Bizler, biz İzmirliler kentimizi çok severiz ama bir gerçek var ki o da gizli de olsa İstanbul hayranlığımızdır. Hele benim gibi eğitimini orada almış, bir süre de orada yaşamış olanlar için İstanbul bir ölçüde vazgeçilmez ikon konumundadır.
Tüm ülkemiz insanları için de öyle olmalı ki Yüce Atatürk'ümüz bile sekiz-dokuz senelik küslüğe benzer bir ayrılıktan sonra orasını yaşamında ayrılınmaz bir konuma dönüştürmüştür. Acıdır; ölümü de orada olmuştur.

Elbette daha sonraları da İstanbul; tüm iktidarlar, tüm yönetimler için ilgi noktası olma durumunu sürdüre gelmiştir.
Şiirler, şarkılar, hikayeler ve filmlerde de baş konu hep İstanbul olmuştur. Şair Nedim'in "Bu şehr-i stanbul ki bi mislü bahadır" diyerek başladığı kasideyi izleyen niceleri vardır. Yahya Kemal'den mi konuşsam, Orhan Veli'ye mi geçsem, Sait Faik unutulur mu, Alaattin Yavaşça'nın "Boğaziçi şen gönüller yatağı" şarkısını nasıl atlaya biliriz? İstanbul üzerine yapılan, olayları İstanbul'da geçen akla gelen ya da gelmeyen nice filmler vardır, bilirsiniz.

Velhasıl; önce Kadıköy'ü yerleşim bölgesi olarak seçip tarihi yarımadayı göremeyenler için nasıl "Körler Ülkesi" tanımı yapıldıysa ben de İstanbul'umuzu hoyratça kullananlar için aynı tanımı yapacağım. O güzelim beldeyi, güzelliği doğallıktan oluşan o güzelim beldeyi beton yığını haline dönüştürenler için ancak o tanım yapılabilir: "Körler Ülkesi"
İşte; o kör insanların o vandal ruhlu insanların bir yerleşim bölgesine yapabilecekleri tüm kötülükleri yaşamaktadır İstanbul.
Bu ülkede toplam ülke nüfusunun bir ölçüde % 25'ini İstanbul'a yerleştirme çabası devletimizi yönetenler tarafından yapılmadı mı, yapılmıyor mu? Bir üçüncü köprünün İstanbul ve çevresine getirdiği zarar doğru dürüst hesaplanamazken dünyanın en büyük havaalanının hemen onun yanında oluşturulmasının bu kente getireceği yük için ciddi bir araştırma yapılabildi mi? Bitmedi bu ikisi yetmez bir de "Kanal İstanbul"umuz var.

***

Geçtiğimiz hafta İstanbul'da yapılan Mimar Sinan'ı anma toplantısında değerli Başbakanımız Sn. Davutoğlu "Başta Çevre ve Şehircilik Bakanımız olmak üzere bütün bakanlara açık ve net talimatımız: bundan sonra İstanbul'a hançer gibi saplanan hiçbir eser yapılmayacak". Davutoğlu düşüncelerinde ve söylemlerinde haklı olmakla beraber ben derim ki "Olmaz, baş edemezsiniz Sn. Davutoğlu". Sizler üçüncü köprüyü ya da benzerlerini oraya yaparsanız halk tarafından İstanbul'da da 55 katlı binalar yapılır. Belki de daha fazla katlı olanları.
Sizler İstanbul'u rant kenti yaparsanız halk da bu ranttan yararlanmak için ne yapsın? İstanbul'da arsa mı kaldı? Elbette 20 kat isteyecek, olmadı 40 kat, olmadı, olmadı, olmadı katın sonu yok. Hiç şaşırmam bizlerden biri çıkarak Dubai'deki "Burc Halife"ye  özenip daha yükseğini de yapmaya yeltenenler olabilir.   
Hem güzelim Çamlıca Tepesi'ni doğallaştırmak yerine devlet eliyle dünyanın en büyük camisinin yapımına tahsis etme başarısı (!) sizlerin çabasıyla gerçekleşmedi mi? Buna bizim dilimizde "Ele verir telkini/talkını kendi yutar salkımı" demezler mi?

***

2014 yılının Ağustos ayında gazetemizde bir yazım vardı. Başlık mı? Bade harabül Basra (*) idi. O yazımda devletimizin önemseyerek kamu spotu olarak yayınlanmasını istediği bir noktadan bahsediyordum. O kamu spotunda tarım arazilerine yerleşim izni verilmeyeceği anımsatılarak yerleşimlerin yamaçlara yapılması istenmekteydi. Nedense bu kuralı en çok es geçen, en çok umursamayan kurumların başında devlete ait olanlar ya da devlete yakın olanlar gelmektedir. Lütfen; şimdi bana onlar hangileridir diye sorup, saydırmayınız.
Onun için Sn. Davutoğlu boş yere nefesini tüketme İstanbul'da rant oldukça silueti kim dinler, bilmem ki Mimar Sinan'ın eserinin estetiğine kim değer verecektir?
Esenlikle kalınız...
(*) Basra harap olduktan sonra, yani her şey olup bittikten sonra.
TÜRKÇE İÇİN ÖZEL NOT:
KLAVUZ değil KILAVUZ (TDK Türkçe Sözlük Sh. 1406)