Halil Özcan - İzmir Barosu Başkanı Av. Özkan Yücel, YSK'nın İstanbul seçiminin iptaliyle iligili 250 sayfalık gerekçeli kararının hukuki değil, siyasi bir metin olduğunu söyledi. Yücel, "Oylar çalındı denilerek vatandaşın tepki göstermesini, lehlerine oy toplamayı düşündüler. Gerekçeli kararda, çalma, hırsızlık kelimeleri geçmiyor. İzmir Barosu olarak çalışma yaptık, suç duyurusunda bulunacağız" dedi.

Yüksek Seçim Kurulu'un 7'ye karşı 4 ret oyuyla iptal ettiği İstanbul seçimiyle ilgili ilk demokrasi nöbetini başlatan İzmir Barosu Başkanı Av. Özkan Yücel'le süreci konuştuk. "Demokrasinin karşısında kim olursa biz de onun karşısındayız" diyen Yücel, şöyle konuştu: "Bu karara ve seçimin iptal edilmesine hukuki olarak verecek bir cevabım yok. Çünkü karar hukuki değil. Ama halk ağzıyla, çalınan minareye bir kılıf lazımdı, bu gerekçeli karar onun temsilidir. Gerekçeli kararın içerisinde çok fazla bir şey yok. Şişirilmiş bir rapor. Bizi siyasetin ya da bir partinin arka bahçesi olarak değerlendirmek kötü niyetli bir yaklaşımdır. Demokrasinin tehlike altında olduğu her yerde ön bahçede olmaya devam edeceğiz."

Yüksek Seçim Kurulu, 250 sayfalık gerekçeli kararını açıkladı. Ancak iddia edildiği gibi içinde 'çalıntı', 'hırsızlık' gibi ifadeler yer almıyor. Oylar çalındı iddiası neden ortaya atıldı?

Çalma ve hırsızlık gibi ifadeler öfke uyandıracak, seçmende tepki yaratıp kendi lehine sonuç doğuracak tek açıklama buydu. 'Çalındı' denmesi, 'Aslında sandığa atılan bir şey vardı, bunu birileri sandıktan aldı, götürdü. Seçmenin iradesinin sandık sonucuna yansıması engellendi' dediler. 'Sizin iradesini yok saydılar, çaldılar' denmek istendi. Çalma ve hırsızlık söylemlerini, kendi lehlerine bir oy potansiyeline dönüştürmeyi amaçladılar.' Çalındı' demeselerdi seçimin iptali için geriye bir şey kalmıyordu. Çalınmış bir şey yok, YSK'nın önceki uygulamalarına baktığınızda seçimin iptali için yeterli veri yok. YSK üzerindeki siyasi baskıyı artırmak amacıyla da bunu sıkça kullandılar. Şimdi yan çiziyorlar tabi, 'Aslında biz çalındı derken hırsızlıktan söz etmemiştik ama' diyerek bir takım gerekçeler ortaya sürüyorlar. 'Çalındı' deyince insanların kafasında oluşan düşünce hırsızlıktır ve açık seçik ortadadır. 'Biz aslında şunu kastetmiştik' demeleri çok da bir anlam ifade etmiyor.

Başkan Sadi Güven, iddiaların ya da ortaya sürülen belgelerin seçimi iptal etmeye yetmeyeceğini söylüyor ama buna rağmen seçim iptal edildi. Siz nasıl değerlendirdiniz?

Açıklanan bu gerekçeli karar, hukuk mantığına sığmayan, hukukla ölçülemeyecek ya da tarif edilemeyecek bir karardır. Gerekçeli karar dediğinizde, mahkeme önce kısa bir karar açıklar. Derler ki, şu sebeple bu karara vardık. Gerekçeli karar ise bu sebebin ne olduğunun altının doldurulmasıdır, açıklamasıdır. Gerekçeli karar aşamasına geldiğinde, başka açıklanan kısa karardan tamamen başka ve ayrı sebepler ileri sürmek hiçbir hukuk düzeninde kabul edilemez. Türkiye'nin düzeni de buna izin vermez.

Cengiz Topaktaş'ın görüşü de çok enteresan...

