Halil Özcan - Kayadelen, kadının kanunla korunduğunu ancak bunun yargı kararlarına yansımadığına dikkat çekerek, 'Kadın şiddet döngüsünün içine hapsediliyor. Böylelikle koruma kararları kağıt üstünde kalıyor. Devletin yapması gereken şey önce alt yapıyı hazırlamak, adının güçlenmesini sağlamak ve koruma kararlarını eksiksiz uygulamak' dedi

İzmir Barosu Kadın Hakları Merkezi'nden sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Perihan Çağrışım Kayadelen, kadının kanunla korunduğunu ancak bunun yargı kararlarına yansımadığına dikkat çekti. Eşini şiddet gördüğü için evinden uzaklaştıran kadına, kanunda olmasına rağmen maddi destek sağlanmadığı için bu defa ekonomik şiddet başladığını ifade eden Kayadelen, "Özetle, kadın şiddet döngüsünün içine hapsediliyor. Böylelikle koruma kararları kağıt üstünde kalıyor. Devletin yapması gereken şey önce alt yapıyı hazırlamak, adının güçlenmesini sağlamak ve koruma kararlarını eksiksiz uygulamak. Siyasi dil çok önemli. Her seçim öncesinde kadına şiddet artıyor. Mart ayında kadınlar çok fazla gündeme geldiği için cinayetler düşüyor. Toplumsal cinsiyet eğitimleri ilkokuldan başlayarak verilmeli" dedi.
İzmir Barosu Genel Sekreteri ve Kadın Hakları Merkezi'nden sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Perihan Çağrışım Kayadelen'le kadına şiddet konusunu ve çözüm yollarını konuştuk. Mesleğe başladığı günden itibaren kadına yönelik şiddet davalarına baktığını belirten Kayadelen, kadın cinayetleri, şiddet, taciz, tecavüz ve ekonomik şiddet üzerine çalışıyor. Yaklaşık 1 yıldır da İzmir Barosu Kadın Hakları Merkezi'nden sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi olan Kayadelen, kadına şiddetin azalması konusunda çalışmaya devam ediyor.

Kadına şiddetin artmasında temel etkenler neler?

Temelde gördüğümüz en büyük problemler iyi hal indirimleri ve haksız tahrik indirimleri oluyor. Bunlarla uzun süredir mücadele ediyoruz. Şiddetin her boyutunda ayrı bir problem var aslında Türkiye'de. Öldürme olaylarında, cinsel şiddet, psikolojik şiddet vakalarında ayrı problemler var. Şu an için Türkiye'deki konjonktürde bahsedecek olursak en büyük problem kadına yönelik şiddetin önlenmesinde siyasi bir iradenin olmaması maalesef. Geçmişe yönelik olarak baktığımızda 2011'de İstanbul Sözleşmesi'ni imzaladı Türkiye. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde bu sözleşme gerçekten çok önemli. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde mihenk taşlarından biri. O dönemde bu sözleşmenin imzalanmasını kadına yönelik şiddetin önlenmesinde çok büyük bir kazanım olarak gördük. İstanbul Sözleşmesi'nde öyle hükümler var ki kadına yönelik şiddet sebebiyle kadınlar mülteci statüsünde başka ülkelere bile yerleştirilebiliyor. Ama biz sözleşmeyi imzalayıp hiçbir alt yapısını oluşturmadan bir şeyler yapmaya çalıştığımız için sonrasında 6284 sayılı yasa kabul edildi. Çünkü bir önceki 4320 sayılı yasa kadınları yeterince korumuyordu. Sadece aile içinde koruyordu. Evliysen bu kanundan yararlanabiliyordun. Partnerse herhangi bir koruma tedbiri uygulamıyordu. Bu yüzden de 8 Mart müjdesi olarak açıklandı 6284. Fakat gelinen süreçte yavaş yavaş bazı şeyler değişmeye başladı. Önce kadın bakanlığı kaldırıldı. Aile Bakanlığı içerisine alındı. Son dönmemde özellikle İstanbul Sözleşmesi'ne yönelik karalama kampanyası var. Aileyi, yuvayı yıkan yasa gibi söylemler var. Temeldeki bu söylemlerin bu kadar artmasının sebebi kadına yönelik şiddetin önlenmesinde bir siyasi iradenin olmamasından kaynaklanıyor. Biz, aileyi kadına rağmen korumaya çalışıyoruz. Kadın şiddet görse de aile içerisinde kalsın ya da bir kereden bir şey olmaz mantığıyla bakılıyor. Aileler yıkılıyor, kadınlar bu kanunu kötüye kullanıyor diyorlar. Nerede bunun istatistiği? İstatistik verin bize. Biz kendi istatistiklerimize baktığımızda böyle bir şey görmüyoruz. Kadınların bu şiddet döngüsünden çıkıp gelip başvurması bile onlar için çok zor bir süreç. Şiddet gördüğünüz kişiyi evden uzaklaştıracaksınız, karar alındığında eşiniz artık o eve giremeyecek. Bunun kararını vermek kadınlar için çok kolay bir şeymiş gibi görünüyor. Bunun kararını vermek o kadar da kolay bir şey değil. Kadın çalışmıyorsa, tedbirler düzgün verilmiyorsa çok zor. Mesela mahkemeler uzaklaştırma kararı veriyor, evi tahsis ediyor kadına ama kadına maddi yardım yükümlülüğü getirmiyor. Sadece uzaklaştırma veriyor. Bu kadın nasıl geçinecek? Geçimini kim sağlayacak? Erkek de beni evden uzaklaştırdıysan ben de kirayı ödemiyorum diyor. Bu defa da ekonomik gücünü kullanarak kadına şiddet uygulamaya, şikayetin veya koruma kararının uyulmamasını sağlamaya çalışıyor. En büyük problemlerden biri dosyaya özgü koruma kararının verilmiyor olması. Bizim hakimlerimiz maalesef ki vicdani kanaati çok iyi değerlendiremiyor.

