Birisi “Nasılsın?” diye sorduğunda, genellikle birkaç belirli kelimeden birini seçerek kısa bir cevap veririz. Hatta bu soruya karşılık olarak çoğu zaman nasıl olduğumuza değil, neler yaptığımıza dair bir şeyler söyleriz. Gerçi yolda karşılaştığımız bir tanıdığa uzun uzadıya hislerimizden bahsetmek de abes olabilir.

Türkçemiz’de deyim, terim ve ad olmak üzere toplam 616,767 sözcük var (Türk Dil Kurumu - Büyük Türkçe Sözlük’teki rakam). Buna karşın, araştırmalara göre gündelik hayatımızda 300-400 kelime ile derdimizi anlatıyoruz.

Akıllı telefonlarımız adeta bir uzvumuz haline geldiğinden beri de “emoji”ler imdadımıza yetişiyor. Başparmağımızla birine basıp kendimizi ifade ediveriyoruz.

Doktor ve Psikolog Robert Plutchik’in 1980’de geliştirdiği “Duygu Çarkıfeleği”, duyguları sekiz temel kategoriye ayırmış: Sevinç, Güven, Korku, Şaşkınlık, Üzüntü, Tiksinme, Öfke ve Beklenti. Daha sonra bu sekiz temel duyguyu üçlü seviyelere bölmüş. Örneğin, “Coşkunluk-Sevinç-Sükunet”... İki temel duygunun birleşiminde/ kesişiminde de başka duygular yer alıyor. Mesela Sevinç ve Güven’in birleşiminde Aşk meydana geliyor.  

Peki acaba ruh hali son derece karmaşık varlıklar olarak, bunların ötesinde hissettiğimiz çok çeşitli ve nüanslarla dolu duyguların farkında mıyız...

Tiffany Watt Smith’in kaleme aldığı, geçtiğimiz ay Hale Şirin’in tercümesiyle Türkçesi yayınlanan “Duygular Sözlüğü” adlı kitap, dünya üzerinde konuşulan dillerde yer alan, duygulara ilişkin 154 ifadeyi içeren bir sözlük. İnsanlık tarihi boyunca farklı kültürlerde duyguların nasıl algılandığı ve yaşandığına dair bir araştırma. Tanıtım metnine göre kitap, “(...) ahlaki ve siyasi hiyerarşileriyle, cinsiyet, cinsellik, ırk ve sınıf hakkındaki varsayımlarıyla, felsefi görüşleri ve bilimsel kuramlarıyla dünyanın bizim içimize nasıl yerleştiği hakkında.”

Kitap, hem felsefe, etimoloji, popüler kültür gibi alanlardan yararlanarak gündelik hayatta kullandığımız duygu ifadelerine bakışımızı derinleştiriyor, hem de farklı coğrafyalardan örneklerle bu konudaki dağarcığımızı genişletiyor.  

Örnekse, Japonca’daki “Amae” kelimesi, mükemmel bir güvenlik içinde bir başkasına teslim olduğumuzdaki hissimizi ifade ediyor.

Papua Yeni Gine yerlileri “Awumbuk” sözcüğüyle, konuklarımız gittiğinde hissettiğimiz boşluk duygusunu dile getiriyorlar. Bu duyguya karşı geliştirdikleri bir ritüel de var.

“Basorexia”, İngilizce’de birini öpmeye yönelik ani dürtü anlamına geliyor.

Kökeni Zen Budizmi’ne uzanan Japonca “Mono no aware”, hayatın geçiciliği karşısında bir iç çekiş. Tüm canlıların hatta hareketsiz şeylerin dahi belirsizleşip ortadan kaybolduğu hissini, hayatın faniliği duygusunu anlatan bir kavram.

Almanca’daki “Schadenfreude”, başkalarının başına gelen talihsizliklerden duyulan keyfe karşılık geliyor.

Smith’in 2015’te tamamladığı kitap, bugüne dek birçok dilde yayınlanmış.
Cambridge Üniversitesi’nde Felsefe ve İngilizce eğitimi alan yazar, yirmili yaşlarında tiyatro yönetmenliği yapmış. Daha sonra psikoloji ve tiyatro alanlarında akademik çalışmalara yönelmiş. Halihazırda Duygular Tarihi Merkezi’nde araştırmacı ve Londra Queen Mary Üniversitesi’nde Dram, Tiyatro ve Performans alanında öğretim üyesi. İnsan duygularının tarihine dair bir TED konuşması da bulunuyor.

Bu eğitici ve eğlenceli kitap, farklı kültürlerde duygular için türetilmiş sözcük çeşitliliğini ortaya koyarken, ortak insanlık hallerimize dair bizi aydınlatıyor. Kitabın okuyucunun empati becerisini geliştireceği gibi, okuyucuya içebakış imkanı da vereceği kanaatindeyim.

Şair gibi ben de, duyguları ifade etmek için kelimelerin kifayetli olmadığı düşüncesindeyimdir. Çünkü söz, belli bir kesinlik, keskinlik ve sınırlılık barındırır. Duygular ise çoğu zaman girifttir; muğlaklık ve karmaşıklık içerir. Bu anlamda en etkili ve evrensel ifade aracının müzik olduğuna inanırım. Kim bilir, belki de çok daha fazla kelimeye ihtiyacımız vardır...