Yeni kitabı "Öteki Tarih/Abdülmecid'den İttihat Terakki'ye-1" ile tarihin "resmi olmayan" hikayelerini anlatan Tarihçi Ayşe Hür, bize neden bir resmi tarih yazıldığını, o resmi tarihte yok sayılan detayların bize neye mal olduğunu anlattı. Hür, "Resmi tarih denilen şey her ülkede var. Ama bunlar zaman içinde o ülkelerde fark edildi, konuşuldu, özürler dilendi. Bizdeyse saklama dönemi çok uzun sürdü. Yoksa bütün ulus devletlerin, imparatorlukların, hatta köleci devletlerin hepsinin tarihinde, egemen unsurun dışındakilere karşı işlemiş olduğu suçlar vardır. Zaten suç olmadan devlet oluşamaz. Ulus-devlet içinde hakim gücün, hatta o gücün içinde de kazanan grubun tarihi 'resmi tarih' olur. Kitabımda bu resmi tarihin hikayesini anlatmaya çalıştım" diyor.

Unutma suçunu birlikte işledik

Hür, "Bizde uluslaşma süreci çok geç oldu ve bu geç kalmışlık duygusuyla ulus-devlet denen yapıyı hızlıca ortaya çıkarmak için Türk milliyetçiliğini temsil edenler fabrikasyon bir sürece girişti. Kafalarında, tek yürek gibi atan, kendini Türk hisseden, Türkçe konuşan, Kemalist ideolojiye bağlı bir ulus yaratmak vardı. Bu süreçte, birbirimizin suçunu örtmek için devletin unutturma politikalarına göz yumduk" diye konuşuyor.

Unutturma politikalarının, Osmanlı'ya dayandığını kaydeden Hür, "Ermeni Tehciri oluyor, İttihat ve Terakkiciler suçlanıyor, hatta suçlular asılıyor. Sonra, Milli Mücadele döneminde yine konuşuluyor bu mevzu. Ama 'Elbette Ermenileri öldürecektik, eğer biz onları öldürmeseydik onlar bizi öldürecekti' deniyor. 1923 Lozan'la beraber bu unutma işi hukuki mevzuata bağlanıyor. Ardından merkez tarafından yönetilen bir beyin yıkama süreci başlatılıyor. 1928'teki Harf Devrimi de çok ciddi bir kopuş yaratıyor. Eski belgelerin, gazetelerin, kitapların okunması imkansız hale geliyor yeni kuşaklar için. 1930'lardan itibaren de Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi gibi kültürel hamlelerle giderek bu durum Türk'ün Türk'e propagandasına dönüşüyor ve katı bir kimlik inşası başlıyor" diye iddialarını dillendiriyor. Bu sürecin Demokrat Parti dönemine kadar devam ettiğini öne süren Hür, "O zaman bir kafa kaldırma, hatırlama dönemi oluyor. 1961 Anayasası ile biraz daha özgürleşiyor tartışmalar ama 1970'lerden itibaren petrol krizleri, ekonomik krizlerle birlikte yeni bir dış düşman söylemi ortaya çıkıyor. Asala ve PKK ile birlikte 'Sevr Sendromu', yani 'Batı bizi bölmeye çalışıyor' korkusu tekrar hortluyor. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Atatürkçülük adı altında yeni bir doktrin süreci başlıyor. İşte böylesine katmerli bir unutturma ameliyesinin mağdurlarıyız toplum olarak" diyor.

Şehit ve PKK'lıların aileleri buluşmalı

Hür, iddia ettiği "ülke tarihindeki kara deliklerin" kapanması için zahmetli bir sürece işaret ediyor ve ekliyor: "Özür defterleri, mağdur kapattığı zaman kapanır. Yani çok kritik, zor, zahmetli bir süreç bu. Karşılıklı kesimlerin birbirlerini tanıması, soyut gruplar olmaktan çıkıp somut insanlara dönüşmesi gerekiyor. Mesela şehit ailelerinin ve PKK'lıların ailelerinin bir araya getirilmesi gerekir artık. Çünkü onlar ortak bir acıyı, evlat acısını yaşıyor. Veya diaspora Ermenileri ile bizdeki milliyetçi grupların birbirini tanımalarını sağlamak gerek, böylece her karşı tarafın şeytani oluşumlar olmadığını anlamaları mümkün olabilir."

