25 yaşında danışmanı olduğum bakan eski Özel Harp Daire Başkanı olunca, istediği rapor ve yazıları yazabilmek için kullanabildiğim kaynaklar çok derinleşmişti. Resmi olarak varlığı kabul edilmeyen bazı kişi ve kurumlardan bilgi alabilir olmuştum. Tabii ki söylediklerini yazamıyordum, ama bu sayede yazdıklarım devletin bilgileriyle çelişmiyordu.

Benim için önemli bir eğitim dönemiydi. Devletin sırlarını nasıl sakladığından, bu sırların ne kadarını açıkladığına, devlet bakış açısının genişliğinden, iyi yetişmiş personelin perspektiflerine, ve aslında ne kadar yalnız ve bir o kadar da güçlü olduğumuzu öğrendim. Bugün hala öğrenmeye devam etsem de, o temel beni çok değiştirdi.
O zamanlar Çekiç Güç'ün PKK'ya helikopterden silah ve mühimmat attığının görsel delillerini de görmüştüm, bunlar gösterildiğinde ABD yetkililerinin durumu yalanladığını da. Bugünkü durumdan çok farklıydı, ama o zaman da, herkes ABD'nin bölgede bir Kürt devleti istediğini biliyordu.

Sadece ABD değil, Almanya başta bütün Avrupa, İsrail filan da istiyor. Ama bazı Arap ülkelerini de düşünürsek, daha doğru bir tanım şöyle: Olası bir Kürt devletine komşu olmayacak her ülke bu konuda pozitif olmasa da, tarafsız, bu olasılığa karşı çıkanlar, sadece muhtemel komşular.

Aslında yasal olmayan son referandumda verdiği açık destek bir yana, İsrail ve bölgedeki Kürt yönetimi arasındaki organik ilişki de biliniyor. İran'la arasında tampon bir bölge, Arap milliyetçiliğine karşı bir ortak, laik demokrasi modeli için bir arkadaş gibi ölçekler, İsrail için çok önemli. Ama asıl konu, bölgedeki petrol ve doğal gazın, Suriye'nin kuzeyinde kurulacak ve İskenderun'u zayıflatacak bir limandan, İsrail'in çıkaracağı Doğu Akdeniz doğal gazıyla beraber ihraç edilebilmesi ihtimali.
İşte tam burada, bizim çıkarlarımız zarar görmeye başlıyor. Aslında güneyimizde, neredeyse bütün ihtiyaçlarını bizden karşılayan bir Kürt devleti çok da zararımıza değil. Hatta demokratik ve batıyla iyi ilişkileri olan bir devlet iyi bile sayılır. Diğer taraftan böyle bir Kürt devleti elbette sözde tarihi sınırlarına, aslında bir kültür coğrafyasına doğru genişlemeyi muhakkak isteyecektir. Bütün komşu devletlerden toprak talep edecek, hatta bu konuda belki de yerel savaşlar olabilecektir. En kötü senaryoda, on yıllar içinde, bizim topraklarımızın bir bölümünde de bir ayrılma referandumu olabilir. Ama bizim elimiz o on yıllar boyunca armut toplamayacaktır, muhakkak biz de elimizden geleni yapacağız.

Şimdiki sorun referandum yapılan bölgenin, bölge yönetiminin önceden belirlenmiş sınırlarının dışına taşmasında. Yani Kerkük, aslında çok eskiden beri Türkmen'lerin yönetiminde olan bir şehir. Irak yönetimi sırasında Araplar'ın oranı artmış, sonraki tartışmalı dönemde ise, şehrin nüfus ve tapu kayıtları yok edilip, bir de üzerine çok sayıda Kürt yerleştirilmiş durumda. Ve en önemlisi, Kerkük, bölge yönetiminin sınırlarının dışında, Irak merkezi hükümetine bağlı, statüsü tartışmalı bir petrol kaynağı.
Bölgesel Kürt yönetimi, Kerkük kartını açtığında, olası devletini aslında hakkı olmayan bölgelere doğru genişletme arzusunun işaretini veriyor. Referanduma başta karşı çıkmayan Türkiye, bu bölgeler dahil edilince sesini yükseltti.  Eğer bu bölgelere dokunulmasaydı, bir çok ülke, referanduma çok da ses çıkarmayacaktı.
Petrol kaynakları çok artmış olası bir Kürt devleti, muhakkak bu petrolü uluslararası pazara doğrudan satmak da isteyecektir. Bugüne kadar bu bölgelerden çıkan petrol, bazı iddialara göre ülkemizin üst düzeyindekilerin patronajında, yarı fiyatına alınıp, İsrail'e satılıyordu. Bölge yönetiminin tek maddi kaynağı bu petroldü, ucuz fiyata satışı ülkemiz yapıyor, para İsrail'den geliyordu. Ama petrolün miktarı artarsa, ki son Rus anlaşması buna işaret ediyor, o zaman güney sınırlarımıza paralel yeni bir petrol hattı da gündeme gelir.

Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt koridoru devletine de bu yüzden sert bir şekilde karşı çıkıyoruz. Çünkü orada petrol olmasa da, bir petrol hattı coğrafyası var. Demografik açıdan, Kürt nüfus sadece iki yerde yoğunken, bütün sınırımız boyunca Kürtlerin yönetiminde bir devlet dizayn ediliyor. Sosyalist görüşlerin hakim olduğu bu bölge ile, Kuzey Irak'taki muhafazakar Kürtlerin kurabileceği devlet uzun vadede demokrasi adı altında muhakkak birleşecektir. Toprak talebi, güney sınırlarımızdan Ortadoğu pazarına yapılan ihracat ve İskenderun'un stratejik değerini azaltabilecek alternatif bir petrol hattı ve limanı bu geniş koridorlu Kürt devletini bizim için zararlı hale getirmektedir.

Bu çerçevede PKK konusunu da incelemek gerek. PKK eski durumunda değil, insansız hava araçları sahadaki durumu çok değiştirdi. Ama bundan daha önemlisi, şehirlerde yaşanan hendek çatışmalarından sonra, toplum nezdindeki desteği çok azaldı. Artık arazide köylerden lojistik destek bulamıyor, örgüte katılım da çok azaldı. Örgüt bu durumu, Kuzey Suriye'ye ağırlık verdiğiyle açıklıyor, sayısal olarak bu doğru, ama manevi olarak, büyük bir güç kaybetti.
PKK'nın kuruluşu sırasındaki ve sonrasındaki MİT etkisi çok tartışılmıştır, hatta bunu araştıranlar suikaste uğramıştır. Sonraki Amerikan, Alman ve İsrail desteği de net. Uyuşturucu işinden kazandıkları, bölge kaynaklı işler ve işadamlarından topladıkları haraçlarla ciddi bir ekonomik gücü de oluştu. Şimdi bir kavşakta. Ya eski Türkiye odaklı örgüt olarak devam edecek, ya da daha geniş bir bölgede etkin olmaya çalışacak. İşaretler ikincisini gösteriyor, ama bölge genişledikçe, Türkiye aslında kısa ve orta vadede rahatlıyor.

Bugün ABD'nin PKK türevlerine verdiği silahların bir gün Türkiye'ye döneceğini düşünmemek imkansız. Ama şunu da düşünmek gerek, neticede toplam 60.000 ila 100.000 kişilik gayrı nizami bir askeri güç, haydi Irak ve Suriye bir yana, ittifak yapmış ve düzenli orduları olan Türkiye ve İran'a karşı ne yapabilir ki? Her paydaşın zarar göreceği, ama sonuçta kaybedenin yine Kürtler olacağı bir senaryoyu yaşayacağız.

Önceki görüşmeler ve Dolmabahçe mutabakatının son hedefinde, bölgedeki ülkelerden bağımsızlaşan Kürt özerk bölgelerinin, Türkiye'ye federatif olarak bağlanmaları olduğu çok konuşuldu. Hatta görüşmelerin hem sebebi hem sonucu budur bile denmişti. Talabani o zamanlar sağlıklıydı, ve aslında onun projesiydi. Nitekim referandumda da izleyenleri bu tavırdaydılar. Sonra PKK ve AKP, beraberce bu planı yok ettiler.

Şimdiki durumda bir kaos var. İŞİD'in çok az ömrü kaldı. Esad yeniden güçleniyor. Irak yönetimi, İran'ın etkisiyle askeri açıdan harekete geçiyor. Biz ordumuzdaki çatlakları tamir ettik. Bütün bunların sonucunda, en kötü senaryoda, güçlenmiş ve toprak talebindeki PKK türevleriyle sıcak çatışmalar var. En iyi senaryoda, topraksal genişleme yok, onun da bir sürü sıkıntısı olur. Ama bölgenin ekonomik patronluğu bize hem yakışır, hem de hem de uzun vadede bizi de bölgeyi de zenginleştirir.
Bu arada, ülkemizin içinin da karıştırılacağına dair söylemler var. Mezhepsel ya da etnik bazı çatışmalarla ülkemizin bölünmek, işgal edilmek, ya da en azından zayıflatılmak istendiğine dair senaryolar konuşuluyor. Elbette kaos sırasında her şey olabilir.

Ama bu ülkenin halkının iki özelliği asla küçümsenmemeli. Birincisi etnik olarak safkan vatandaşımız yok. Muhakkak, bu zengin gen coğrafyasında, hepimiz birbirimize karışmış ve akrabayız. İkinci konu, eğer bir tehdit söz konusu olursa, bütün farklılıklarımızı unutur, ve bayrağımızın altında hemen tek yumruğa dönüşürüz. Beline kuşak bağlayanların hançerlerini gizlediği Ortadoğu coğrafyasında da, hem güçlüyüz, hem de tecrübeliyiz. İhmal ettiğimiz tek şey, ülkemizde kendisini Kürt olarak tanımlayan vatandaşlarımızı tatmin edebilecek demokratik bir açılım. Yani, polis, jandarma, zabıta dahil, hiç bir yerel silahlı güç olmadan, yargı ve maliye hariç, bütün demokratik haklarını teslim aldıkları bir sistem. Bunu başka bir yazıda genişletmek gerek.
O güne kadar "barış sizinle olsun"...