Kopyala yapıştır kararlar

Neye göre karar veriyorlar şiddet davalarında?

Önüne gelen dosyaya bakıyor ve aynı tutuklamada olduğu gibi kopyala yapıştır kararlar çıkıyor. Ulaklaştırılmasına, 100 metre yakınına gelmemesine, evin tahsisine gibi gibi. Son dönemde artık bu kararların bu kadar çeşitli verilmesi de azaldı. Sadece uzaklaştırma veriyor. Önceden 6 ay karar alabiliyorken artık bir aylık kararlar çıkıyor. Kısa süreli kararlar kadınların korunmasını sağlamıyor. Kaldı ki bu kararlar verilse bile kişi kararı ihlal ettiğinde zorlama hapsi uygulatmak bizim için çok zor. Mahkeme diyor ki ben bunu tebliğe çıkarmam savcılık çıkarsın, savcılık bu benim değil mahkemenin görevi diyor. Böylelikle zorlama hapsi uygulanamıyor. Diyelim ki 20 bin koruma kararı verilmiş, bunlardan yarısı ihlal edildiyse çıkan zorlama hapsi sayısı 8. Uygulamada çok büyük problemler var. İhlal edildiğinde kadın ya o şiddet döngüsüne tekrar giriyor ya öldürülüyor. Özetle, kadını şiddet döngüsünün içine hapsediyor. Böylelikle koruma kararları kağıt üstünde kalıyor. Devletin yapması gereken şey önce alt yapıyı hazırlamak zorunda. Kadının güçlenmesini sağlamak ve koruma kararlarını eksiksiz uygulamak zorunda.

Kadın nasıl güçlenecek?

Burada devletin yapması gerekenler belli. Sığınma evi sayısı Türkiye'de inanılmaz yetersiz, yok denecek kadar az. Kanunda 150 bin kişi sayısını geçen belediyelerin bir sığınak açması zorunluyken birçok belediyede sığınma evi yok.

İzmir'de durum nasıl?

İzmir'de de eksiklikler var. Kanunda belirtilen 150 bin sayısına baktığımızda birçok belediyede eksiklikler var. Merkezi hükümetin açması gereken sığınaklar da çok yetersiz. Sığınmayı, barınmayı sağladığınızda da maddi yardım yapmanız gerekiyor.

Maddi yardım kanunda var mı?

