Ana dilinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu öğrenen yaşlı adam, çocuklarına öğretemediği dilin unutulmasından kendini sorumlu tutar. Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle dinlenmesi gerektiği dönemde, hafızasındaki öksüz kelimelerin peşine düşer. Ankara'da küçük bir apartman dairesinde aynı kaderi paylaşan eşiyle derin bir sorgulama sürecine girer ve yaşadığı kültürel travmayı atlatmaya çalışır.

İstanbul Film Festivali'nde yarışan 'Ana Dilim Nerede?' filmi kendi kimliğine yabancılaştırılmış insanların ortak hikayesini anlatıyor. Naif bir dille, politik mesaj kaygısı gütmeden... Kimi zaman belgesel tadında ilerleyen, aile sıcaklığını her daim hissettiren Ana Dilim Nerede?, Kahraman ailesinin ilk filmi. Sadece yönetmenin ismini vermiyoruz, çünkü film A'dan Z'ye aile yapımı. 1960 yılında Kayseri'den Ankara'ya göç eden, babanın Zazaca, annenin Kürtçe bildiği ancak hafıza problemleri nedeniyle ana dillerini konuşamadığı ve çocuklarına aktaramadığı ailenin kara mizahı andıran hikâyesi gerçek hayattan alınma. Hayatında kamera karşısına geçmeyen Hatice-Mustafa Kahraman başrolde, oğulları Veli Kahraman yönetmen koltuğunda.

Yönetmen kaybolan dillerle ilgili bir farkındalık oluşturmak için çıkmış yola. 2008'de bir gazetede gördüğü UNESCO'nun kaybolmakta olan diller raporu yoluna ışık tutmuş. "Dünyada 2 bin 400, Türkiye'de 18 dilin yok olma tehlikesinde olduğunu öğrendik. Listede babamın dili de bulunuyordu. Bize uzakmış gibi görünen ve bir o kadar yakın bir konudan yola çıkarak film üretmeye karar verdim. Başlarda olayı belgeselle anlatma niyetindeydim. Ankara'ya ailemin yanına gittim, üç hafta deneme çekimleri yaptık. Ön çekimlerden sonra tekrar İstanbul'a döndüm. Yapımcı arkadaşlarımla İstanbul Film Festivali bünyesindeki Köprüde Buluşmalar Atölyesi'ne katıldık. Finans sağlayamadık ama görüşler ve teşvikler edindik" cümleleri özetliyor süreci.

Anne yönetmen sen ol!

Ana Dilim Nerede?'nin süreci diğer filmlerden oldukça farklı. Ailenin yaşadığı ev set ortamına çevrildi, dört-beş kişilik çekim ekibi sık sık şehirlerarası yolculuklar yapıp iki yıl çekim yaptı. Kahraman, "anne-babamın başından beri filmde oynayacağı belliydi." diyor ve her yönetmen gibi zaman içinde hırsa varan hissiyatları olduğunu kabul ediyor. Çok param olsa, şahane oyuncular bulsam, her şeyin en iyisini yapsam... Her zaman her istediği olmuyor insanın. Kahraman da bunun farkına erken varmış ve gerçek hikayeleri gerçek kişilerle anlatmayı tercih etmiş.


Annem şık göründüğü sahneleri kesmemi istemedi

Anne-baba filmi iki cümleyle özetliyor: "Kendimizi oynadık. Hiçbir katkı maddesi yok!" Gerçek hayatta anne müzik eğitimi almaya gidiyor, resim yapıyor, baba birkaç yıldır saz çalmayı öğreniyor. Bu durum oğul tarafından şöyle yorumlanıyor: "Bizim gibi ailelerde gördüğüm genel bir şey var. Emekli yaşları geldiğinde hemen ölümü beklemeye başlamazlar. Bu yüzden maharet, onların hayata bağlılığıymış gibi geliyor." Annesinin filmin bitmiş halini gördüğünde koro çekimlerinden ayrı olarak kendi konser çekimlerinin filmde yer almamasından hoşnut olmadığını söyleyen yönetmen, "Çok şık göründüğü sahnelerdi, filmden atmasam daha iyiydi diye düşündü." diyor ve ekliyor: "Uzun sohbetlerden sonra onları daha iyi anladığımı söyleyebilirim. Çekimler bizi birbirimize yakınlaştırdı. Anne ve babamı hiç bu kadar dinlemediğimi fark ettim. Bana çocukluğumun her evresini tekrar hissettirdiler. Karşılıklı olarak psikolojik bir sağaltım yaşadık. Ana dilimi bilmiyorum ama artık bana yabancı gelmiyor. Ancak bu durumların benim gibiler için mekanik bir biriktirmeden öteye geçme şansı görünmüyor."