Evet, Sadi Güven'in açıklamasından daha etkili. Şöyle diyor, 'Çoğunluk görüşü olarak, sayım döküm cetvelleri ve tutanaklardaki usulsüzlüklerin de bir iptal sebebi olduğu belirtilerek gerekçeli karar oluşturulmuş ise de; yapılan müzakereler sırasında bu durum bir iptal sebebi olarak belirlenmemiş olup, bu nedenle de kısa karara seçimin iptal sebebi olarak sadece sandık kurullarının kurulmasındaki usulsüzlükler derç edilmiştir. İptal sebebi olarak belirlenmediği kısa karardan da anlaşılan bir konuda, karşı oy gerekçesi yazmaya gerek görülmemiştir' açıklamasında bulunmuştur. Bunu, herkesin anlayacağı dilden anlatmak gerekirse, kararlar oluşturulurken yargılama süreci bitince hakimler oturur, kendi aralarında bir değerlendirme yaparlar. Bütün sebepler ortaya konulur, tartışırlar. Bütün değerlendirmeler yapıldıktan sonra bir karar verirler. Karar için ortaya konulan gerekçelerin orada tümüyle tartışılmış olması gerekir.' Cengiz Topaktaş diyor ki; 'Biz bu konuyu kendi aramızda hiç konuşmadık.' Yani hakimlerin kendi arasında hiç konuşmadıkları bir şey iptal gerekçesi olarak gerekçeli karara yazılmış. Müzakere esnasında hiç gündeme gelmeyen bir şey. Bunun için üzerine bir gerekçe yazmaya bile gerek görmüyor.

MİNAREYE KILIF LAZIMDI

250 sayfayı gözden geçirince bu seçimin neden iptal edildiğini vatandaş gözüyle açıklayabilir misiniz?

Bu karara ve seçimin iptal edilmesine hukuki olarak verecek bir cevabım yok. Ama halk ağzıyla, çalınan minareye bir kılıf lazımdı, bu gerekçeli karar onun temsilidir. Gerekçeli kararın içerisinde çok fazla bir şey yok. Şişirilmiş bir rapor. Hukukçular bilir, bu tür dosyalara çok sık rastlanır. Bakarsınız bin 500 sayfa iddianame hazırlanmışa ama son 50 sayfada aradığınızı bulursunuz. Gerekçeli karar da böyle. Sandık sonuçlarını vs. iliştirmişler. Hiçbir yerinde şunu söyleyemiyorlar mesela, 'Şu numaralı sandığın içindeki oylardan şu kadarı çalınmış' diyemiyorlar. 'Kamu çalışanı olmayan 754 kişi görevlendirilmiştir' diyorlar. Sadi Güven de diyor ki, '754 sandığın 750'sinde iktidar partisinin de temsilcisi vardı.' Yalnızca 4 sandıkta iktidar partisinin temsilcisi yokmuş. Bu ne demek, seçim gününü hatırlayın, oy kullanımı bitti, sandıkları kapandı, oyları döktüler, pusulaları ayırdılar, bunların hepsinde parti görevlileri de vardı. Masanın üzerindeki pusulaları tek tek okuyup gösterdiler ve saydılar. Bütün partilerin temsilcileri vardı. Sandık kurulundaki herkes kendi çetelesini tuttu. Islak imzalı sandık sonuç tutanağına geçirdiler ve herkes imzaladı. Orada herhangi bir itiraz yok, imzalar atılmış. Eğer bir problem olsa sayım sıradında itiraz edilirdi. Böyle bir itiraz yok. Bunu hem Sadi Güven hem de Kürşat Hamurcu söylüyor. Sandık kurulu başkanının kamu görevlisi olmadığı hiçbir sandıkta, AKP'li üye dahil olmak üzere hiçbir itiraz yok. Bu da, bu sandıktan çıkan 'Sonuç doğrudur' demektir.

Kamu görevlisi olmayan sandık başkanlarını da atayan YSK değil mi?

