Halime Özçelik-Folkart Galeri'de 'Kan Kırmızısı' isimli sergi açıldı. Serginin yaratıcıları, yaşayan en önemli şairlerden Adonis ile Türkiye sanatında kendine özgü bir yeri olan Habip Aydoğdu. Sergi vesilesi ile Adonis de İzmir'e geldi.
Sergide, yazı, şiir ve imgenin; renk, ses ve sözün buluştuğu çok boyutlu eserler var. Adonis'in şiirleri, Aydoğdu'nun tuvallerine yansırken Adonis bu eserlere "özgürleşen eli" ile dokunuşlar yapmış ya da Adonis'in el yazması şiirlerine Aydoğdu renk katmış. İki yaratıcının birbirlerinin eserlerine müdahalesini görmek, şiirin çevirilemezliğine rengin diliyle bir meydan okuyuşa tanıklık etmek isteyenler sergiyi ziyaret edebilir.
Biz de serginin sunduğu fırsatı kaçırmadık. Her türlü karanlığa karşı özgürlük düşünün şiirini yazan, sözünü de hiç sakınmayan Adonis ile şiiri, insanı, dünyayı konuşurken Habib Aydoğdu ile de sergiyi, onları bir araya getiren ortaklıklarını konuştuk.

* "Her şey şiirdir" diyerek Raqima adını verdiğiniz hat, boya ve nesnelerden oluşan eserler üretiyorsunuz. Bu çalışmalarınız size zamanı, mekânı, dünyayı anlamlandırmakta yeni olanaklar mı sunuyor?

Her şeyden önce bana kişisel olarak büyük bir faydası oldu. Şiiri kaside içerisinde sınırlayamam, benim için çok daha geniş bir alana hitap eder. Şiir dünya ile bir ilişki, dünyayı görüş açısıdır. Aşk bir şiir olabilir, mühendislik bir şiir olabilir, dostluk şiir olabilir. Onun için ben, kolaj biçimsel bir şiirdir, diyorum. Biz nasıl kelimelerle şiir yazabiliyorsak biçimlerle de şiir yazabiliriz. Şiir kelimelerle olduğu gibi renklerle, biçimlerle, çizgilerle de olur.

Ellerin tarihi yazılmalı

Önemli bir noktaya değinmek istiyorum burada. Biz genellikle ellere pek bakmıyoruz, eller hakkında bir şey söylemiyoruz. Ellerin özgürlüğü çok önemlidir. Özellikle İslam kültürü söze bir sınır koymuştur ama elleri sınırlandırmamıştır. Onun için ellerin özgürlüğü üzerine çok yazılmalı, söylenmeli. Eller çok şey yapmış tarih boyunca. Biz ellerin tarihini bile yazabiliriz. Eller bizi oyuna yaklaştırır, tesadüflere yaklaştırır. Düşünceden, disiplinden uzaklaştırır. Bazen ellerin oyunuyla mürekkepten öyle şeyler çıkar ki, hiç aklımıza gelmeyen bir şey olur. İslam tarihine baktığımız zaman işlerin büyük çoğunu ellerle yaptığımızı görürüz. Motifler, desenler, halılar, bakır işlemeleri... İslam tarihinde ellerin yeri gerçekten çok büyük. Hayalim, bir tarihçinin çıkıp İslam tarihindeki elin tarihini yazması; ama baş kesen elin değil, minyatür yapan, resim yapan, motif yapan, bakırı işleyen elin.

*Siz bunun şiirini yazacak mısınız peki?

Tablo dediğimiz bir elin şiiridir, kolaj yaptığım zaman zaten o bir şiirdir.

*El, dilden daha mı yetenekli?

Evet, el bir uçtur. Nehir benzetmesinden yola çıkarsak, el nehrin sonunda aktığı bir yer. Nehir; tasavvurdan, düşünceden, kelimelerden, her şeyden oluşuyor, akıyor akıyor akıyor, elden çıkıyor.

*Evrenin ruhunun aktığı bir kanal gibi.

Doğru. Şiirsel oldu!

Umutsuzluk olmadan umut olmaz



*Serginin adı, Kan Kırmızısı. Şiirlerinizde kanlı insanlık tarihini betimleyen çok çarpıcı dizelere sıkça rastlamak mümkün. "Durmaksızın akıyor kan/Başlangıcın ve oluşun mürekkebi/Kabil adadı onu..." gibi. "Mezbahaya" çevirdiğimiz dünyada insana dair bir umudunuz var mı?

