FATİH ÖZKILINÇ-Partisinin çeşitli programına katılmak üzere İzmir’e gelen Demokrasi ve Atılım(DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Kiraz ve Ödemiş programının ardından Ödemiş’te basın mensuplarıyla bir araya geldi. Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Babacan’a genel merkez yöneticilerinin yanı sıra DEVA Partisi İzmir İl Başkanı Seda Kaya Ösen ve Ödemiş İlçe Başkanı Halil Karakaş eşlik etti.

İzmir’e daha sık geleceğiz
İzmir ziyaretleri hakkında konuşan Ali Babacan, “İzmir’e ilk ziyaretimiz yine iki günlük bir ziyaretti. İl Başkanlığımızın açılışı ile start vermiş olduk. Hem Kemeraltı’nda hem de Karşıyaka esnaf ziyaretleriyle, STK ve yerel basın buluşmalarıyla oldukça kapsamlı bir program gerçekleştirdik. Şimdi de kongrelerimiz ve ilçe başkanlıkları açılışlarımız ve esnaf ziyaretleri içeren geniş kapsamlı bir program için buradayız. Bundan sonra İzmir’e daha sık geleceğiz. Sadece ben değil genel başkan yardımcılarımızla ilgili de bir program yaptık. Dolayısıyla her ay genel merkezden bir heyet İzmir’e gelecek. Ben de olabildiğince sık gelmek istiyorum. Çünkü İzmir çok güzel bir ilimiz. Maalesef son 19 yıldır merkezi hükümetin radarından ve ilgisinden oldukça uzaklaşmış bir ilimiz. Hem çok büyük potansiyel var. Bir yandan da merkezi hükümetle İzmir arasındaki ilişkilerin negatif anlamda özel bir niteliği var. Biliyorsunuz, anlatmama gerek yok. Şu andaki hükümetin zıtlıklar üzerinden bir siyaseti olduğu için hep bir karşı taraf arayışı var. Bizim bunu telafi etmemiz gerekiyor. İzmir’in ihmal edilmişliğini, Ankara’dan uzaklaştırılmış durumunu telafi etmek için İzmir’e yakın olmamız daha sık gelmemiz gerekiyor. Bunu biz önemsiyoruz” dedi.

"Bizim karşıt cephemiz yok"
Ödemiş ve Kiraz ilçelerindeki esnaf ziyaretlerinde vatandaşlardan gelen tepkilerle ilgili de değerlendirmelerde bulunan Babacan, “Ne Kiraz’da ne de Ödemiş’te olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadık. En ufak bir olumsuz ifade dahi olmadı. Bu siyasette çok normaldir. Partisi sevenler vardır bir de sevmeyenler hatta nefret edenler vardır. Çok şükür DEVA Partisi nefret edilen olmadı. Sevmeyeninin de çok az olduğu bir parti. Bu durum gerçekten bizim için bu nimet. Genelde siyasi partiler bir yere gittiği zaman bir karşıt cephe vardır. Bizim bir karşıt cephemiz yok çok şükür. Olumsuz bir tepki yok nereye gitsek aynı. Ama tam tersine vatandaşların ilgisinden alakasından çok memnun olduk. Bu yolumuzu kesen bizimle konuşmak isteyen, fotoğraf çekilmek isteyen genç arkadaşlar oldu. Genç arkadaşların bu ilgisi bizi çok mutlu etti” diye konuştu.