Karşı oy kulanan üye hakimlerden Cengiz Topaktaş da bunu söylüyor. 'Sandık kurullarında görev alamayacağı belirtilen kişilerin sandık kurulunda görev almaları tek başına sandık sonuçlarının sıhhatine halel getirmez. Bu kişilerin sandık sonucuna tesir edip etmediğine bakılır' diyor. Yani, YSK'nın karşı oy veren üyeleri şunu söylüyor, tamam kamu görevlisi olmayan birini görevlendirmişsiniz, bu hata. Ama, kamu görevlisi olmayan bu kişi, seçmenin iradesini etkileyecek ya da sandıktan çıkan oyların sonucunu değiştirecek hangi icraatta bulundu, hangi işlemi yaptı? Hiçbir şey yapmadı, yapamaz. Diyelim ki böyle bir amaç var bu da seçim iptalini gerektirmez, kişinin cezai sorumluluğunu gerektirir.

Her şey ortadayken, seçimin iptaline yönelik oy veren hakimler, bu kararın daha sonra karşılarına çıkabileceğini düşünmemiş midir?

Bazı durumlar vardır ki, hukuku terk ettiğinizde sonuçları çok umursamazsınız. Tarih, benzer örneklerle dolu. İdam kararı verenler, gencecik insanları idam sehpalarına götürenler var. Onlar da bir karar verdi. Biz bunları unutmuyoruz. Onlar tarihin sayfasında kalacak. Bu kararı veren hakimler, yarın çocuklarının ve torunlarının yüzüne bakmak zorunda kalacak. Bu kararı veren hakimler, Türk toplumunun yüzüne bakmak zorunda kalacak. Yani hakimlik siyasetten, görüşlerden, ideolojiden ari bir müessese olarak var olmak zorundadır. Bunu, siyasetin müdahalesine açık hale getirirseniz, siyasi müdahalenin vereceğiniz kararda etkili olmasının önünü açarsanız o artık bir mahkeme ve hakim kararı olmaktan çıkar. Siyasi bir metin haline gelir, siyasi bir sonucu olur. Aynen YSK'nın şimdiki kararında olduğu gibi. Bu karar siyasi bir metindir, sonucu da siyasidir. Bu, hukuki bir metin değildir. 250 değil 750 sayfa da olsa sonuç değişmez. Bu kararın hiçbir yerinde sayım cetvellerinin olmamasının sonucu nasıl etkilediğini söyleyememişler. Varsayalım ki sayım dküm cetvelleri yok. Çuvallar elinizin altında. Ve sizin elinizde ıslak imzalı bir belge var. Orada diyor ki '350 numaralı sandıkta, 500 oy kullanılmış. Bunlar partilere şöyle şöyle dağılmış. Altında herkesin imzası var. Elinizde böyle bir belge var, çuval da elinizde. Bakın karşılaştırın.' Zaten bunu yaptılar. 'Cetveller yok' diyorlar, kaynağı orada çuvalı açıp bakın. Sayım döküm cetvelinin olmamasının seçim sonucunu nasıl etkilediğini açıklayamamışlar. Cetvel olsa, çuval olmasa zaten konuşmaya gerek yok. Çuval orada, tereddüt varsa bak, karşılaştır.

Bu zamana kadar yapılan itirazlar yeterli gelmedi mi ki?

Bu bir hazırlıktı, süreç içerisinde her şeyi üst üste koya koya değerlendirme yapıp bir sonuca varmaya çalıştılar. Baktılar ki olmuyor. İptal gerekçesinin bu kadar gecikmesinin sebeplerinden biri de bu bence. Daha önce söyledikleriyle iptal gerekçesi olarak ortaya koydukları yetmiyor, onun yerine yeni sebepler ikame etmek zorunda kaldılar. İptal kararında söylenmeyen, muhalefet şerhlerine dahil olan, hakimlerin 'Biz bunu içeride hiç konuşmadık ki' dediği şeyler gerekçe olarak karşımıza çıktı. Hukuken kabul edilebilir bir tarafı yok. Bir hukuk metninin lehinde de aleyhinde de olabilirsiniz ama bu bir hukuk metni değil. Kısıtlı seçmenlerden söz etmişler, ölülerin yerine oy kullanıldığını yazmışlar ama bu da toplam 706 oy ediyor. 601 kısıtlı, 99 hükümlü kısıtlı, 6 ölü. 13 bin fark var. Seçim sonucuna asla etkisi olmayan şeyleri iptal için gerekçe haline getirdiler. Kılıf bulmaya çalışmak dediğim şey budur. Tamam, hadi bu 706 kişinin hakikaten oy kullandığını sayalım, kullanıp kullanmadığını da bilmiyoruz, seçmen listesinde var.

