Kruvaziyer devi MSC’nin İzmir’i güzergâhından çıkardığını açıklaması, turizm camiasında şok etkisi yarattı.
Bu kararın arkasındaki en büyük neden olarak ise “İzmir’de gezilecek yer olmaması” gibi absürt bir iddia ortaya atılıyor.
Oysa İzmir, gezilecek ve keşfedilecek hazinelerle dolu.
Meryem Ana Evi’nden Bergama’ya, Agora’dan Kemeraltı’na, her köşesi tarihin ve kültürün izlerini taşıyor.
Öyleyse sorun nerede?
Aslında mesele, bu güzelliklerin kendisinde değil; mesele, hikayelerin eksikliğinde.
Bir şehri yalnızca tarihi yapıları ve doğal güzellikleriyle değil, hikayeleriyle yaşatır ve tanıtırsınız.
Verona’da Shakespeare’in Romeo ve Juliet oyunundan bir balkon, “Juliet’in balkonu” olarak tanıtılıyor.
O balkonun gerçekliği tartışılmıyor bile; ziyaretçilerin aklında kalan, balkonun ardındaki efsane.
Bu hikaye, yılda milyonlarca insanı Verona’ya çekiyor. İzmir’deki benzersiz değerleri de aynı şekilde dünyaya tanıtabiliriz.
İzmir’in her bir köşesinde bir hikaye yatıyor.
Meryem Ana Evi, yalnızca bir yapıyı değil, kutsal bir inancı ve efsaneyi barındırıyor.
Kemeraltı’nın dar sokakları, tarihteki sayısız yaşanmışlığın sessiz tanığı. Bergama, antik dünyanın bilim ve sanat merkezi olarak bir medeniyetin izlerini taşıyor.
Ancak bu zenginlikleri hakkıyla tanıtacak bir hikaye anlatıcılığımız yok.
İzmir, tanıtımını eksik bıraktığı bu anlatılarla, turistlerin ilgisini hak ettiği ölçüde çekemiyor.
İZDUKET Başkanı’nın dediği gibi, İzmir’in turizmde en büyük eksikliği “hikayesizlik.”
Bu eksiği kapatmak için şehrin tarihine, doğasına ve kültürüne anlam katan hikayeler yaratmamız gerekiyor.
Çünkü insanlar yalnızca bir yeri görmekle yetinmiyor; o yere yüklenen anlamı, anlatıyı da hissetmek istiyor.
İzmir’in büyüleyici zenginlikleri anlatılmayı bekliyor.
Şehre gelen ziyaretçilerin kulaklarına, her sokak başında anlatılan bir hikaye çalınsa, kim bilir, belki de İzmir, turizmin başkenti olur.
GÜNÜN SÖZÜ
Yarın İzmir Tarihi Agora’nın hikayesini yazacağım… Belki birileri ilgilenir