Aykut Polatlı-Tarım, hayvancılık, enerji üretimiyle ve görünür görünmez insan kültürünü ilgilendiren her şeyle ilgili ve tabii ki doğayla barışık bir tasarım bilimi olarak tanımlanabilir. Şimdi bu köyün başı, Ege'de birçok köyün başına da musallat olan RES ile dertte.

Biz de olup bitenlerle ilgili köyün medyadaki yüzüyle veya daha doğru bir ifadeyle köydeki koşturmacada bize zaman ayırabilen Mustafa Fatih Bakır ile konuştuk.


-Bize köyünüzden bahseder misiniz?

Arkadaşlarımız ile birlikte 2003 yılında buraya yerleştik. Okul binasını, öğretmen lojmanını onarıp burada yaşamaya başladık. İlk sorunumuzu da köyün ismini koyarken yaşadık. Buraya farklı köylerde farklı adlar veriliyordu: Marmaraş, Mamuraç vs. Diğerinin koyduğu bir ismi bir diğerine tercih etmemek için hepsine benzeyen ama hepsinden farklı olan Marmariç adını koyduk, bu sorunu da böylelikle hallettik.

-Burası ilçe merkezine oldukça uzak. Burayı nasıl buldunuz?

Aslında ilk kafile Çanakkale ile İzmir arasında bir yer aramaya çıkmış. Bayındır'da da tanıdık bir arkadaşları varmış. Böylelikle İzmir'in güneyine inmişler. Aşağıda Çifçigediği diye bir köy var. Gelin bizim buralara da bakın denmiş. Oradaki muhtarla anlaşmışlar. Okul ve öğretmen lojmanının olduğu alanı kiralamak üzere anlaşmışlar. Tam sözleşme imzalanacağı zaman muhtar, 'Olmuyor, veremem' deyip işin bozulduğunu söylüyor. O yer olmayınca herkesin morali bozuluyor. Başka köy bakmak için yukarıya çıkmaya başlıyorlar. Bir araba yanlış yola sapıyor. Diğer araçlar da onların peşinden sapıyor. Buraya geldiklerinde herkes arabalardan inip alkışlamaya başlıyor. İşte köyü bulma serüveni böyle. Sonra muhtarı bulduk, okul ve lojmanı kiraladık. Birkaç arazi sahibini bulduk. Biraz toprak aldık. Böylelikle bugün toplam 60 dönümlük bir yerimiz oldu.

-İhtiyaçlarınızı nasıl karşılıyorsunuz?

İnsanların kendi birikimleri. Aktif olarak halen çalışan insanlarız. Burada kazandığımız bir miktar var ama ancak ihtiyaçlarımız için biraz katkı sağlıyor. Yaptığımız tarım, ihtiyaçlarımızın 3'te 1'ini karşılıyor. Diğer giderler ise insanların çalışarak ortaya koyduğu birikimlerden karşılanmaya çalışılıyor.

-Buradaki hayatı nasıl tanımlarsınız?

Burada koşturmaca içinde bir hayat var. İlgilenilecek ve yapılması gereken birçok liste şeklinde işler var. Yetişilebildiği kadarı yapılıyor, yetişilemeyen ise daha sonraki tarihlere erteleniyor. Birçok gönüllü destek de alıyoruz. Burası sonuçta bir enstitü ve tatuta (tarım, turizm, takas) çiftliği. Buğday Derneği ile de çalışıyoruz. Türkiye içinden dönem dönem, özellikle yaz aylarında, gönüllülerimiz de geliyor. Son olarak BM'den bir ödenek geldi. 'Permakültüre göre arazi kullanımı' adlı bir proje ile BM'ye başvurmuştuk.



-Enstitünüzün diğer eğitim kurumları ile olan farkı ne?

Enstitümüz bağımsız bir kuruluş. Permakültür odaklı bir kuruluş. Bu konu hakkında uygulama, deneme, araştırmalar yapıyoruz. Enerjide, tarımda farklı yöntemler deneyip bunlar üzerinden yayınlar çıkartıyoruz. Bir de tabii ki bunun eğitimini vermeye gayret ediyoruz. Bağımsız bir kuruluşuz. Permakültür Araştırma Enstitüsü'yüz ama Avustralya'daki merkezi permakültür enstitüleriyle bile bağlantımız maddi ve fiziki değil. Sadece isim çatısı altında toplanıyoruz. Onların ortaya koymuş olduğu permakültür ile ilgili ilkeleri takip ediyoruz.

-Permakültür nedir?

