Lütfü Dağtaş-Rodos'taki önemli bir tarihi kalıt da Filemiros Tepesi ve Manastırı. Burası Rodos'a 15 km. uzaklıktaki Triada Köyü sınırları içerisinde ve 267 m. deniz yüksekliğinde.
Triada köyünü arkanızda bırakıp çam ağaçlarının eşlik ettiği kısa bir yolculuğun ardından antik Ialysos kentinin Akropolisinin bulunduğu Filerimos tepesine varıyorsunuz. Tarih öncesi prehistorik dönemden beri yerleşimin olduğu saptanan Ialysos kenti, arkeolojik açıdan çok önemli bir yer olarak kabul ediliyor ve 5. yy.'da zirvedeki dönemini yaşadığı aktarılıyor.
Rivayete göre, 14.yy.'da Kudüs'ten gelen Filerimos adlı bir manastır rahibi beraberinde mucizevi bir ikona getirerek bir kilise inşa etmiş ve ondan sonra bu tepe, onun adıyla anılmaya başlanmış.
Şövalyeler 15 Ağustos 1309'da adayı işgal edince aynı yerde bir manastır inşa etmişler. Manastırın giriş kapısının önünde ise ünlü Road of The Martrydom "Azap Yolu" uzanıyor. Kaldırım taşları ile döşenmiş bu yolun sağ tarafında Hazreti İsa'nın son haftası ve çarmıha gerilmek üzere Golgotha tepesine çıkışını tasvir eden bakır betimler sıralanmakta.                
Yürüyüşünüz sırasında çevrede serbestçe dolaşan tavus kuşlarını şaşırarak görüyor ve neşeleniyorsunuz. Azap Yolu'nun sonunda karşınıza 18 m. yüksekliğinde bir Haç dikiti çıkıyor. İtalyanlar buraya 14 Eylül 1930'da taştan bir haç dikmişler ancak zamanla tahrip olması üzerine bugünkü haç yapılmış.

Hac'ın içerisindeki demir merdivenlerden çıkıp tepesine ulastığınızda masmavi deniz ve yemyeşil ormanların oluşturduğu görkemli manzara görülmeye değer. Bölgedeki diğer ilgi çekici yer ise Panagia (Meryem Ana) Kilisesi.
Fotoğraf çekmeye meraklı iseniz ve güneşin tepede olduğu saatlerde Filemiros Tepesi'ne geldiyseniz Azap Yolu'ndaki ağaçların yere vuran gölgeleri yaratıcılığınızı kamçılayacaktır.


 

Seven Springs


İşte Rodos'ta mucizevi bir başka köşe. Ada, Akdeniz ile Ege'nin yazı aylarının kuraklığından payını almasına karşın, Kolimbiya'dan Archipolis ve Eleousa'ya giden yolda Seven Sprins'e giderken yanınızda kalan ırmağın susuzluğu da sizi bitkin düşürmüşken, vardığınız noktada şırıl şırıl akışa geçen kaynak suları sizi şaşırtıyor, ferahlatıyor. Değişik yüksek noktalardan coşkuyla akan su içerisinde sığla ağaçlarının arasından yürümeden yapamıyorsunuz ve karşınıza bu kez 186 m. uzunluğunda, çok dar, içi hayli karanlık bir su tüneli çıkıyor. Herkes gibi ayakkabılarınızı elinize alıp tek sıra halinde 1931'de inşa edilen tünelden geçiyor ve bu kez bir başka cennet köşeyle karşılaşıyorsunuz. Bu cennet bir başka cennet çünkü bir şelale var ve o şelalenin soğuk suyu altında size poz veren sayısız insan size gönüllü modellik yapıyor. 
 

Rodos'un badem taşları


İzmir'de artık bir elin on parmağı sayıda kalmış eski evlerin ferahlatıcı avlularında hayli yıpranmış biçimde gördüğümüz, "badem taş döşeme" olarak adlandırdığımız çakıl taşı döşemesi Rodos'un cadde, alan ve bahçelerinde karşımıza yenilenmiş biçimde çıkıyor. Türlü desenlerin yer aldığı usta işçilikle yapılmış bu taş döşemelerde yürümek ya da üzerlerine atılmış masalarda Rodos mutfağının damak tadıyla baş başa kalmak ayrı bir keyif. Huzur verici. Bu döşemeye sahip çıkışı ve güzelliği gördükçe Rodos gezimin başlığını "Turizmin kalbi Rodos'ta Atıyor" biçiminde koymamın ne denli doğru olduğunu yaşayarak anlamış oluyorum.