Gazetemizde yazmaya başladığımdan bu yana Konak Meydanı'nın ve o güzel Saat Kule'mizin zamanın yıpratıcılığının ötesinde insanlarımızın hoyrat kullanımlarından kaynaklanan acıklı durumundan söz etmişimdir. Bu yazılarımızda Konak Meydanı'nın İzmir için prestij meydanı olarak algılanmasının doğru olacağını da belirtmişizdir. Öylesine ki, bir yazımızda saat kulesinin çeşmelerinin çalınabildiğini, çeşme yalaklarının amaç dışı kullanılabildiğini dahi yazdığımı hatırlamaktayım. Neden mi? Ben küçük abdest bozulduğunu gördüm, belki de büyüğünü yapmayı da düşünen olur demiştim.
Ancak ne hikmettir bilinmez gerek temizlik gerekse düzen açısından yeni önlemler alındığını ne yazık ki göremedik. Oysa; İzmir'imizin simgesi olarak her alanda kullanılan Saat Kulemizin gözümüz gibi korunması gerekmez miydi?

***

Üst bölümü neden yazdım bilecek misiniz? Döndük geldik 15 Temmuz akşamına. Fazlasını yazmama gerek yok. Sn. Cumhurbaşkanımız halkımızı sokaklara çıkmaya davet etti ya. Sen misin sokağa çıkmayı öneren? Benim izlediğim kadarıyla meydan şimdiye dek gördüğü en büyük kalabalığı konuk etti o akşam. Buyursunlar gelsinler, başlarımızın üstünde yerleri var. Bir diyeceğimiz olamaz, üstelik demokrasimiz kurtulmuş(!) olacak o kadar.
İşin heyecanı bir ölçüde geçip cumartesi sabahı gelince Konak Meydanı'mızın ve Saat Kulesi'nin geçmişten bu yana yaşadığı  en büyük yıkımın izlerini görür olduk. Başka bir ülkede olduğunu söyleseler kimseleri inandıramazsınız. Sözgelimi Londra'daki Big Ben saatinin vidası çalındı deseniz hangi İngilizi söylediğinize ortak edebilirsiniz?
Ama; unutmayın burası Türkiye. İzmir'imizin  güzel insanları kutlama heyecanı içinde bizim kocaman saat kulemizin saatlerinden bir tanesini gece içinde yok ediverdiler. Yalnızca saat mi? Çeşmeler de meraklıları tarafından bilmiyorum belki de anı(!) olarak yürütüldü.
O güzelim anıttaki yapılan fiziki yıkımdan hiç bahsetmiyorum. Duyduğuma göre mermerlerinin bir bölümü kırılmış. Zaman ilerledikçe belki de başka yıkım örneklerini belirleyeceğiz.
Elbette o kadar kalabalığın geride bıraktıklarının ne denli korkunç olduğunu görmek için ertesi sabah orada ufacık gezinti yapmak gerekirdi. Bastığınız her noktada pet şişe, poşet, plastik tabak, kağıt mendil, çocuk bezi ve benzerlerine rastlayabilirdiniz. Bu sorumsuzluk cumartesi gün boyu sürdü gitti, pazartesi sabahı da meydan aynı dağınıklık ve çöp fuarı konumundaydı.
O sabah 07.00 civarı oradan geçerken içimden "Dünyanın bütün çöpçüleri, gelin, toplanın ve burada İzmir'in prestij meydanında kurtarılmasına yardım ediniz" diye bağırmak geçti. Üzgünüm, neden mi? Sabahın o saatinde profesyonel yöntemle bir resim çekip o rezilliği belgeleyemediğim için.
Sonunda yola geldim ve düşündüm. Eskilerin bir sözü aklıma geldi, onu da yazayım. "Çelebi; bizde böyle olur demokrasi kutlaması".

***

Asker'in siyasete karışır olması ülkemiz için pek de öyle yabancılık çekilen bir kavram değildir. Özellikle Osmanlı'nın son yıllarında İttihat ve Terakki Partisi ile oluşan uzun soluklu flört ülkede ciddi sorunlara neden olmuştur. Öylesine ki; İttihat ve Terakki'nin etkileri Cumhuriyetin ilk yıllarında dahi kendini belli etmiştir. 1925 yılında Atatürk'e yapılması planlanan İzmir Suikastının arka planında bu adı geçen partinin yetkili kurullarında görev almış kişilere rastlanmaktadır. Cavit Bey ve Dr. Nazım gibi isimler aklıma ilk gelenlerdir.
Daha sonra ülkemizin siyasi tarihinde askerin yönetime karışması zaman zaman ihtilal ya da ona benzer uyarılar şeklinde gözlemlenmektedir. 27 Mayıs 1960, 22 Şubat 1963 ve 21 Mayıs 1963, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 akılda kalanlardır. Yakın zamanda 28 Şubat Andıç'ı unutulmamalıdır. Belki aralarda  bizim bilmediklerimiz de vardır. Bu saydıklarımızdan 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 tarihli olanları ülkede yeni anayasa oluşumlarına neden olmuştur. 12 Mart 1971 tarihindeki girişim ise; ülkenin siyasal yapısında değişiklikler yaratmış, hükümeti düşürmüş ardından anayasanın bazı maddelerinin değişmesi sonucunu doğurmuştur. 22 Şubat ve 21 Mayıs darbe girişimleri ise başarısız kalmış, ilkini yapanlar affedilmişlerse de sonuncusunu yapanlar idamla cezalandırılmışlardır.
Ufak bir bilgi aktarımı. Unutmamak gerekir; Osmanlı tarihinde de askerin yönetime karşı çıkması olayları  yaşanmıştır. Bunlardan bir tanesinin ismi de ilginçtir: "Vakay-ı Vakvakiye". O günlerin askerleri Yeniçeriler kendilerine verilen paranın ayarının düşük olduğunu ileri sürerek isyan etmişler, Padişah IV. Mehmet'ten sadrazamın kellesini istemişlerdir. İstanbul günlerce kaos içinde yaşamış, sonunda Sadrazam ve devletin üst yetkililerinden bir çoğu asılarak idam edilmiş, isyan bir ölçüde durdurulabilmiştir. İsme gelince; "Vakvak Ağacı" denen ağacın meyveleri insan başına benzermiş. İdam edilenler; şimdiki Sultan Ahmet Meydanındaki çınar ağacına asılmışlar, cesetleri günlerce öylesine kalmış. İşte o nedenle 17'nci YY.'ın sonlarında yaşanan isyan; "Vakay-ı  Vakvakiye" adını almış.
Esenlikle kalınız..
TÜRKÇE İÇİN ÖZEL NOT
Blanço değil BİLANÇO