Umutsuzluk olmadan umut olmaz, hüzün olmazsa sevinç olmaz. İnsan her zaman umudun tarafında olmalı. Müslümanlar olarak gerçekten unutkanız, tarihimizi bilmiyoruz. Unuttuğumuz şeylerden biri  de üç halifenin öldürülmesidir. İslamın kuruluşunun ilk 50 yılında müslümanlar birbirlerini öldürdüler. İslam'ın tarihi kana bulandı. Emevi Abbasi savaşları, Osmanlı savaşları... Tarihimizi unutuyoruz. Bu kan mutlaka belleğimizin derinliklerinden çıkıyor ortaya, şimdiyi de belirliyor. Buna rağmen ümitli olmamız lazım.

*Ortadoğu hep kanlıydı ama cihatçıların varlığı ile önceki savaşlardan farklı olarak, sanki Pandora'nın kutusu açılmış da içinde ne varsa ortaya saçılmış gibi hissediyorum. Ortaçağ barbarlığının tanığı ya da kurbanı oluyoruz. Siz İslamiyetin yeni okumalara mecbur olduğunu söylüyordunuz. IŞİD'leri, El Kaide'leri yaratan toprak İslamiyetin kendisi mi?

Bu bir çeşitlemedir, o kanlı tarihin bir çeşididir sonuçta. O kadar kan aktıktan sonra hâlâ Şii, Sünni, Ezidi diye konuşuyoruz. Bu vahim bir olay. Sorun aslında bizde, içimizde. Yabancılar da bunu çok iyi biliyor, bize karşı kullanıyorlar.

Türkiye'de laikliği savunmak gerekiyor

*Türkiyeliler yakın döneme kadar kendilerini Ortadoğulu olarak görmezlerdi. Ama son yıllarda iktidarın hem iç hem dış politikaları ile giderek olumsuz anlamda Ortadoğululaşıyoruz kaygısı başladı. Siz Türkiye'yi yıllar içinde sıkça ziyaret ettiniz. İzlenimleriniz neler?

Türkiye diğer İslam ülkeleri ile laiklik konusunda ayrılıyor. Mustafa Kemal Atatürk bunu yapmış. Bu hep bir farklılık yaratıyor müslüman ülkeleri ile arasında, ne olursa olsun. Bizim ümidimiz toplumlarımızın laik olması. Bunu yapan ilk Türkiye. Bireysel dini özgürlüklerin yaşanmasına özgürlük tanınıp, toplumun yönetimi dinden ayrılırsa, bu sadece tarihi bir eylem değil; bir kültür, bir uygarlık eylemi olur. Türkiye'de böyle bir kavramı muhafaza etmek, savunmak gerekiyor.

Şunu da söylemek istiyorum. Hem Amerika hem Batı, müslümanların hiçbir zaman laik olmasını istemez. Onun için Batı siyasetçileri hep dincilerle ittifak kurarlar. Bu siyaset genellikle özgürlük hareketlerine karşıdır tüm tarih boyunca. Amerikan siyaseti, tüm dünyada özgürlüklerin birinci düşmanı; rejimi kastediyorum. Amerika'daki rejim bir halkın kırımının üzerine kuruldu. Atom bombasını kullanan ülke. Amerika'nın tarihinde başlangıçtan şimdiye kadar, bir özgürlük hareketi ile ittifak kurduğu görülmemiştir. Gericiler, diktatörler, askeri rejimlerle ittifak kurmuştur. El Kaide'yi, Bin Ladin'i yaratan da odur; müslümanlar birbirlerini öldürsünler diye. Siyasal Batı, müslümanları hor görür. Bize sadece petrol ve stratejik geçişler gözüyle bakar.

*Siz Kassandra ya da Kör Kâhin misali, Arap Baharı'nın özgürlüklerle sonuçlanmayacağını, ülkelerdeki durumların daha kötü olacağını anlatmaya çalışıp durmuştunuz. Bir yıkım geldi ama beklediğimiz "güzel yıkım" değil. Değişimin dinamiği İslami toplumlarda ne olabilir?

Bütün Arap dünyası yıkılmadan bitmez. Bu soru aslında bir bilmece gibi. Bu sorunun cevabı olsa, sorun olmazdı. Problem nedir, biz problemlerimizi biliyor muyuz? Üç tane semavi din var: Yahudilik, Hristiyanlık, İslam. Niye Hristiyanlar ile Yahudiler modern toplumlar yarattı da müslümanlar yapamadı. Batı kendi toplumunda özgürlükler, insan hakları ile yürüyor ama bizde olmasın diye elinden geleni yapıyor. İş bana kalsa iki tane ilişki kesme yaparım. İlki, İslam'ın yanlış okuması ile ilişkimi keserim. Örneğin bir toplumda kadın erkek arasında eşitlik yoksa o toplumun gelişmesi mümkün değildir. İkincisi, Batı siyaseti ile ilişkiyi keserim. Bu ikisini yapabilirsem doğru yolda olurum.

