Zeynep Kaya- Avrupa Birliği'nin Tarihle Barışma Noktaları üzerine çalışmalarda bulunan yazar Ayşe Hür, 'Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını destekliyorum. Böyle bir yaptırımın, ihracat ve ithalatının ezici bir bölümünü AB ülkeleriyle yapan Türkiye'nin egemen sınıflarını, yöneticilerini toparlanmaya yönelteceğini sanıyorum' dedi.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde (AKPM) Türkiye'nin yeniden denetim sürecine alınmasıyla ilgili karar verdi. 113 üyenin kabul, 45 üyenin ise ret oyu verdiği oylamada, denetleme komitesi, Türkiye'nin 2018'e kadar denetim sürecine alınmasını öngördü.

Türkiye'nin Suriye'den, Irak'tan, Afganistan'dan, Afrika ülkelerinden ekonomik ve siyasal nedenlerle ayrılmak zorunda kalanların ya ilk durağı ya son durağı olduğunu vurgulayan Hür, 'İlk durak' derken, bu grupların esas olarak Avrupa veya Amerika'ya göçme konusundaki isteklerine işaret etmek istiyorum. İlginçtir, ezici çoğunluğu Müslüman olan mülteciler Suudi Arabistan, veya Körfez ülkeleri gibi zengin İslam ülkelerine ne kabul ediliyorlar, ne de onlar gitmek istiyorlar. AKP iktidarı, bu mağdur gruplarını bir yandan vatandaşlık veya oturma izni vaadiyle kendi iç politikalarına payanda yapmaya çalışıyor, bir yandan da bu grupları kullanarak Avrupa Birliği ile ilişkilerde yıllardır aşamadıkları bazı tıkanıklıkları aşmaya çalışıyor. 'Kullanmak' sözü belki hafif kalıyor çünkü bazı durumlarda iş şantaja kadar varıyor. Hatırlayın Cumhurbaşkanı Erdoğan kaç kere uçaklara bindirip göndermekten, kapıları açıp sınırlara yığmaktan söz etti mültecileri. Avrupa ülkeleri de zenginliklerini bu gruplarla paylaşmakta ya gönülsüzler, ya da altından kalkamamaktan korkuyorlar. Çünkü mültecilerin karnını doyurmak ya da başının üstüne bir çatı koymakla bitmiyor iş. Onları topluma, ekonomiye, kültüre entegre etmek de gerekiyor. Radikal İslamcı grupların Batı Uygarlığını hedef alan siyasetleri için bu mülteci gruplarının militan devşirme alanı olmasını önlemek gerekiyor. Ayrıca her ne kadar bizim siyasetçilerimiz 'İslamofobi' diye adlandırsa da, İslamcı radikalizmden korkmak, hiç de fobi gibi 'temelsiz, mesnetsiz' bir korku değil, aksine gayet mantıklı bir korku. 'Türkofobi' de bu arada sık telaffuz edilir oldu. Avrupa'da Türklere yönelik antipatinin arttığı doğru ancak bu antipatinin esas olarak AKP iktidarının 2010 sonrası uygulamalarına paralel ortaya çıktığını düşünüyorum. çünkü Avrupa'daki Türk diasporası ezici şekilde AKP'ye destek verdiğini gösterdi her fırsatta. Sonuçta her iki taraf açısından da hem siyasi hem ahlaki bir sorun var. Batılı ülkeler, sömürgeci geçmişlerinin diyetini ödemeye, Türkiye de, Suriye'yi tarumar eden neo-Osmanlıcı veya neo-Hilafetçi heveslerinin diyetini ödemeye niyetli değil. Sonuçta olan mültecilere ve onlarla zaten yetersiz olan rızkını paylaşmaya mecbur kalan Türkiyeli emekçi sınıflara oluyor.'