Permakültür, çok kısa tarifiyle, tasarım bilimi. Çoğu insan permakültür ile ilgili bilgisi olmadığından tarımla ilgili bir şey zannediyor. Sadece tarımla ilgili değil: Tarım, hayvancılık, enerji üretimiyle ve görünür görünmez insan kültürünü ilgilendiren her şeyle ilgili permakültür. Başka bir tarifle de ifade etmek gerekirse; etik temelli sürdürülebilir insan yerleşim, tasarım bilimi.

-Marmariç'te yapılması planlanan RES konusundaki düşüncelerinizi ve RES'e genel anlamda bakışınızı sormak istiyorum.

Genel olarak Marmariç'te enerji üretiminde rüzgar enerjisinden ve başka yenilenebilir kaynaklardan yararlanılmasından yanayız. RES konusunda çok detaylı bir bilgimiz yoktu. Permakültür bir tasarım bilimi olduğu için herhangi bir konuya derinlemesine giremiyorsunuz. Öğrenmek zorunda kaldık. Bir duyduk ki böyle bir proje yapılacakmış. İyi, tamam dedik, ilk başta. Daha sonra da, RES ne demekmiş diye bir inceleme yapalım dedik. Bir baktık ki aslında çok da sağlıklı bir şey değilmiş. Hatta Avrupa'da rüzgar çiftliklerine karşı bir platform var. İnsanların neler yaşadığını öğrendik. Aslında bu sorun, enerjinin cinsiyle değil endüstri medeniyetinin insan kültürüne ve yaşayışına yaklaşımı ile ilgili. Burada bir ölçek sorunu var. Endüstriyel ölçekli bir yatırım yapıyorlar. Bir kaynak mı buldular, iliğine kadar sömürmek istiyorlar.

-RES'lerin insan sağlığına ve çevreye zararları neler?

Öncelikle şantiye kuracaklar buraya. Bu şantiye 4 yıl sürecek diyorlar. Ben bu süre zarfında hiçbir üretim yapamayacağım ve hayvanlarım da hastalanacak. Çok ciddi bir toz kalkıyor ve çevredeki bütün her şeyin üstü orman, sebzeler ve meyve bahçeleri tozla kaplanıyor. Hayvanların akciğerinde çok ciddi hastalıklar oluyor. Bunlar hali hazırda çevresinde RES yapılmış köylülerin söyledikleri şeyler. İlk türbinleri şurdaki baz istasyonunun olduğu yere yapacaklar. Ondan sonra o sırt boyunca direkler dikilecek. Benim 800 metre öteme. Bu aslında dev bir fabrika demek. Bana hiçbir şey sormadan, bana selam bile vermeden bunu yapamazlar. Dr. Nina Pierpont bu konuda 'Rüzgar türbini sendromu' adında bir kitap yayınlamış. Herkesin okumasını tavsiye ederim öncelikle. Pierpont, Endüstriyel ölçekli yapılan RES'lerin yakınındaki insanların yaşadıkları sağlık sorunlarını ve vücutlarının verdiği semptomları bir araya getirerek buna 'rüzgar türbini sendromu' diyor. Bu semptomlar baş dönmesi, denge kaybı, mide bulantısı, unutkanlık, uykusuzluk, depresyon. RES yüzünden birçok kişi yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalıyor.

-Bu semptomları yaratan mekanizma nedir acaba?

Bunun sebebi, sesaltı yani bizim duyabileceğimizin altı bir titreşimin iç kulağa etki etmesi. İç kulakta dengeyle ilgili bir organ olduğu için hem fiziksel hem de zihinsel denge altüst oluyor. Bu ilaç sanayii gibi bir şey. Bir ilaç çıkacaksa piyasaya, şirket o ilacın etkilerini test etmek zorunda. Yan etkileri varsa onu da test etmek durumunda. Uzun yıllar onaylanma süreci var, şirket riskleri de üstleniyor. RES yatırımı yapacak şirket, risk almadığı gibi bana olan etkilerinde de hiçbir şekildi sorumlu değil. Hukuksal ve etiksel olarak, kanıt sorumluluğu veya kanıt yükü diye bir şey var. Bizim internet sayfamızda da birçok kişi, 'Ama Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kabul etmiyor' diyor. DSÖ kabul etmedi diye böyle bir şey yoktur diyemeyiz. Buna ek olarak kanıt yükü benim sırtımda değil, şirkette. Burada bize düşen görev, olabildiğince etkilerini herkese anlatmak ve buraya RES'in kurulmasını engellemek.