Küba küçük, imkânı olmayan bir ülke. ABD'ye karşı 50 yıl direndi. Arapların büyük imkânları var, büyük bir coğrafyayı kapsıyorlar fakat hiçbir şey yapamadılar. Bizim zenginlerimiz bile bizim değil, Amerika'nın. Çok vahim bir problem.

İnsanların en büyük sorunlarından biri yaralı bilinç. Müslümanın tek derdi var, iktidar. Bütün İslam tarihi, iktidarı elde etme üzerine kuruldu. Ne demokrasi, ne insan hakları. Hiçbir müslüman ülke, demokratik toplum kuramadı. Bizim halkımız tarihte benzeri olmayan bir olgudur. Son iki yüzyılda, Afrika dahil, dünyada herkes ilerledi. Araplar hariç. Birbirimizi yiyeceğiz.

Ben çocukluğumdan beri bütün diktatörlere karşıyım, Suriye rejimi başta olmak üzere.

*Suriye'de bizim de içine dahil olduğumuz bir savaş var. Türkiye'nin Suriye politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye, Suriye sorununda belirleyici değil. Dünyada tek oyuncu İsrail'dir.

Şiir varsa insan var

*Suriye'den yaşanan mülteci dalgasının sonuçlarını biz Türkiye'de ve özellikle İzmir'de çok sıcak yaşıyoruz. Hazırladığımız 2015 mülteci ölümleri almanağında sadece Türkiye'den geçişlerde 501 ölüm, 209 kayıp tespit ettik haberlere konu olan. Mültecilerin yaşadığı sosyal ve idari sorunlar da ayrı. Sizi okuyacak mülteci dostlarımıza söylemek istediğiniz cümleniz olur mu?

Ben Alan bebek için yazdım. Yazdığım metinde siyahın bütün çevremizi kapladığını anlattım. Suriye'den üç milyon göç var.  Bunların hepsi niçin? Suriye rejimini yok etmek için mi? Bütün Suriye yıkıldı şu anda. Eşi benzeri olmayan eserler bile yıkıldı. Bu tarihi eserlerin hepsi gitti. Bunu Türkiye dahil bütün dünya destekliyor. Hedef rejimi öldürmek idiyse eğer, şu an rejim daha güçlüdür. Bu şunu ispatlıyor: Hedef rejim değil, ülkeyi yıkmaktır.

*Siz 'Ne Gılgamış'ım ne Ulyses' diyen, 'Ülkem şiir, yolum sevgi' diyen bir sürgün şairsiniz. Dünya vatandaşı olmak, sürgünlüğü hafifletiyor mu?

Ben hiçbir zaman kendime sürgün şair demedim. Bu başkalarının bana yakıştırdığı bir şey. Ben sürgünlükten bahsedersem; kendi dilim içinde sürgün yaşıyorum, kendi ülkem içinde sürgün yaşıyorum. İnsanların en büyük problemi, kendi ülkesi içinde sürgün yaşaması.

*Şiirleriniz insanın, toplumlarımızın karanlığını anlatsa da insanı diri tutan, değişme, değiştirme arzusu veren şiirler. Şiirin gücüne inancınızı yitirdiğiniz oldu mu hiç?

Bütün İslami tarihe karşı koyan, ona direnen bir insan tabii ki direnci aşılayacak.

*"Of, ne zaman şifa bulacak/adına vatan denen bu maraz?" dizeleri bu yıl benim de dizelerim oldu.

Bu şiirin başka dizesi "Bana ait olmayan bir vatana ben ait olamam"dır.

*İnsanın yolu acaba en çok kendini mutsuz ya da çaresiz hissettiği zamanlarda mı şiire düşüyor?

Umutsuzlukta şiir yazamaz insan. Şiir söylendi mi, yazıldı mı bu insanın varlığının ilk işaretidir. Şiir bir bağırıştır. Şiir dediğim zaman bütün sanatları da kapsıyorum.

*Biz yıllardır Nobel'in size verilmesini bekliyoruz.

Ben hayatımda Nobel'i düşünmedim, bu onların sorunu.

*Bob Dylan'ı sever misiniz?

Bu soru bana değil, Nobel'i verenlere sorulmalı.


Habib Aydoğdu

Her ressam biraz şair, her şair biraz ressam


*Serginiz coğrafyamızın kana boyandığı zamanlarda açıldı. Siz ne zaman başladınız çalışmaya?

Üç yıl önce ilk buluşma gerçekleşti. İki yıldır da yoğun bir şekilde çalıştık. Bu süreçte yaşananların etkisinde oluşan bir çalışma oldu.

*Sizi bir araya getiren ortaklıklar neler?