"Can ve mal güvenliğinden bahsetmek mümkün değil"
İzmir’de bir kişinin öldürüldüğü Halkların Demokratik Partisi(HDP)’ne yönelik saldırıyla ilgili Babacan, “HDP’ye yönelik bir vatandaşımızın yaşamını yitirdiği saldırı son derece üzücü ve kaygı verici. Zannediyorum tüm siyasi partiler içerisinde ilk tepkiyi Genel Başkan seviyesinde biz gösterdik. Bu saldırıyı şiddetle kınadık. Türkiye’deki bu siyasal şiddet ikliminin yaygınlaşmasını biz son derece tehlikeli ve kaygı verici buluyoruz. Türkiye’nin gündeminden siyasal şiddet yıllarca kalkmıştı böyle bir şey olmuyordu. Fakat şuanda siyasal partilerin üst düzey temsilcilerinin sokak ortasında şiddete uğradığı, gazetecilerin sokak ortasında şiddetle karşı karşıya kaldığı bir dönemi yaşamaya başladık. Maalesef. Özellikle bir siyasal partinin genel başkanın   bundan birkaç hafta önce Rize İkizdere’de bir eylemle karşı karşıya kalması ve bunun ardından sayın Erdoğan’ın sarf etmiş olduğu sözler, ifadeler gerçekten çok kaygı verici. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı o ülkedeki bütün vatandaşların güvenliğinden, tüm siyasal partilerin güvenliği ve emniyetinden sorumludur. Bu taraflı, partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin en büyük sıkıntı alanlarından bir tanesi. Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda bir genel başkan olarak diğer siyasi parti genel başkanlarını bir hısım neredeyse bir düşman olarak görmesi. Bir ülkenin devlet yapısının en başındaki kişi meselelere taraf olduğu zaman, siyaseten taraf olduğu zaman o ülkede hukuk devletinden, adaletten bahsetmek mümkün değil. Dolayısıyla çok acil bir şekilde devleti, ülkeyi yönetenlerin bu nefret dilinden sıyrılmaları gerekiyor. Bu siyasal şiddete alan açıcı, neredeyse hoş gören bir tavırda meseleleri ele almayı terk etmeleri gerekiyor. ‘Aksi halde bunlar daha iyi günler, bundan sonrası da gelecek’ diyerek bir ülkenin Cumhurbaşkanı bir partinin genel başkanıyla ilgili ifadelerde bulunuyorsa artık o ülkede can güvenliğinden mal güvenliğinden bahsetmek mümkün değildir. Bu ülkenin can güvenliği de mal güvenliği ve hak güvenliğini sağlamaktan sorumlu olan ve bu konuda tek yetkili olan kişi bu görevini hakkıyla yapması lazım. Tek yetkili olmak tek sorumlu olmayı gerektirir ona buna yıkamaz. Sorumluluğu paylaştıramaz. Bizim çağrımız bu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı siyaset dilinin bir an önce özellikle ülkeyi yönetenlerin bu dili terk etmesi ve siyasal şiddete alan açan üslubun yönetenler tarafından terk edilmesini isteriz” şeklinde konuştu.

Soylu’nun sesiz kalmasını Susurluk örneğiyle eleştirdi
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun saldırıyla ilgili bir açıklama yapmamasına ilişkin ise Babacan, “90’lı yıllarda bir Susurluk hadisesi yaşandı. Gerçekleşen trafik kazasında bir aracın içinden bir siyasetçi, bir üst düzey bürokrat ve bir suç örgütünün lideri çıktı. Nasıl olurda bu üç kişi aynı arabaya binebilir diye o dönemde dönemin İçişleri Bakanı istifa etmek zorunda kaldı. O dönemde Devlet Denetleme Kurumu derhal devreye girdi ve soruşturma başlattı. Mecliste komisyonlar kuruldu bu nasıl olabilir diye. Bununla ilgili herkes seferber oluyor. Bugün ortaya atılan iddialara bakın. İddiaların merkezinde de ülkenin İçişleri Bakanı var. Hiçbir şey yapılmıyor. Bu ülkenin iç güvenliğini üstlenen kişiyle ilgili o kadar iddia ortada varken Cumhurbaşkanı sahip çıkıyor, yargı hiçbir şey yapamıyor. Dolayısıyla artık ne bekleyebilirsiniz ki. Bu ülkenin ilgili bakanlığından bir şey beklenmez. Olması gereken hiçbir şey olmaz. Normal şartlarda bir bakanlıktan ya da bakandan bekleyeceğiniz şeyler yapılmaz. Bunun için bu tür durumlarda ayrılmak lazım. Soruşturmanın selameti için. Bir an önce bu iddiaların, ithamların neticeye bağlanması gerekir. Bunu bağımsız ve tarafsız yargı eliyle yapması gerekir. Böyle bir olayda ses çıkarmış çıkarmamış o kadar detay kalıyor ki koskoca yanlış bir resim var. Resmin tamamı yanlışken burası da şurası da yanlış demek çok faydalı değil” diye konuştu.