BASKI ALTINDA EZİLDİLER

706 kişi seçmen listesine nasıl yazılmış?

Bunların seçmen listesinde olmasının sebebi de, Adalet Bakanlığı'nın bunları bildirmemiş olmasıdır. Burada seçim kurullarının da bir sorumluluğu yok. Listeyi hazırlayanlar müneccim değil ki, kimin ölü kimin kısıtlı olduğunu bilemez. Burada Adalet Bakanlığı üzerine gelen topu taca atmış. Mahkemeler ÜYAP'a girmedikleri için kısıtlama kararları listeye işlenmemiş o nedenle kayıtlardan düşülmemiş... Seçimi iptal edelim.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, iptal isteyen 7 hakime çete benzetmesi yapmıştı...

Bu biraz sert bir ifadeydi. Siyasetin dili serttir ama. Öbür taraftan bakarsanız da Sayın Cumhurbaşkanı da, Sayın Kılıçdaroğlu için olmayacak laflar ediyor. Bu 7 hakim siyasi baskının altında ezilmişlerdir. Hukuki bir karar verememişlerdir. İster çete olarak hareket etsinler ister başka bir şey olarak hareket etsinler. Verdikleri karar ve ortaya koydukları sonuç maalesef ki böyle.

Siz kendinizi o 11 hakimden birinin yerine koysanız, size ya da eşininize ne vaad edilirse edilsin... Böyle bir karar insani midir?

Zor bir süreçten geçiyoruz. Sadece bu değil başka sebeplerle de bunları söylüyoruz. Siyasi iktidarın yargıya müdahalesinin olduğunu, yargının etki altında kaldığını, bağımsız karar veremediğini her fırsatta söylüyorum. Bazen siyasiler çıkar ve 'Biz kimseye bir şey söylemiyoruz' derler. Öyle bir şey yok. Talimat illa ki bir yazının altına imza atarak gönderilmek zorunda değildir. Aleyhe (siyasi iktidarın beğenmediği bir karar) karar veren bir mahkemenin bütün üyelerini alıp hallaç pamuğu gibi ordan oraya atmışsanız, mahkeme üyelerini ordan oraya dağıtmışsanız, bu diğer hakimlere gözdağıdır. 'Ayağınızı denk alın, eğer böyle bir karar verirseniz sizin de başınıza bu gelir' demektir. Bunun örneklerini yaşadık. Bölge Adliye Mahkemesi bir karar verdi, bütün üyelerini dağıttılar, karara muhalif kalan tek üye o dairenin başkanı yapıldı. Bunun, hakimlere hangi mesajı vermesi bekleniyor? Kaldı ki, iptal sürecinde siyasi iktidar ve Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere kararın açıklanacağı gün, 'Artık bu seçimi iptal edin, kendinizi de aklayın' dediler. YSK, kendisini aklayacak ne yapmış olabilir? Bu söylem, 'Bir karar verin' değil, 'İptal edin'  talimatıdır.

Sizce yargıya müdahale var mı?

Kılıçdaroğlu'nun söylediği sözler sebebiyle, hakimleri ilgilendiren bir konuda, Cumhurbaşkanı, 'Siz de bir şey yapmayacak mısınız?' diyor. Yaparsa yapar, yapmayacaksa yapmaz. O zaten yüksek mahkeme hakimi. Kendi haklarını, herkesten iyi bilen biri. Bir şey yapma ihtiyacını hissederse yapar. Bunu kimsenin hatırlatmasına gerek yok. Burada bir problem var. Sürekli olarak, yargı mercilerine yönlendirme, baskı, etki altına alma hali söz konusu. Bu koşullar altında yargı mercilerinin bağımsız karar vermesini beklemek imkansızdır. Bunun için illa telefon açıp 'Böyle karar vereceksiniz' demek gerekmez. Gerekçeli karar açıklanmadan önce siyasi parti temsilcileri özellikle iktidar partisi temsilcileri bugüne kadar açıklandığı haliyle, kısa kararda yer almamış olmasına rağmen basında, kamuoyunda, televizyonda çarşaf çarşaf sergilediler. Dediler ki, 'Bir tek kamu görevlisi olmaması değil ki aslında gerekçeli kararda şunlar şunlar da var.' Sen açıklanmadan, gerekçeli kararı nerden gördün? Kim söyledi sana gerekçeli kararda yazılanları? Bunlar tehlikeli işlerdir. Kabul edilemez.

