Lütfü Dağtaş-Kordon'da yürüdüğünü ve güzelliğin tadını çıkardığını iyi bildiğim bir ad da, okuduğum anı kitaplarından öğrendiğim kadarıyla; vazife aşığı, İzmir'in ilk Türk hekimi Dr. Mustafa Enver Bey'dir. (Dönemin Belediye Başkanı Dr. Behçet Uz, Doktor Mustafa Bey adını Alsancak'ta bir bulvara vermiş, ayrıca büstünü bulvarın girişine yerleştirmiştir.)

Doktor Mustafa Bey, Ödemiş'in Birgi nahiyesi halkından olup, askeriyede tıp üzerine eğitim almış, orduda görev yapmıştır. Sivil döneminde İzmir'e yerleşen Doktor Mustafa Bey'in, geldiği yıllarda, kentte, hiç Türk hekimi yoktur. Dolayısıyla Türk ve gayrimüslim aileler; Rum, Ermeni, Yahudi hekimlerden en ünlü olanları Kostanoğlu, Kondolon, Celiyan, Büyük İsak gibi hekimlere tedavi için gitmektedirler. Doktor Mustafa Bey, en kısa sürede aralarında yer alır ve kentin tanınmış hekimlerinden olur. Öyle ki, hastaları arasında gayrimüslimler de bulunmaktadır.

Doktor Mustafa Beyin pek çok önemli özelliğinden bir kaçını saymak gerekirse; öncelikle hastalarına baba içtenliği ile yaklaşmasıdır. Bir diğeri olarak; muayeneye gittiğinde, ilkin, hiçbir şeyinin olmadığını ve boş yere çağrıldığını söyleyerek hastada maneviyatı sağladığı, muayene ve tedaviye bu girişten sonra başladığı anlatılır. İzmir Memleket Hastanesi'ndeki (Bu hastane, onun döneminde ülkenin en ünlü hastanesi haline gelmiş, çabasıyla, ahşap yapısı yıkılarak yerine bugünkü bina inşa edilmiştir) görevine, her gün aksatmadan erkenden gelmesi diğer özelliklerindendir.

Doktor Mustafa Bey'in İzmir yıllarında, Yalı ve Kordon'da atlı tramvaylar çalışmaktadır. Mustafa Bey, evinden çıkar, karşılaştığı dostlarıyla selamlaştıktan sonra ilk tramvay seferini yapan sürücü ve biletçilerle söyleşirdi. İşe gidiş dönüşlerinde tramvayı kullanan Doktor Mustafa Beyin, gün yorgunluğunu Körfez'in engin dinginliğinde giderdiğine asla şüphe yok.

Bu listeyi daha da varsıllaştırmak, Birinci Kordon'un kaldırımlarında, Marsilya'daki ya da bizim Alsancak Sevgi Yolu'ndaki gibi yere çakılı plaketlerde adları yazılı olmasa da onlarla güzelliği paylaşmak ne mutluluktur, bilseniz.

*

Körfez'in Birinci Kordon'u ile Karşıyaka Sahili'ni taçlandırmış nice güzel insana yazılı kaynaklar tarandığında epeyce rastlıyor olmamız bu varsıllığı daha da katlıyor: Örneğin, Karşıyaka İskelesi'nin hemen karşısında yer alan şimdiki Öğretmenevi'nde konser vermiş olan Üstad Münir Nurettin Selçuk, Birinci Kordon'daki Bergama Restoran'da şarkı söyleyen TSM'nin unutulmaz yorumcuları İnci Çayırlı, Kordon'u birlikte adımladığımız TSM sanatçısı, koro şefi Kutlu Payaslı; Karataş'ta, Körfez'de ve Varyant Yolu'nun dönerek kıvrımlandığı Değirmendağı'nda mikrofonsuz sesi yankılanan Hafız Burhan, Deniz Kızı Eftelya ve Selim ile aynı yerde şarkı söyleyen Müzeyyen Senar, Safiye Ayla ile çocukluğunda oturduğu Karataş'taki sokağının denize açıldığı Dario Moreno ve niceleri... Bir iki daha ad vermek gerekirse; Karataş'taki İsmet Gazinosu'nda sahneye çıkan Hamiyet Yüceses, Saime Sinan ile kemani aynı zamanda besteci Selahattin Pınar.

Alsancak'taki Alliotti Köşkü'nün (Şimdi İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin bulunduğu apartmanın olduğu yer) Sibel Gazinosu sahnesinde şarkı söyleyerek Körfez'imizi taçlandıran şu yabancı ünlü sanatçı ve müzisyen topluluklarını da sıralamamız gerekiyor: Charles Aznavour, Gilbert Becaud, Gloria Laso, Los Paraguayos, Los Indios, Los Machucambos Toplulukları müzisyenleri, Adamo, Dario Moreno, Sacha Distel ve diğerleri.
     
