Ali Budak-Fotoğraflar, Selanik'te bulunan Softex mülteci kampında kalanların yanı sıra, şehirde yaşayan Yunan ve Türk katılımcıların çalışmalarından oluşuyor. Sergi Kopenhag, Kilkis ve Viyana'dan sonra şimdi de 16 Temmuz tarihlerine kadar İzmirliler tarafından gezilebilecek. Beş aylık bir çalışmanın ürünü olan Crossroads'un bundan sonraki durağı Barcelona olacak.
Sergi yapmak istedikleri her ülkede öncelikle oradaki mülteci dernekleriyle bağlantı kurduklarını ifade eden proje katılımcısı Simge Çırak, İzmir'de de Halkların Köprüsü Derneği ile iletişime geçtiklerini ve onların desteğiyle bu sergiyi gerçekleştirdiklerini söyledi.


-CrossRoads Selanik Fotoğraf Sergisi fikri nasıl ortaya çıktı? Mültecilerin kendi durumlarını fotoğraflaması ve bu fotoğrafların uluslararası mecrada sergilenmesi süreci nasıl gelişti?

CrossRoads Selanik, Lois Simac ve Tasos Markou'nun Softex Kampı'nda gönüllü olarak çalışırken tanışıp ortaya çıkardıkları bir proje. Tasos Markou uzun süredir özellikle mülteci krizini fotoğraflamaya yoğunlaşmış, Lesbos, Midilli, Pireus Limanı ve İdomeni'yi uzun süre fotoğraflamış Yunan fotoğrafçı. İkisi bir araya geldikten sonra hem kamptakilere fotoğraf çekmeyi öğretebilmek hem de yaşadıkları izolasyonu bir nebze kırabilmek için bu çalışmayı Selanik'te yaşayan yerel halkla da birleştirmek istemişler. Yani aslında projenin asıl amacı belki de fotoğraf öğretmekten de önce, kampta kalan mültecileri yerel halkla kaynaştırabilmek ve Yunanistan'ı sadece kötü kamp anılarıyla terk etmelerini önlemeye çalışmak. Elbette böyle bir çalışmanın da ilk günden beri hepimiz için en büyük motivasyonu yaptıklarımızı iletebildiğimiz kadar çok insana iletebilmek oldu. Bunun için de olabildiğince çok yerde sergi açmak en büyük isteğimizdi.


-Mültecilerin fotoğraflarının da yer aldığı serginin hazırlığı ne kadar sürdü? Onların kendi durumlarını yorumlama sürecinde sorunlar yaşadınız mı?

En başta üç aylık bir proje diyerek başlasak da beş aydan uzun bir süre birlikteydik. Bu süreçteki tek problemimiz dil oldu. Haftada iki gün teorik ders yaparak başladık, ilk dersten itibaren yanımızda hep gönüllü bir tercüman oldu. Aslında kamptan katılan tüm arkadaşlar Yunanistan'a kadar tek başına gelmek zorunda kalmış insanlardı. Herhangi bir sorun yaşamadığımız gibi, projenin bu arkadaşlar üzerinde çok olumlu bir etki yarattığını da söyleyebilirim. Hem fotoğraf adına, hem de izolasyonu kırmak adına başarıya ulaştık.

-Yunanistan başta olmak üzere genel olarak Avrupa'nın mültecilere yaklaşımı nasıl? Mültecilere hakları olan statüler bile çok görülürken, kamplarda yaşam standartları ne durumda?

Kamplardaki yaşam standartları Türkiye'deki mültecilerin yaşam standartlarıyla karşılaştırılırsa çok iyi, ama böyle bir kıyas yapmazsak elbette çok kötü. Fiziksel koşullar kışa uygun değildi ve bu yıl Avrupa çok sert bir kış geçirdi. Örneğin Softex'te elektrik hattının düzgünce döşenmesi kışın ortasına kadar başarılamadı. Sergide de göstermeye çalıştığımız bir haftalık kar fırtınası periyodunda sular dahi akmıyordu. Hatta "bulaşıkları karla temizlemeye çalışırken" çekilmiş bir fotoğrafımız var. Bunun dışında sosyal hayat ve başta da bahsettiğim izolasyon durumu belki de en ağır olanı. Bu izolasyon hissi kampta tanıştığımız herkeste mevcuttu, bazıları Türkiye'deyken mülteci olduklarını bu kadar ağır hissetmediklerini söylüyordu.


-Sergideki fotoğraflar kolektif bir şekilde ortaya çıktı. Projeye katılan mültecilerle iletişiminiz var mı? Şu anda neredeler ve nasıl bir hayatları var?

