Dünya kadınlar günü birleşmiş milletler tarafından tanımlanmış şekliyle her yıl sekiz martta kutlanan uluslararası bir gündür. Okuduğum bir makalede şöyle bir yorum vardı. Aslında 8 Mart kutlama mı, yoksa protesto mu? Şartlara göre değişir. Ben son on yılda kadına ve çocuğa karşı sürekli artan durdurulamayan kadın cinayetleri, tacizler, nedeniyle seçimimi protesto olarak kullanıyor, kutlama yazmıyorum. Yazamıyorum. Daha önce detaylı bilgilendirdiğim İstanbul Sözleşmesi kadınların en büyük güvencesi ve şansı. Sözleşme hükümleri cinsiyet eşitliğindeki kadınlar, erkekler, çocuklar ve yaşlılar, aile içi tüm mağdurlar içindir. Son zamanlarda İstanbul Sözleşmesi üzerine yapılan olumsuz eleştirileri inceleyip açıklık getiren bilgileri paylaşmak istedim bu yazımda.

*

Teyit.org, medyada çıkan bir söylemin doğru olup olmadığını araştıran ve yayınlayan bir kuruluş. Aşağıda alıntı yaptığım sitelerindeki incelemede şöyle diyor “Sözleşme belirli periyotlarla sözleşme karşıtlarının ortaya attığı, komplo teorisine varan iddialarla gündeme geliyor. Sözleşmenin kadına şiddetin artmasına neden olduğu, aile yapısını bozduğu, dış güçler eliyle Türkiye’ye dayatıldığı bu iddialardan yalnızca birkaçı”. Sitede iddialar ele alınıp incelenmiş. Sözleşmeyi hiç okumayan insanlar da bu safsatalara inanıyor.

Sözleşme geleneksel aile yapısını bozuyor mu? Sözleşmede ‘aile’nin bir tanımı yapılmadığı gibi, belli bir aile formu veya ortamını teşvik eden bir düzenleme de bulunmuyor. Sözleşme, kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti önleme konusundaki girişimleri olabildiğince kapsayıcı tutmak, önlemlerden ve koruma mekanizmalarından, evli olsun ya da olmasın, şiddet gören her kadının yararlanabilmesi için, ev içinde veya kamusal alanda, kadına yönelik fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik her türlü şiddeti kapsıyor.

Sözleşme eşcinselliği özendiriyor, LGBTİ+ evlilikleri teşvik ediyor mu? Bu iddialar sözleşmenin dördüncü maddesinde geçen “cinsel yönelim” ifadesinden kaynaklanıyor. Bu madde ile taraf devletlere sözleşmedeki hükümleri eşitlik ilkesini gözeterek ve hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın uygulama görevi veriliyor; doğal olarak buna ev içi şiddet mağduru kişinin haklarının cinsel yönelim farkı gözetmeksizin korunması da dahil. Ancak sözleşmede “eşcinselliği özendiren” herhangi bir ibare bulunmuyor. Yanı sıra, sözleşme taraf devletlere eşcinsel evliliklerin desteklenmesi gibi bir yükümlülük de getirmiyor.

*

Sözleşme imzalandığından bu yana evlilik sayıları azaldı, boşanmalar arttı mı? TÜİK’in, sözleşmenin yürürlüğe konduğu 2014 yılını ve sonrasını da kapsayan, 2001-2019 dönemi için açıkladığı evlenme ve boşanma sayılarına ve oranlarına baktığımızda, sözleşmeden bağımsız, belirli bir örüntü olduğu görülüyor. Oranlarının değişiminde rol oynayan sosyal, ekonomik ve politik birçok neden var. Evlilik yaşının ilerlemesi, aile başına çocuk sayısının düşmesi, boşanma oranlarının artması gibi değişikliklere, belli bir sözleşme değil, ülkedeki toplumsal, ekonomik ve sosyal değişim neden oluyor.

Sözleşme imzalandığından bu yana kadın cinayetleri arttığından, sözleşme kadınları korumakta yetersiz denebilir mi?

Salt verilere bakıldığında 2011 yılından bu yana kayıtlara geçen kadın cinayeti sayılarının arttığı söylenebilir. Ancak bu veriyi yanlı okumak, yanıltıcı sonuçlara varmaya neden oluyor. Türkiye’de kadın hakları mücadelesinin ve İstanbul Sözleşmesi gibi bağlayıcı metinlerin de varlığıyla, ev içi şiddetin daha görünür olduğu, konu etrafında güçlü bir kamuoyu oluştuğu vaki. Cinayet vakalarındaki artışın ardındaki politik ve sosyolojik nedenleri de dikkate almadan, bir sözleşmenin imzalanması ile sayılardaki artış arasında nedensellik kurmak, gerçekçi bir çıkarım olmaktan uzak. Sözleşmenin ve korumayı hedeflediği değerlerin içselleştirilemediği, öngörülen mekanizmaların hayata geçirilemediği, taraf devletlere yüklenen pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği bir senaryoda, kadına yönelik artan şiddetin sorumlusu olarak sözleşmeyi göstermek doğru bir yaklaşım olmaz.  

 Sözleşme her durumda kadının beyanını esas alarak, erkekleri mağdur mu ediyor? Sözleşme gereği yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna göre, kadının beyanı hüküm tesis etmek için değil, tedbir uygulamak için esas alınıyor. Yargılama esnasında masumiyet karinesi geçerliliğini sürdürüyor. “Kadının beyanı esastır” demek, şiddet tehdidi altında olduğunu beyan eden kadının, ilave delil aramaksızın koruma mekanizmalarına dahil edilmesi anlamına geliyor. Yani kadının beyanı hükme değil, korunma tedbiri alınmasına ve soruşturmanın başlatılmasına esas.

Sözleşme erkekleri evden uzaklaştırıp ailelerin dağılmasına mı neden oluyor? Sözleşme taraf devletlere kadınların, başta yaşama hakkı olmak üzere, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olması gereken temel hak ve özgürlüklerini koruma yükümlülüğü getiriyor. Bu hakların ihlal edilmesinin suç olduğunu ve bu suçun, aile kurumuna atfedilen önemle, toplumsal değerlerle veya namus söylemleriyle mazur görülmemesi gerektiğini, şiddetin her şeklinin her durumda engellenmesi gerektiğini hatırlatıyor. Erkekler değil, şiddet uygulayan erkekler, ev içindeki diğer bireylerin güvenlikleri göz ardı edilemeyeceği için, gerekli görülmesi durumunda evden uzaklaştırılıyor.

*

Bu değerlendirmelerle baktığımız zaman sözleşmenin taraflı ve yanlı yönlendirmelerle, ortadan kaldırılmaya, kadın üzerindeki güvencelerin ortadan kaldırılıp bir orta çağ zihniyetini egemen kılmaya çalışıldığını görebiliyoruz.