Ülke için kaygı verici
Türkiye’de de hakkında kara para aklama suçlaması bulunan Sezgin Baran Korkmaz’ın  ABD’nin talebiyle Avusturya’da gözaltına alınmasının ABD ile ilişkilerde Türkiye için ikinci Rıza Zarab’ın olayı mı? Sorusuna ise Ali Babacan şu şekilde yanıt verdi:
 “Öyle anlaşılıyor ki ABD’de bir yargılama sürecinin işlediği mesele. Sanırım o iddianame de kamuoyuna açıklanmış durumda. Ortada birçok iddialar, ithamlar var. Konun farklı farklı ülkeleri ilgilendiren boyutu var. Dolayısıyla diğer meseleyle Rıza Zarrab olayıyla ne kadar benzeşir değerlendirme yapmak çok kolay değil. Benim çok uzaktan izlediğim kadarıyla sanki nitelik olarak farklı konular gibi görünüyor. Ama ortak bir paydaşı olabilir. Bu tür vakalara baktığınız zaman Türkiye ayağında mutlaka bir menfaat paylaşması var. Menfaati paylaşan birileri oluyor. Daha çok rüşvetlerin, yolsuzlukların falan ortaya saçıldığı bir konu oluyor. Bu bizi üzüyor. Ne kadar sıkıntılı konu varsa dönüp dolaşıp bunun bir Türkiye ayağının çıkması, Türkiye ayağıyla ilgili birçok iddiaların ortada dolaşması ülkemiz adına hem çok üzücü hem kaygı verici. Tabi bunların hepsi iddia, itham. ABD’deki bu konuda bir yargı süreci. Yargı süreci nihayete varmadan kesin hüküm vermek zor. Bu yargı süreçlerinin nasıl gideceğini izlemek lazım. Oradaki nihai hükme kadar çok ileri yorumlarda bulunmak lazım. Çünkü bizim elimizde bir belge yok bizim görevimiz de değil. Biz sadece izliyoruz. Ama Türkiye’nin mafyayla, çeteyle hatta uluslararası boyut kazanmış usulsüzlükle, yolsuzluklarla anılan bir ülke olması… Biliyorsunuz uyuşturucu trafiğiyle ilgili de iddialar var. Narkotikle beraber adı anılıyor. Ben dünyada ülkemin böyle anılmasını istemem. İnşallah ilk seçimlerden sonra bütün problem alanlarıyla ilgili biz çok hızlı tedbirimiz alırız. Kimseye göz açtırmayız. Bunun da yolu devlet yönetiminde dürüst ve işinin ehli kadroların görevlendirilmesidir. Hem dürüst olacak hem de işini iyi bilecek.  Bu tür kadrolardan bir yapıyı kurduğunuzda hem üst düzey hem siyasi kadrolarınızı bu şekilde oluşturduğunuzda zaten önleri kapanır alan bulmazlar. Çok hızlı bir şekilde çözüm yolu bulunur.  Sıfırlanmaz ama minimize edilir. Sıfırlanması çok gerçekçi değil. Alan daraltılır, göz açtırılmaz. Bu da güçlü bir siyasi iradeyle olur. Ben konuyu bitireceğim, göz açtırmayacağım diyen bir yönetim zihniyeti ile bu olur. Yoksa bana yakın olan suç örgütü bana uzak olan suç örgütü… Bu suç örgütü ama adam çıkıyor benim için miting yapıyor dolayısıyla çok ta olumsuz bakmamak lazım nede olsa beni destekliyor falan… Bir siyasi lider böyle düşünmeye başlarsa bunun sonu kötü olur. Bir siyasi parti liderinin desteğinin sadece ve sadece halktan olması lazım. Para sahiplerinin, güç sahiplerinin hukuk dışına çıkarak güç ve para elde edenlerin desteğiyle bir hükümet yürür hale geldiyse onun gitme zamanı gelmiştir. Şu anda biz onu görüyoruz. Artık dönülmez akşamın ufkundayız.”