6284'de bu yükümlülükler var aslında. Kanunda diyor ki, kadın belirli bir süre günlük olarak asgari ücretin 30'da birini alır diyor. Mahkemenin buna karar vermesi gerekiyor veya kanun kapsamında nafaka bağlaması gerekiyor. 7 yıldır bu işi yapıyorum ve daha bir tek maddi yardım kararı alamadım mahkemelerden. Devlet ödeyeceği için galiba mahkemelerden bu karar çıkmıyor. Bunun dışında kadının ekonomiye girmesi gerekiyor. Çalışıyor olması lazım ve kreş yardımı şart. Erkeğe uzaklaştırma kararı verilince kadın çalışacak mı, çocuğa mı bakacak? Ücretsiz kreş yardımı da 6284'de var. Aslında kanun çok iyi ama uygulamada yok. Uygulama berbat bir durumda. Son dönemde kanun karalama kampanyalarıyla birlikte verilen kararlar iyice kısırlaştı ve daha da az sürelerle hiç korunmayan bir hale geliyor kadınlar. Kanunda hiçbir sıkıntı yok hatta kanunun eksik kaldığı yerlerde sözleşmeye atıf yapılabiliyor. Devletin bütün bunları yapması için ciddi yatırım yapması gerekiyor. Ciddi bir bütçe ayırması gerekiyor. Maalesef ki siyasi iradenin böyle bir bütçe ayırma gibi bir iradesi de yok şu an. Öyle bir çaba yok maalesef ki.

Cinayetlerde ciddi artış var

Türkiye'de kadın hakları gündeme geldikçe cinayetler artıyor sanki. Cinayetlerin atmasının sebebi nedir?

Bunun birçok sebebi var ama temelde bütünlüklü bir politika yürütülmemesiyle alakalı. Bunun bir sürü ayağı var. Hep şu konuşulur, şiddet görünürlülüğü artıkça uygulanan şiddet mi artıyor yoksa eskiden duyulmuyordu da medyada artık duyulduğu için mi arttı yani aslında artmadı da görünür mü oldu acaba denklemi üzerinde tartışma yaşanır ama kadın cinayetlerinde ciddi bir artış olduğu kesin. Ben mesleğe başladığımda yılda bizim tuttuğumuz istatistiklere göre 100 kadın öldürülüyordu, şu anda 350'e yakın kadın öldürülüyor. Bunlar bilebildiklerimiz. İntihar vakası olarak geçenler var mıdır yok mudur bilinmiyor. Şule Çet gibi takip edilirse intihar değil cinayet olduğu ortaya çıkanlar oluyor. Bu yönde bir irade yok mesela, ne oluyor en basitinden söyleyeyim, toplumsal cinsiyet kavramı şu an da her yerden çıkartılıyor. Neymiş LGBTİ bireylere özendiriyormuş sanki özendirmekle olunabilecek bir şeymiş gibi. Kadın erkek eşitliğini kullanmaktan imtina eden bir yapı var. Fırsat eşitliği gibi bir kavrama sıkıştırılmaya çalışılıyor. Mesela ilkokul kitaplarından ütü yapan baba figürü çıkartılıyor. Çünkü bunlar kadının görevleridir, kadını ailenin içine hapsetme düşüncesi hakim.

İzmir kadın dostu bir kent

İzmir'de boşanma davaları diğer illere göre fazla. Kadına şiddet konusunda da sayı fazla mı?

