Bir büyüğümüz, Ali Güreli; 'Kaz dağına hiç gittiniz mi?' diye sorduktan sonra devam ediyor: 'Müthiş güzeldir!
Önce; zeytinlikler içinden geçip tırmanmaya başlarsınız dağa, sonra kekik, ıhlamur, kestane ağaçları. Yükseldikçe; meşe, çınar, göknar, çam ağaçları. Müthiş bir orman. Dağdan bütün Edremit Körfezi görülür.
Edremit - Çanakkale arasında tüm sahil boyu adeta bir Çin Seddi gibi yapılmış yazlıkçı binalarını görmezden gelir,  aşağı doğru bakmazsanız müthiş bir manzara!
Yükseldikçe mutlak bir sessizlik hakim olur, çıt çıkmaz, sadece esen rüzgarın, böceklerin, kuşların sesi. Şimdi o alanlar yok ediliyor ve maden aranıyor. İnsanlar havadan fotoğraflarını çekiyorlar, o harap edilen alanların!
Gerçi misal bizim liseden(İstanbul Erkek Lisesi) mezun ve Çanakkale'de ikamet eden turist rehberi, parti / trolü bir adam, önce 'Yalan bu haberler!' diyor. 'Ben her hafta oraya tur yapıyorum!' vs.
Fotoğrafları arkadaşları gözüne sokunca, 'Biz!' diyor 'İktidar dönemimizde şu kadar milyar ağaç diktik!'
Arkadaşları sinkaf yapınca 'Pardon milyon!' diyor vs.
'Maden bizim anti-emperyalist mücadelemiz!' vs.

Sırasıyla

Ben çocukken; o sahil ve dağ, bu ülkenin en güzel yerleri idi. Önce yazlıkçılar geldi. Aklı başında oranın mimarisine vs uygun evler yapılırken başta, sonradan adeta bir çekirge istilası başladı.
Çarpık çurpuk, kumsalın üstüne, zeytinliklere, dağın yamaçlarına bir sürü şekilsiz ev yaptılar,
Ne su yetti, sonra ne hava, ne balık!
Üç kuruş fazla para aldıkları için arsalarını satanlar artık kendi memleketlerinde azınlık / yabancı oldu. Bütün sahil boyu kasabalarında; yoğurtçu, kasap, çay bahçesi,  pastane hatta açık hava sinemaları vardı. Şimdi AVM'ler, zincir marketler. Tek tek arsalarını çekirgelere satarlarken çok iyi niyetli/ saf / mutlu idi insanlar, hatta arsalarını sattıkları heriflere fazla yoğunluk alıp üç kuruş fazla alabilmek için gidip belediyelerinden ricacı oldular. Veya kaçak balkonları, onlar ruhsata bağlattı. Kesilecek ağaç bir pürüz oldu mu, arsayı satmadan, 'Dert etme! Ben sana ağaçları kesip satarım!' garantisi verdiler. Eskiden eserdi...
Oralar da şimdi yanıyor tabi.
Artık yapılacak bir şey yok!
Durgun havalarda denizde çekirgelerin pislikleri yüzüyor, onların çocukları yerine. Şimdi 'sahil' bitti sıra 'dağ'a geldi.  Sosyal medya da adeta yalvaran ifadelerle 'kıymayın oraya!' diye bir sürü paylaşım. 'Yok zeytin madenden kıymetlidir, yok dünyada nadir bulunan endemik bitkiler var orada' vs vs.
Adeta kiralık katile, 'Sende hiç vicdan yok mu?' demek kadar naif ve hüzünlü. Bu işin partisi vs olmamalı bence, orada yaşayan kim varsa , kim oralı ise, ağaç kesmeye gelenin ağzını burnunu kırmalı, kendi kasabasını, ormanını, dağını korumalı...
Hep hamasi hikâyeler vardır o yörelerde. Ülkemizi işgale gelen dış güçlere karşı, 'yok Koca Seyit' yok bilmem ne!...
Bu gelenler bilin ki o gün gelenlerden daha hırlı değil. Misal o Çanakkaleli rehber trol gibi, ağaç kesenleri, 'kesti ama neden kesti? Bir sorun bana!' vs diyenlerin suratına tükürelim, Çanakkale çarşısın içinde. Şaşırırsa, 'Sen biliyorsun nedeni, çorbacı?' diyelim misal...
Kim ağaç kesti / kestiriyorsa Allah belasını versin.'
Genç yaşta belediye başkanlığı yapan, çeşitli dernek ve kuruluşların önderi, yurt dışında ülkemizi temsil eden, çevresin ve ailesi devlet büyükleri ile dolu olan Ali Güreli ağabeyimiz, bu kadar sert bir yazı kaleme aldığına göre vaziyet gerçekten çok vahim...
Umarım, kendisini dikkate alanlar olur, belki 'Yeter artık dur!' denir birilerine...


HAFTANIN HABERİ
 
Polisleri de yordular

Fotoğraflı Haber Eren Güneş'ten...
ODTÜ"de polis, kesilecek ağaçları korumak için etrafında oturan öğrencilere biber gazı sıkıyor ve copluyor. Çünkü ağaçların kesilmesi gerek. Kesim başlıyor...
Belediye Başkanı Mansur Yavaş müdahil oluyor ve Rektörlüğe suç işlediklerini anlatıyor. Kesim durduruluyor. Ankara'da hava çok sıcak, nemli..
Öğrenci coplamak da yorucu ve terleten bir iş. Polisler yorulmuşlar. İşi biten polisler kalan ağaçların gölgesinde dinleniyorlar. Bunlara bu emri verenleri sorgulamak lazım...
'Siz ne yapıyorsunuz? Ya da kimden yanasınız?' diye...