Bütün yaratıcı diller bana göre kardeş. Değişik sanatsal dillerin yanyanalığını, sanatsal etkileşimlerini, birbirlerine sızmalarını, hatta gerektiğinde tecavüz etmelerini istiyorum; oradan daha güçlü bir imge doğacaksa o zaman bunu çok seviyorum. Güncel sanatta da değişik sanat disiplinlerinin birbirleri ile dayanışması var. Bu her zaman şiirle resim arasında olacak diye bir şey yok. Müzikle, sinemayla olabiliyor, videoyu kullanabiliyoruz. Bizim aklımıza gelemeyecek ya da şu an söylemediğim birçok alternatifleri olabiliyor. Önemli olan aldığınız sonuç, izleyicilerde güçlü bir algı bırakabilmek. Bugün ya da yarın, daha sonraki yıllarda, "Bir türlü aklımdan çıkmıyor o imge" diyebilmek, dedirtebilmek.

Biraz önceki sorduğunuz soru çok ilginçti, iyi çevrilmediği için Adonis ona cevap vermedi. Çok umutsuzluğa düştüğünüz anlarda şiirin verdiği güç hakkındaki sorunuz. Ben kendimi şairlere çok yakın hissettiğim için onları biraz anladığımı sanıyorum. Aslında her ressam biraz şair, her şair de birer ressam. Özellikle Adonis iyi bir ressam. Kendim için söylüyorum; en sıkıldığım, bunaldığım, "bunu çözemiyorum, buradaki düşünceyi, kavramı istediğim çarpıcılıkta anlatacak imgeyi bulamadım" dediğim anlar oluyor. İnanın en güçlü imgeler o noktada çıkıyor. Kul sıkışmayınca hızır yetişmiyor derler ya, inanın öyle oluyor, ben bunu çok yaşadım. Sanıyorum şairler de böyle yaşıyor, biliyorum ki Adonis de böyle yaşıyor.



Bir yangın çağındayız

Bizim aramızdaki fark biraz malzeme farkı sadece, dil farkı. Aynı yöne bakıyoruz, aynı biçimde, aynı sorunları yaşıyoruz. Küresel terör, darbe, mültecilik, göçler, bir yangın çağındayız aslında. Tedirginiz, ürkeğiz, yaralıyız. Onun için sergimiz Kan Kırmızısı. Küratörümüz Zeynep Yasa-Yaman'ın ısrarıyla Kan Kırmızısı oldu adı. Burada bizim aradığımız başka bir şey. Farklı sanat pratiklerini bir araya getirerek acaba daha başka, daha insani algılar oluşturabilir miyiz? Ben çizgiyle, renkle, boyayla, formla yüklenerek kendimi dışa vuruyorum. Adonis de kelimeleri yükleyerek geliyor.

Onun da rengi kırmızı, benim de rengim kırmızı. Adonis diyor ki, kırmızı aşkın rengi. Benim için de kırmızı aşkın rengi evet ama aynı zamanda isyanın rengi, eylemin rengi, hayatın rengi.

Adım da kırmızının ressamına çıkmış. 'Habip Kırmızısı'nın formülünü istiyorlar artık!  O renge yüklediğin anlam önemli olan. Her zaman da aynı kırmızıyı kullanmıyorum. İnsanlar kolaycı. Şiirde de öyle. Adonis'le bağdaştığımız noktalardan birisi de şu: Belleği yok ederek, belleği dışlayarak, belleği bir depo gibi görmeden, onu aşarak başka bir imge kuruyor. Değilse herkes şiir yazar. Türkiye'de de herkes şair ama Arap dünyası bizden beter. Biz bir yerde bırakıyoruz da onlar ölene kadar kendilerini şair hissederlermiş. Ama kaç tanesi Adonis oluyor? Suriye'nin Kassabin köyünden çıkıp dünyayı vuruyor?

Adonis Günlükleri tuttum

*Kalıp dışı bir çalışma diyorsunuz. Bu sergide ne yaptınız farklı olarak?

Başlı başına sergi iki farklı disiplinin yanyanalığından oluşuyor. Üretim süreçlerini belgeleyen, belgesel mantıkla değilse de deneysel bir mantıkla hazırlanan bir video var. Adonis Günlükleri tuttum. Belli dönemlerde Adonis'le, şiirleriyle, şiirle ilgili düşüncelerimi yazdım, resmettim.

Resimlerin üzerinde Adonis'in müdahalelerini göreceksiniz. Renkler benim, yazılar Adonis'in.

*Belli şiirlerini mi resmettiniz yoksa şiirinin sizde yarattığı esinle mi çizdiniz?

Belli şiirleri resmettim. Kör Kâhin, Siccin gibi. Yeryüzünün Çocukluk Çağı şiirini ben Alan bebekle yorumladım mesela.