YSK'nın gerekçeli kararıyla ilgili çalışmanız var mı?

Bununla ilgili suç duyurusunda bulunacağız. Çalışmamızı tamamladık. Gerekçeli kararı bekliyorduk. Gerekçeyi görmeden haksızlık yapmak istemedik. Ya daha önce verdikleri kararlar yanlıştı ya da bu yanlış. İkisi birden doğru olamaz. Koşullar aynı ama birine siyah birine beyaz diyorsunuz. Yanlış kararı bilerek ve isteyerek verdiğinize göre, o zaman ya görevinizi ihmal etmişsinizdir ya da görevinizi kötüye kullanmışsınızdır. Bu düşünceyle bir suç duyurusu metni hazırladık.

KUTUP YILDIZIMIZ İLKELER

Demokrasi nöbetini ilk siz başlattınız? Tepki ya da takdir aldınız mı?

Bu, demokrasi mücadelesinin bir parçasıdır. Sadece İstanbul'un sorunu değil bu. İstanbul'da kimin kazandığıyla ilgili bir problem değil bu. Başka bir partinin adayı kazanmış olsaydı da, başka bir aday da kazanmış olsaydı yine bir şey değişmezdi. Bu, demokrasiyle ilgili bir şeydir. Sandık sonuçlarının tanınıp tanınmamasıyla ilgilidir. Demokrasiyi en belirgin kılan şey sandıktan çıkan sonucun yöneticileri belirleyebilecek olmasıdır. Ama bugün İstanbul'da sandıktan çıkan yönetici görevini yapamıyor. İstanbul seçimleriyle ya da demokrasi nöbetiyle iligili bize, 'CHP'nin arka bahçesi misiniz?' diyorlar. Biz, kimsenin arka bahçesi falan değiliz. Biz demokrasinin ön bahçesindeyiz, demokrasiyi savunacak bir yerdeyiz. Bu bize kanunla verilmiş bir görev. Hukukçu olarak en önce üstlenmemiz gereken bir iş. Bizi siyasetin ya da bir partinin arka bahçesi olarak değerlendirmek kötü niyetli bir yaklaşımdır. Demokrasinin tehlike altında olduğu her yerde ön bahçede olmaya devam edeceğiz.

CHP de böyle bir şey yapsa karşısında mı olacaktınız?

Kim yaparsa yapsın. Biz, mağdurun kişiliğinde değiliz. Benim mağdurum, senin mağdurun, benim falilim, senin failin diye bir şey yok. Bizim kutup yıldızımız evrensel hukuk ilkeleri, insan hakları ve demokrasi. Bu temelde hareket ediyoruz. Kimin mağdur olduğuna bakmıyoruz. Mağdurun görüşüne, ideolojisinin ne olduğuna bakmıyoruz. İşkence, bir insanlık suçudur. Kime karşı işlenmişse işlensin biz bunun karşısındayız. Onun için biz bunu AKP ya da CHP mücadelesi olarak görmüyoruz. Biz bunu demokrasi mücadelesi olarak görüyoruz. Demokrasinin en belirgin özelliği, sandıktan çıkan sonucun yönetime yansımasıdır. Bunu ortadan kaldırdığınızda geriye kalan şey demokrasi olmaz. Bunu ister bir mahkeme kararıyla yapmış olun ister başka yöntemlerle. Üstünde yüksek mahkeme ya da YSK yazan her kararı kabul etmemiz bekleniyor bizden. Hayır, öyle bir şey yok.  

23 Haziran'da İstanbul seçimlerinde olacak mısınız?

Şu ana kadar İzmir'den 300 avukat başvuru yaptı. 23 Haziran'da demokrsi için orada olacağız. Bizim için sadece bir parti ya da aday değil seçime kim girerse girsin biz sandık güvenliği için görev yapacağız.