN?

İki genç kızımıza aynı soru soruluyor:

'Bilmediğimiz yerden çıktı!' derlerken, spiker yardımcı olmaya, 'Baş harfi (T) diyerek hatırlatmaya çalışıyor..

Kıkırdayarak gülen kızlarımızdan şu yanıt çıkıyor:

'Trakya olabilir mi?'

Bunları ancak not alabildim...

Artık gerisini de siz düşünün, ne haldeyiz halimizi de!

Acaba 'Halkın içindeyiz' diyen siyasilerimizin bunlardan haberi var mı?

Yoksa 'düzmece haber' veya 'asparagas!' diye mi düşünüyorlar...

Ara başlığıma 'Neden olmasın?' cümlesini koydum...

Bir ara 'Başka Bornova var mı?' diye araştırdım...

Avrupa'da bir iki tane buldum...

Belki de Trakya'da da vardır, gençlerimizin söyledikleri gibi...

Kendimizi böylece avuturuz...

UNUTULMAZ KAVRAMLAR

Son zamanlarda olduğu gibi, beynimizin bir köşesine, 'demokrasi', 'Laiklik', 'Hürriyet' ve 'Mustafa Kemal Atatürk' gibi yerleştirdiğimiz tümce ve sözcükler gibi vazgeçilmezlerimizin içinde, 'Hak ve adalet' gibi kavramlar ve de en önemlilerinden biri 'liyakat' var...

Ehil ve eğitimli kişiler bunları bilir...

Tabii ki alınlarının teri gibi bazı sıfatları hak edenler olduğu gibi birilerinin sırtından, 'torpilli' diye adlandırdığımız kişiler de bulunuyor...

Kaç kez uyardım, her sıfatın, her başarının mutlaka bazı kriterleri olmalıdır...

İki üç, ya da biraz daha fazla kişi, güçlü olarak düşündükleri ama bunların da bir gün eskiyen kitap sayfaları gibi sararıp yok olacağını düşünmeyen ve düşünemeyen, vizyon sahibi olmayan kişiler, hiç ama hiçbir emeği ve başarısı olmayanları, emir altında birkaç fotoğraf çeken ya da bir olayı yazanları, belki de adlarına isimsiz kahramanlar, editör ya da şef ve müdürünün üzerinde önemli düzeltmeler yaptığı bir kişinin adını 'kolayca' adını bir yerlere veriyor, ya da verdiriyorlar.

'Sen, ben bizim oğlan!' işi gibi...

Haksızlık, bilgisizlik, duyarsızlık, menfaat birlikteliği hemen her yerde karşımıza çıkıyor...

Bir de şakşakçılar...

İŞTE ALIN TERİ

Ama bir de kutsal saydığımız 'alın teri' ile taçlandıracağımız kişiler var.

Örneğin Gazeteci Cemal Bilge gibi...

Emeğinin karşılığını madden değil ama manen almanın hazzını duyuyor bu günlerde...

Beş yıldır doğup büyüdüğü İstanbul'u terk ederek, herkesin gönlündeki bir kente İzmir'e yerleşmişti...

Çeşme ve Alaçatı haberlerini;

Yine kendisi, 'usta' Cemal Bilge ve 'usta' Yusuf Çınar, İsa Atagöz ve diğer gerçek emekçi haberciler gibi kendisinden, bu cesur ve korkusuz kalemden öğreniyordum..

Cemal Bilge de yazamayanları yazanlardandı...

O da çok haksızlığa uğrayanlardandı...

Hak etmediği davranışlarla karşılaştı..

Ama özelliği onun bunlara direnmesini ve tabiriyle küllerinden yeniden doğmasını sağladı...

Bunları neden mi yazdım?

Söyleyeyim:

Birkaç gün önce şu haberi aldım:

'Bilge'den ödül dünyasına hızlı dönüş!'

Çok mutlu oldum...

170 çevreci Sivil Toplum Kuruluşunun bağlı olduğu İstanbul Çevre Konseyi titiz bir çalışma sonucu 'mutluluk verici' haberini, yani ödüllendireceği isimleri ve kuruluşları açıkladı..

İlk sırada tahmin ettiğim ve edeceğiniz gibi 'Bilge Haber' ile Cemal Bilge vardı.

'Özel' dediğimiz özel haber ve tam sayfa röportajlarıyla yarım asırlık 'Bizim Anadolu' Gazetesinin de aranılanları arasında yer alan Cemal Bilge, gerek yaşamı gerekse görselleri, gerekse kendine has görüş, bilgi ve yazılarıyla özellikle genç meslektaşları tarafından da örnek alınacak bir kişiliğe de sahip...

Yani sırtını hiç ona buna dayamadan bu günlere gelmiş, 'Hak edenlerin hak edeni' olmuştur.

Benim görüşüm:

Beş yıl aradan sonra İstanbul ve Türkiye kendisine 'Hoş geldin!' diyor...

Ödüller sırada onu bekliyor...

Ben de İzmir'den kendisini kutluyorum...

'Sen bize değil Türkiye'ye ve gerçek okuyuculara çok lazımsın!' diyorum...

Nasıl yaş günlerinde, 'İyi ki doğdun!' diye tempo tutarız...

Ben de 'İyi ki yeniden doğdun, mücadeleden yılmayan bıkmayan cesur kalem, yiğit insan Cemal Bilge' diyorum...

Mühim olan insanlar yaşarken anılmalı ve ödüllendirilmeli...

Aynen İzmir'de bunu uygulayan dostlarımız Dr. Şaban Acarbay, büyük yöneticilerden Bahri Vereskala, Sancar Maruflu, Beşiktaş'ın Milli Kalecisi Tireli Mustafa Güngören gibi..,

KENDİNE YONTANLAR!

Sık yazıyorum...

Ama yine de hatırlatayım:

Aklım almıyor!

Sağıma soluma bakıyorum ve kendime 'İnsanlar bu kadar sahtekâr mı olur?' diyorum...

Hadi onların işi bu!

Geçimlerini bu şekilde sağlıyorlar...

Bunları bilen biliyor da, kendilerinden yararlandıkları kişiler, bunların farkında değiller mi?

'Yüzsüz!' de diyebilirsiniz bunlara, 'hayâsız' da...

'Merhaba' diyenin yanına çörekleniyorlar...

Bilmeyen de, 'Amma seviliyormuş!' diye düşünüyor...

Hatta yaşantısına gıpta ediyor bu tiplerin..

Düştükleri yerden bir avuç toprakla kalkan ve bunu kâr sayan, yalaka tipler bunlar...

Mutlaka ve mutlaka sizin de çevrenizde bunlardan vardır...

Mutlaka bir faul yaparlar ve foyaları ortaya çıkar...

Siz de 'tiksiniyorum, bu tiplerden!' dersiniz...

Ama o yoluna, başarılı bir şekilde (!) başka limanlarda, başka denizlerde, başka sularda devam eder...

Kapıdan kovulsa, pencereden girer...

Siz ayrılırsınız, o ayrık otu gibi, girdiği yerden kopmaz...

Giden ağam, gelen paşamdır bu tipler için...

10 yerden kovulmuştur, ama hiç söz etmez...

Meslekle, dostlukla, arkadaşlıkla ilgisi yoktur...

Ama mutlaka birilerinin kuyruğuna yapışırlar...

'Yardım ediyor!' gibi görünüp sizi kullanırlar...

'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!' dersiniz ama bir bakarsınız sizi akrep gibi sokar...

Sonradan acısını duyar, hissedersiniz...

'Yıllarca aldatıldık!' diyenlere katılırsınız...