Elbette, hepsiyle Google Translate'in de biraz yardımıyla düzenli olarak konuşuyoruz. Şu an bir arkadaşımız hariç hepsi "yeni ülkelerine" yerleştirilmiş durumda. Re-Location programıyla Norveç, Finlandiya, Almanya, İsviçre ve Fransa'ya gönderildiler. Tabii bu ülkelere gönderilmek için yaklaşık 6-7 aylık çok yorucu ve yıpratıcı bir süreçten geçiyorlar. Ülkeye vardıklarında bildiğim kadarıyla önce bir süre kültürel oryantasyona ve dil kurslarına alınıyorlar. Yerleştirme sonucunu öğrenen her arkadaş elbette çok sevinçli oluyor ama o arkada bırakılanların verdiği burukluk da her zaman yüzlerinde.

-Sergiyi İzmir'deki Halkların Köprüsü Derneği'yle birlikte açtınız. Bu sürecin nasıl geliştiğini anlatır mısınız?

Halkların Köprüsü Derneği ile zaten iletişimim vardı, İzmir'de böyle bir sergi açmak istediğimizi ve projeyi anlattım, onlar da destek vermek istediklerini söyleyip gerçekleşmesini sağladılar.

-Halkların Köprüsü Derneği başta olmak üzere İzmir ve Türkiye genelinde mültecilerin haklarını savunan çok az kurum var. Türkiye'de ucuz iş gücü olarak görülen insanların Avrupa'daki durumları hakkında neler söyleyeceksiniz?

Avrupa çok fazla kültürel farklılığın olduğu bir coğrafya. Elbette zaten göçmen sayısının fazla olduğu Kuzey Avrupa ülkelerinde entegrasyonları çok daha kolay ve hızlı oluyor. Bu yüzden de birçoğu bu ülkelere gitmek istiyor. Yunanistan, Bulgaristan gibi çok gelişmemiş Avrupa ülkelerinde de yerel halkın bakış açısı ülkemizdekinden çok farklı değil maalesef. "İşlerimizi alıyorlar, tehlikeliler, neden ülkelerinde kalıp savaşmıyorlar" gibi cümleleri sıkça duyabiliyorsunuz. Ama bunların birçoğu ülkemizdeki "ucuz işçi olarak kullanma" eyleminden çok daha pasif, fikirsizlikten ve mültecilerle kişisel olarak temas etmemiş olmaktan gelen söylemler. Özellikle Yunan halkı Osmanlı zamanında da diktatörlük zamanında da göç etmek zorundalığıyla tanışmış bir halk. Faşist bir söylemin bahanesi olamaz ama Suriyeli çocuk işçilere sahte can yeleği yaptırıp Suriyelilere satan bir kötülükle de karşılaştırılamaz.

-Ülkemizde mültecilere yönelik son günlerde artan bir nefret söylemi oluştu. Bu konuda siyasetçiler ise sorumluluklarını farklı yollara kanalize ederek geçiştiriyor. Mülteci statüsüne bile sahip olmayan Suriyeliler, Türkiye'de son günlerde kötülüğün kaynağı olarak da görülmeye başlandı. Bu süreçlere çözüm geliştirme adına neler yapılabilir? Bu noktada Avrupa'da ya da dünya çapında çalışma sürdüren kuruluşları ve çözüm yolları hakkında bilgi verir misiniz?

Bu konuda çok etkili bir çalışma sürdüren, yine sergimizi Kilkis'e taşımak istemeleri sayesinde tanıştığımız Omnes'i örnek verebilirim. Konutlandırma, eğitim ve entegrasyon gibi alanlarda çalışma yapıyorlar. Merkezleri Kilkis'te ve burası da Yunanistan'ın faşist partisi Altın Şafak'ın en çok oy aldığı şehirlerden biri. Özellikle bu şehre merkez kurmuşlar. Çok net istatistikler tutarak BMYK'ye bir proje sunumu yapıyorlar ve bu proje için aldıkları paranın önemli bir yüzdesini Kilkis'teki yerel işletmelere bağışlıyorlar. Bunun gibi yerel halkın endişelerini görmezden gelmek yerine, onları da birlikte kalkınmaya dahil ederek ürettikleri çeşitli projeler sayesinde şehirde Altın Şafak'a verilen oy oranını dahi düşürmeyi başarmışlar.

-Serginin bundan sonraki durağı Barcelona. Daha öncesinde de Kopenhag, Kilkis ve Viyana'da idi. Barcelona sonrasındaki durağı belli oldu mu?

Bu sergilerin hepsini önce o şehirdeki ilgili derneklerle iletişime geçerek yapıyoruz. Şu anda Brüksel ve Köln'den arkadaşlarla iletişim içindeyiz. Umarız Avrupa'yı aşıp başka kıtalara da ulaşabiliriz.