İzmir'de kadına yönelik şiddet yüksek görünüyor. İzmir Barosu Kadın Hakları Merkezi'ne başvuran şiddete uğrayan kadın sayısı 2018'de 713, 2019 15 Kasım itibariyle de 625. Bizim istatistiklerimize baktığımızda düşük bir rakam değil. Bunun iki farklı okuması oluyor. İzmir Barosu işkence önleme merkezini 2000'de kuran ilk barolardan biri. Bu halka duyurulduğunda raporlamalar yapılıyor tabi ve İzmir işkencenin en yüksek olduğu il oluyor. Ya bütün işkenceci polisleri İzmir'e topladılar ya da raporlama olduğu için daha fazla görünür hale geldi. Aynı şey kadına yönelik şiddette de geçerli. Sayılar düşük değil ama mekanizmalara ulaşmak daha kolay ve daha görünür olduğu için. İzmir görece birçok şehre göre kadın dostu bir kent. Kadınların daha rahat edebildiği bir kent. Daha küçük illere gidildiğinde kadınlar maalesef şiddeti aile içinden çıkarmayıp adli mercilere bildirmiyor. Aileden gelmese bile şiddet örneğin tecavüz duyulmasın diye duyurmayabiliyor. En kötü olduğumuz noktalardan biri arşivleme ve istatistikleme. Ya da gerçeklerin gün yüzüne çıkmaması için bu konuda çalışma yapılmıyor. İzmir'de kadınlar uğradığı ilk şiddette başvuru yapıyor ama çoğu yerde kadınlar uğradığı şiddetin şiddet olduğunun bile farkında değil. Psikolojik şiddet ekonomik şiddet vs. İzmir bu konuda daha ileride ve farkında.

Kadına şiddeti nasıl azaltabiliriz?

Kadının ekonomik olarak güçlenmesi şiddetin önünde engel değil. Çünkü ekonomik özgürlüğü olan birçok kadın hatta eğitimli ve toplumda statü sahibi dediğimiz kadınlar bile şiddet görüyor. Bundan 2-3 yıl önce bir akademisyen kadın öldürüldü. Kadına yönelik şiddetin eğitimlisi, kültürlüsü, kültürsüzü yok maalesef. Bu bir bakış açısı meselesi. Bunun tamamen ortadan kalkması belki mümkün değil ama azaltılması için bu konuda ilkokuldan itibaren toplumsal cinsiyet eşitliği dersleri olmalı. Belirli görevleri kadına, belirli görevleri erkeğe atfederseniz bir süre sonra evin reisi olarak gördüğü için kendini ben ne dersem o olura gidiyor iş. Yargıya baktığımızda kadın cinayeti kavramının artık ceza kanununa yerleşmesi lazım. Bunun ağırlaştırıcı bir sebep olması lazım. Cezalar artıkça bazı durumlarda suçların önüne geçebiliyorsunuz. Siyaset dilinin değişmesi gerekiyor. Çünkü toplumda kanaat önderi olarak görünen siyasi de olabilir ünlü de olabilir, bunlar dillerini değiştirmesi gerekiyor. Bir siyasi çıktı ve hamile kadın sokakta gezmez dedi ve aynı hafta Turgutlu'da hamile bir kadın tekmelendi. Tavanda verilen tepkilerin tabandaki karşılığı çok farklı oluyor. Mesela her yıl Mart ayında kadın cinayetleri azalır. Kadına şiddet konusu gündeme gelir, kadınlar baş tacıdır, çiçektir böcektir açıklamaları yapılır. Seçim dönemlerinde kadına ve çocuğa yönelik şiddet inanılmaz artıyor. O dönemlerde özellikle siyasiler ağzına geleni söylüyor. Şiddet dilinin toplumda yarattığı kutuplaşma kadınlara yansıyor.    

İntihar görünümlü

cinayetler artıyor failler kopya çeker mi?