Türkiye, Cezayir'de Fransa'nın yanındaydı

Fransa'nın Ermeni soykırımıyla ilgili kararının büyük tepki çetkiğini, Türkiye'nin de Cezayir üstünden Fransa'yı vurmaya çalıştığını, ama Cezayir'in bağımsızlık mücadelesi sırasında Türkiye'nin nasıl bir politika izlediğinin hiç bilmediğini söyleyen Hür, "O dönem Türkiye tümüyle Fransa'nın yanında davrandı. BM'de Cezayir'le ilgili bütün oylamalarda ya çekimser ya da red oyu vererek Cezayir'deki savaşın uzamasına ve yüz binlerce kişinin ölmesine neden oldu. Öyle oylamalar vardı ki, sadece Türkiye oy verse Cezayir'in lehine bir karar çıkacakken, aleyhine çıkmıştır. Cezayir halkının kolektif belleğinde Türkiye'nin yeri hiç iyi değil" şeklinde konuştu.

"Bu konuları tarihçilere bırakalım" sözüne değinen Hür, "Tarihçi hangi gerekçelerle karar verecek? Velev ki verdi diyelim, bunun siyasi bir projeye dönüşmemesi durumunda, vardığınız sonucun hiçbir kıymeti yok. 'Tarihsel gerçeklik' denilen şeyin mutlaka siyasi bir aktör tarafından, özellikle de egemen ideolojinin temsilcisi aktörler tarafından sahiplenilmesi ve onun gereklerinin yapılması gerekir. O gerekler yapılmadığı sürece, mağdur gruplarının acıları ve çatışma durumu sona ermez. Tarihçi elbette çalışmalı, zemin temizliği yapmalı, gerçeğe yaklaşmak için malzemeler sunmalı, hikayenin yeni kuşaklara aktarılması için gereken hazırlıkları yapmalı ama karar siyasilere düşer" dedi.

Yüzleşme politikaları önemli

Yüzleşme politikalarının yaygınlaşması gerektiğini kaydeden Hür, "Geçmiş suçların kabulü, itibar, para veya toprak kaybına neden olabilir korkusu var. Halbuki tarihsel tecrübe tersini söylüyor. Örneğin Almanların özrü, onlara para kaybettirdi ama itibar kazandırdı. Elbette barışma süreçleri biraz da mağdur gruplarının tavrıyla ilgili. Gördüğümüz kadarıyla Ermeni diasporası geri adım atmaya niyetli değil. Ama onların içinde de büyük dönüşümler var, milliyetçi temalar küreselleşme sürecinde aşınıyor. En fazla uluslararası platformda Türkiye'yi sıkıştıran birkaç karar daha alınır ama yeni bir ASALA çıkmaz. Aynı şey Kürt meselesinde de geçerli. Türkiye biraz daha demokrat, insan haklarına duyarlı bir politika izlese Ermeni diasporası da PKK da söylemini yumuşatacaktır" diye konuştu.

Yüzleşmelere dış yönlendirmelerle adım attığımızı söyleyen Hür sözlerini şöyle sürdürdü: "Günümüzde dünyayla hem ticari hem siyasi olarak bütünleşmemiz, iletişim teknolojilerinin gelişmesi, turizm faaliyetleri gibi bir sürü şey bizi dünyanın bir parçası yaptı. Dünyanın bir parçası olmak demek, dünyanın diğer yerlerinde neler olduğunu görmek, oradakilerin de Türkiye'yle ilgilenmeye başlaması demek. Türkiye'den göç ettirilmiş Ermeniler, Kürtler, Süryaniler, Rumlar gibi gruplar da dünyadaki genel demokratikleşmeden dolayı tarihleriyle ilgilenmeye ve Türkiye'yi sıkıştırmaya başladı. Biz de kaçınılmaz olarak 'resmi olmayan' tarihle yüzleşmek zorunda kaldık. 'Ne istiyor bu Ermeniler?' diye sorduk. 80 senelik Kürt meselesini keşfettik. Bizim yüzleşmelerimiz biraz bu tür dış baskıların etkisiyle oldu."

Vatan