*

Şimdi Körfez'in Kordon, Karşıyaka ve Güzelyalı sahillerinin nasıl ve kimler tarafından renklendirildiğini düşünür, araştırma yaparken 1800'lerin sonları ile 1900'lerin başlarında atlı tramvayların çalıştığı dönemlere gitmemek elde değil.

Konak'tan Punta'ya (Alsancak), ardından Halkapınar'a işleyen tramvayın varlığına yazılı kaynaklar, bir de birkaç fotoğraf aracılığıyla tanık oluyoruz. İşletme hakkının belli ellere devredildiği bu hatlardan Kordon'dakine ait olanı ilkin Paterson'a verilmiş, o da Guifrey Ailesi'ne devretmiş. Bu hattaki tramvayın ray aralıkları, Aydın demiryolunun vagonlarını Punta'dan Gümrük karşısındaki salaş ambarlara taşıyabilmek için geniş yapılmış. İşletme hakkını elinde bulunduran Guifrey Ailesi'nden Eliezar Guifrey, hasis birisiymiş, tramvayları çeken beygirleri yeterince beslemezmiş. Bu nedenle geniş hattın tramvayları ağır işlermiş. Dahası; yolcuların çok defa inerek tramvay arabalarını itip beygirlere yardım etmeleri gerekirmiş. Bunu da Kordon'un o yıllara özgü bir rengi olarak bir kenara not ediyorum.

Peki, Konak- Kokaryalı (Güzelyalı) arası çalışan tramvay nasılmış? Öncelikle ray aralıkları daha darmış. Arabaların itilip kakılmasına gerek kalmazmış. Ayrıca hızlı gitmekteymişler. Hattın işletme hakkını elinde bulunduran Ermeni aile ise çok kibar bir aileymiş. Bu da, bu tarafın Körfez güzelliği, değil mi?
Karşıyaka-Soğukkuyu tramvay hattına gelince, Vali Rahmi Bey zamanında yapılan bu hattın işletmesi belediyeye aitmiş. Attila İlhan, Karşıyaka üzerine anılar konuşulduğunda, atlı tramvaydan ballandıra ballandıra sözederdi.
            
*

Birinci Kordon'u varsıllaştıran değerlerden söz ederken, adını bir yerlere kaydettiğim ancak bir türlü bulamadığım; Birinci Kordon'u gören Büyük Kardiçalı Hanı'nın köşesinde uzun yıllar subiya satan o satıcıyı da saymam bir borç. Eskiden, benim anımsadığım, 1970'ler, Talatpaşa-Alsancak taksi dolmuşları Büyük Kardiçalı Hanı'nın köşesinden kalkar, Talatpaşa Bulvarı üzerinden Alsancak Garı Gümrük Meydanı arasında yolcu ulaşımını sağlardı. İşte o taksi dolmuşların hemen kalktığı yerde, kaldırımın üstündeydi subiya satıcısı. Kocaman metal kabın içindeki buz kalıpları arasına sıkıştırılmış olarak, yıkanıp temizlenmiş viski şişeleri içersinde dururdu subiya. İzmir'in yapış yapış nemiyle bunalttığı temmuz, ağustos aylarında önünden gelip geçerken hemen bir liman gibi ona yaklaşanlardan olurdum. Beyaz subiya sıvısıyla dolu cam şişeyi buz kalıplarının arasından çıkartır, pek fiyakalı biçimde bardağa boşaltıp müşterisine uzatırdı. İspanya'dan İzmir'e 500 yıl önce kaçışla gelen Yahudilere özgü, kavun çekirdeğinin toz şekerle dövülerek sulandırılmasıyla elde edilen bir tür şerbetti subiya. Daha ilk bardakta, Körfez'in üzerindeki kaba lodos dalgalarıyla bizleri sersem kılan nemli havanın baskısını bu sağlıklı içecek sayesinde üzerimden atar, ikincisini daha bir damak tadı duyarak içerdim. O bakımdan kavurucu yaz günlerinde, Büyük Kardiçalı Hanı'nın köşesindeki subiyacının yeri benim için adeta Mekke'ydi. Yıllar sonra birkaç kez evde kendim yapmaya kalkıştıysam da Birinci Kordon'un bu tadını asla yakalayamadım. Pek fazla sayıda İzmirli tarafından bilinmese de yine de bir İzmir klasiği olmuştu. O satıcının bir trafik kazası sonucu yatağa bağımlı hale geldiğini çok sonra öğrendim. Şimdi Kemeraltı ile Kestanepazarı'nda akrabaları subiyayı dolaşarak olarak satıyorlar ama onun gibi asla albenili değil! Tadı o yüzden yok olsa gerek...