Evet, failler birbirlerinden öğreniyor. Münevver Karabulut cinayetinde Türkiye'de bir anda testereyle cinayetler arttı. Ama ne zaman katil en yüksekten ceza aldı bir anda oranlama kesildi. Veya failler nereden daha az ceza alacağını görürse o yöne yöneliyor. Mesela son dönemde çok fazla intihar görünümlü cinayetler artmaya başlandı. Türkiye'de teknikler çok fazla gelişmiş olmadığı için o şekilde tabiri yerindeyse yırtma ihtimallerinin olduğunu düşünüyorlar. Devletin acil bir müdahale planı yok. Cinayetler her geçen gün artıyor ve bir savaşta ölen insan sayısı kadar kadın kaybediyoruz. Cins kırımı var. Resmen bir soykırım yaşıyor kadınlar. Emine Bulut cinayetinde ilk defa bir kadının isyanı bu kadar net televizyonlara yansıdı. Ölmek istemiyorum demesi. Burada çözüm olarak ne yapıldı, 15 günde iddianame hazırlanıp 2 celsede sanığın ceza alması sağlandı ki bir an önce toplumsal tepki bastırılsın. Bir an önce ceza alsın ki toplumsal rahatlama sağlansın. Bunlar günlük, kısa vadeli, toplumun nabzına göre çözümler. Politika üretmeye geldiğimizde maalesef böyle bir politika yok. Bunun birçok ayağı var. Medya ayağı var mesela burada dil çok önemli. Yapılan haberlerde aşk cinayeti başlığında, çılgın aşık öldürdü deniyor. Bunun tek bir kavramı olmalı kadın cinayeti. Siyasi irade önemli ve toplumun bu konuda bilinçlenmesi gerekiyor. Çocukların küçüklükten itibaren bu konuda eğitilmesi gerekiyor. Yargının da erkek bakış açısından kurtulması gerekiyor. Yargıda şöyle şeyler yaşıyoruz, bir kadın boşanma sürecinde olduğu eşiyle bir araya geliyor ve erkek, kadının telefonunda Adil Işık adında birinden gelen mesaj görüyor. Kadına bu kim diye soruyor ve kadında senin ilgilendirmez biz artık boşanıyoruz diyor ve kadın öldürülüyor. Süreçte ortaya çıkıyor ki Adil Işık bildiğimiz giyim markası. Tanıtım mesajı gitmiş kadına. Ve mahkeme şu şekilde karar veriyor, Adil Işık isminin bir firma olacağını bilemeyecek olmasından dolayı haksız tahrik indirimi veriyor. İnanılmaz komik kararlarla karşılaşıyoruz. Doğum kontrol hapı kullanıyor olmak haksız tahrik indirimi. Mahkeme şunu hiç araştırmıyor, doğum kontrol hapı bir sürü sebeple kullanılabiliyor. Hormonal tedavide vs. Sanığa verilen cezayı nasıl azaltabiliriz diye mağdurun hayatını didik didik ediyorlar. Faillerin yaptığı hep şu, erkeklik onuruma laf etti, gece o saatte dışarı neden çıktı, kendi istedi, onun isteğiyle birlikte olduk gibi gibi. Veya beni aldattı o yüzden öldürdüm diyorlar. Birbirlerinden öğreniyorlar dediğim şey aslında bu. Bunlardan indirim aldıklarını gördükçe bütün failler aynı savunmaları yapmaya başlıyorlar. Bir kadını kendi tülbentiyle boğarak öldürmüş, yaklaşık 2 yıllık evliler. Sanık savunmasında, evlendiğimizde kız değildi onun için öldürdüm diyor. Mahkeme başkanı ölen kadının babasına, senin kızın bununla evlendiğinde kadın mıydı kız mıydı dedi. Acılı baba, bağırıp çağırmaya başladı. Yargının da bu erkek bakış açısından çıkması gerekiyor.

Bu tür davalarda hakimin kadın veya erkek olması kararda değişiklik oluşturuyor mu?

Böyle bir istatistik veremem hatta bazen kadın hakimler daha eril bakış açısına sahip olabiliyor. Bu kişisel duyarlılıkla alakalı bir şey.

Bize ulaşsınlar

Yardıma ihtiyacı olan kadınlar size nasıl ulaşacaklar?

Bayraklı'da bulunan merkez adliyede C blokta 302 numaralı odada Kadın Hakları Merkezi var. Orada bir Baro çalışanımız, bir stajyer avukat meslektaşımız ve bir de avukat meslektaşımız var. Buraya başvuruya gelen kadınlara biz hukuki destek sağlıyoruz. Koruma kararı istiyorsa bunun dilekçesini yazıyoruz. Başka hukuksal bir yardım istiyorsa diyelim ki boşanma ya da suç duyurusu. Suç duyurusu dilekçelerinde de orada yardımcı oluyoruz ama avukat yardımı isteyen olursa onu da adli yardım ya da CMK sistemine yönlendirip ordan avukat atanmasını sağlıyoruz. İlla ki adliyeye gitmek zorunda değiller. Alsancak'ta bulunan Baro binamızın 3'üncü katında merkezimiz var. Buraya gelip yardım isteyene yardımcı oluyoruz. Elimizden geldiğince her türlü hukuki destekte bulunmaya çalışıyoruz.