İnsancıl müdahale gerekiyor


Ayşe Hür, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin (AKPM) Türkiye ile ilgili son kararı hakkındaki düşüncelerini şöyle açıkladı: 'Avrupa Birliği, bildiğiniz gibi ekonomik, sosyal, politik, hukuki ve etik boyutları olan bir oluşum. Ben bunlardan en çok hukuki ve etik boyutları önemsiyorum. Örneğin Kopenhag Kriterleri'nin demokrasisi gelişmekte olan ülkeler için çok esinlendirici bir çerçeve sunduğunu düşünüyorum. Ben sermaye gruplarının veya onların emrindeki siyasilerin ülkelerin içişlerine müdahalesine kesinlikle karşıyım ancak konu insan haklarıysa, hukuksa, basın özgürlüğüyse, insanca yaşama hakkıysa, çocuk emeğinin sömürülmesi ise, küçük kızların evlendirilmesiyse, kadın cinayetleriyse, örnekleri çoğaltabiliriz. Uluslararası müdahaleyi bir borç görüyorum. Buna literatürde 'insancıl müdahale' veya 'kozmopolitan müdahale' gibi adlar veriliyor. Elbette bunun sınırlarının çok iyi tayin edilmesi gerekiyor. Şu ana kadar da çok fazla örneği yok. Belki biraz 1990'lardaki Bosna ve Kosova örnekleri veya dünyanın dört bir yanındaki BM Barış Gücü olabilir. Ama daha ideal bir yapı oluşturulmuş değil. AB de bu açıdan üye veya aday ülkelere belli yaptırımlar uygulayabilir diye düşünüyordum. Türkiye'nin üyeliğini ya da adaylığını da bu nedenle çok olumlu buluyordum. Ancak son yıllarda Türkiye'deki antidemokratik uygulamalara AB'nin gösterdiği kayıtsızlık beni çok şaşırtmıştı. Bu kayıtsızlığın en büyük nedeninin mülteci anlaşması olması AB'nin ahlaki açıdan zemin kaybetmekte olduğunu düşündürmüştü. Çünkü bu tavır bir anlamda AKP'nin şantajına boyun eğmek anlamına geliyordu. Yani Avrupa'nın siyasileri ile bizim siyasilerimiz elele vererek, insan hakları ve demokrasinin katline göz yumuyorlardı. Bu yüzden AKPM'nin 'izleme' kararını çok geç ama çok gerekli bir uyarı olarak görüyorum. CHP'li üyelerin, 'yerellik' veya 'millilik' gerekçesiyle, içerde sürekli bir sıkıyönetim atmosferi kuran AKP ile birlikte aleyhte oy kullanmasını ise CHP'nin AB'nin niteliğini kavrayamaması ile açıklamaya çalışıyorum. Aksi takdirde CHP'nin referandum kararları için 'gayrimilli' bir kurum olan AİHM'e gitmesini açıklamak mümkün olmaz. Özetle, Avrupa'nın insan hakları ve demokrasi konusunda duyarlı bütün kesimlerinin Türkiye'deki insan hakları ve demokrasi ihlallerine en ufak bir taviz vermemesini bekliyorum. Bu bağlamda Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını da desteklerim. Böyle bir yaptırımın, ihracat ve ithalatının ezici bir bölümünü AB ülkeleriyle yapan Türkiye'nin egemen sınıflarını, yöneticilerini toparlanmaya yönelteceğini sanıyorum. Bazılarının sandığı gibi AB ile ilişkiler bozulunca Türkiye Rusya'ya yanaşamaz, çünkü Rusya AB'den daha talepkar bir partner. Hem de AB gibi etik denetimden çok uzak bir ülke. Sonuç olarak Avrupalı demokrasi güçlerinin Türkiye'deki anti-demokratik güçlere kırmızı kart çıkarmaktan korkmaması gerek.'
 

Avrupa da bizim gibi suçlarını unutuyor


Türkiye'yi 2018'e kadar denetim sürecine alan Avrupa Birliği, gerekçe olarak OHAL'in devam etmesi ve yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname'leri gösterdi. Türkiye'nin üyelik müzakereleri görüşmelerinin ardından 13 yıl sonra tekrar denetim sürecine alınmasını değerlendiren yazar Ayşe Hür, 2004 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nde kabul edilen 'Avrupa Birliği'nin Tarihle Yüzleşme Politikaları' başlıklı yüksek lisans tezinde esas olarak Avrupa Birliği'ne yönelik bir eleştiri olduğunu hatırlatarak, 'Benim görüşüme göre Avrupalılar da Türkler kadar olmasa bile, yöneticilerinin, kanaat önderlerinin işlediği tarihsel suçlarını unutmaya eğilimliler. Örneğin benim tezimin omurgasını oluşturan Beneş Kararları, Çekoslovakya'da yaşayan Alman kökenlilerin, İkinci Dünya Savaşı sırasında 'hain' ya da '5. kol' yaftası ile, savaş sırasında veya sonrasında aynen, 1915'te İttihatçıların Ermenilere uyguladığı gibi tehcir edilmesine dairdi. Çekoslovakya'nın kendi Alman kökenli vatandaşlarına uyguladığı tehcirin benzerini, Polonyalılar, Macarlar, Slovenler de uygulamıştı. Yaklaşık 14 milyon Alman yerlerinden yurtlarından edilmiş, 2 milyonu yollarda hayatını kaybetmişti. Hem gerekçeleri, hem sonuçları açısından 1915 Ermeni Tehciri'ne çok benzeyen bu olayı ele alırken, alışıldığı gibi, 'bakın Avrupalılar ne kadar iki yüzlüler, kendileri de tehcir ve soykırım yapmışlar, o halde Ermeniler konusunda bizi eleştirmeye hakları yok' sonucuna varmak yerine, 'Biz Türkler olarak tarihle yüzleşme ve onarıcı adalet konusunda öyle başarılı bir model geliştirelim ki, bunu Avrupalılara da önerelim. Avrupa için de dünya için de tarihle yüzleşme ve zarar verilen topluluklardan özür dileme politikaları açısından norm koyucu bir ülke olalım. Böylece içte milliyetçi çevrelerin sık sık şikayet ettiği gibi Avrupa'nın yön verdiği değil, Avrupa'ya yön veren bir ülke olalım istedim' diye konuştu.


Patinaj çekiyoruz


Avrupa'nın bu konularda yol kat ettiğini belirten Hür, 'Maalesef, benim tezimi yazdığım 2004 yılından itibaren biz önce bir ileri, iki geri gittik, şimdi de tamamen patinaj yapar haldeyiz. Örneğin Almanlar 1915 Ermeni Tehciri'nin uygulanmasında Almanların rolünü kabul ederken, biz tehcirin 100. yıldönümünde bir devlet manevrası ile Ermeniler için sembolik açıdan büyük önemi olan 24 Nisan gününü, Çanakkale Savaşları'nda Osmanlı/Türk tarafı açısından hiç önemli bir olay olmadığı halde uluslararası boyuttaki bir törenle karambole getirmeye çalıştık. Halbuki 2009'daki 'futbol diplomasisi' atağından beri, gerek içerde, gerek dışarıda, tarihle yüzleşme konusunda ciddi bir adım atılacağı beklentisi oluşmuştu. En azından Ermenistan'la komşuluk ilişkileri geliştirilecek diye düşünülüyordu.O günden beri de hiçbir adım atılmadı' dedi.