Peki o günden bugüne dünyada cips pazarının 30 milyar dolara ulaşmış durumda olduğunu ve Türkiye'de bir yılda, kişi başına yaklaşık 1 kilo cips yediğimizi... Sabah gazetesi yazarı Ahmet Örs, köşesinde işte cipsin bu 158 yıllık tarihinden bahsederek bir takım istatiksel bilgilere değindi. Yaşamımıza giren bazı alışkanlıkların ya da tatların hikayesini bilmek onlara karşı bakış açımızı değiştirir mi bilinmez ama cipsin hikayesi Örs'ün anlattığı kadarıyla bir hayli ilgi çekici

İşte Ahmet Örs'ün köşesinden cipsin 158 yıllık tarihi.

"...Başka müşteriler normal olarak bekledikleri servisle karşılaşmadıklarında kalkıp gider, bir daha oraya uğramaz. Benim gibiler ise yemekte, serviste bir kusur bulduklarında, bunu restoran yöneticisine, garsona şikayet eder. Bugün sözünü edeceğim müşteri ise benden, hatta beni de geride bırakan bazı mutfak eğitimcisi arkadaşlarımdan daha da ukala biri. Bizden farkı, herkesten daha iyi bildiğini iddia eden, ömür törpüsü, bir baş belası oluşu...

1853 yılı yazında böyle bir müşteri New York'un kuzeyinde, Saratoga Springs adlı sevimli kasabadaki kibar Moon's Lake restoranına girdi. Restoranın aşçısı, henüz 19 yaşına basmış, Kızılderili kökenli George Crum adlı bir delikanlıydı ve burada daha yeni işe başlamıştı. Baş belası müşteri patates kızartması ısmarladı. Crum, patatesleri her zamanki boyutlarda doğradı, yağda kızarttı ve müşteriye yolladı. Müşteri tabağa baktı ve ukalalığını yaptı. Garson mesajı mutfağa taşıdı: "Müşteri memnun değil; patatesler çok kalın!" Crum önce bu tepkiye şaşırdı, sonra sinirlendi. Çok kalın da ne demekti? Patatesler her zaman kızarttığı gibiydi. Ancak müşteri velinimet olduğundan dilimleri inceltti, kendine göre çok da ince doğramıştı. Bakalım müşteri bu kez ne diyecekti? Hayır; müşteri patatesleri yine çok kalın bulmuştu. Üstelik bu kez şefe de çamur attı: "Bu işi nerede öğrenmiş sizin şef?" dedi garsona. Bir de akıl verdi: "Aslında çok basit; patatesler çok daha ince dilimlense mesele kalmayacak!" "Bu kadarı yeter," dedi Crum. Madem öyle, görsündü bakalım baş ukala. "Ben zar gibi ince doğramayı da bilirim," dedi. Saydam, yuvarlak patates dilimlerini kızgın yağa atıp, renkleri esmerleşmeden hemen çıkardı. Bu patates kızartmasını gören baş belası kendisiyle alay edildiğini anlayıp küplere binecekti. Ancak hiç beklenmeyen bir tepki geldi. Restoranların karabasanı, incecik, kızarmış bir dilimi parmaklarıyla alıp ağzına attı ve birden yüzünde güller açtı. Böyle lezzetli bir patates kızartmasını yemediğini söyledi, mutfağa selam yollayıp restorandan ayrıldı. O günden sonra bu çıtır çıtır patates dilimlerine 'Saratoga Chips' denmeye başlandı. İngilizce 'chips'in yonga, jeton gibi ince dilim anlamına geldiğini ekleyeyim. İşte bu incecik kızarmış patatesler kısa sürede çevrede ünlendi. Crum, 1860'da Moon's Lake House'dan ayrılıp Crumbs House adlı kendi yerini açtı. Her masaya bir sepet ince, çıtır patates bırakıyordu. İşte patates cipsinin öyküsü bu...


Tarihçiler hikayeyi yalanlıyor


Bazı çevreler bu 'ukalaların kralı' dediğimiz kişinin anonim biri değil, o dönemin en büyük demiryolu ve gemicilik şirketlerinin sahibi milyarder Mynheer Cornelius Vanderbilt olduğunu iddia eder. Hollandalı bir göçmenin oğlu olan Vanderbilt, 1853 yılında Amerika'nın en zengin kişilerindendi. Hatta aşçıya 'Crum' adını verenin de o olduğu söylenir. Georg Crum'un asıl adının Georg Speck olduğunu, gerçekte yarım kan Kızılderili sayılması gerektiğini, Abraham Speck adlı ünlü bir jokeyin Kızılderili bir kadından dünyaya gelen oğlu olduğunu söyleyenler de var... Vanderbilt, 1853'te Moon's Lake House'da yemek yerken yalnız patateslere bir kulp bulmakla kalmamış, servisin gecikmesine de sinirlenmişti. Garsondan, aşçıya yemeğin nerede kaldığını şeften sormasını isterken, "Neydi adı? Crumb muydu?" demişti. (Crumb ufalanmış ekmek anlamına geliyor.) Aşçının asıl adı Almanca beykın anlamına gelen Speck'ti oysa; Hollanda asıllı Vanderbilt yemekle ilgili bu iki sözcüğü karıştırmıştı. Sonuçta aşçının adı 'b' harfi atılarak Crum olarak kaldı ve 1914 yılında ölünceye kadar onun cipslerinin ünü sürdü. Cipsin bu öyküsü kulağa hoş gelse de tarihçiler bunu yalanlıyor. Cipsin, 1853 yılının temmuz ya da ağustos ayları içinde bulunduğu kesin. Ancak o yıl mayıs sonlarında Vanderbilt'in ailesiyle birlikte uzun bir Avrupa yolculuğuna çıktığı belgelerle sabit olduğuna göre, cipsin doğuşuyla ilgisinin olması mümkün değil. Bu konuda kaynakların belirsizliğine karşın, cipsin daha sonra izlediği yol belli. Elde teker teker dilimlenen cipsler 19. yüzyılın sonlarında Cleveland'da ilk kez bakkal dükkanlarında satılmaya başlandı. 1920'lerde patates soyma makinesi geliştirildi. 1926'da Kaliforniyalı bayan Laura Scudder'in ilk kez mumlu kağıttan kesekağıdı yapması ve külahın ağız kısmının ütüyle mühürlenmesiyle cipslerin taze taze pazara ulaştırılması kolaylaştı. Crum, buluşunun patentini almamıştı. Dolayısıyla kısa sürede Amerika'nın içinde ve dışında irili ufaklı birçok cips üreticisi ortaya çıktı.

Bugün dünyada cips pazarı 30 milyar dolara ulaşmış durumda. Sadece ABD'de 6 milyar dolar cirosu var ve 65 bin kişi cipsten geçimini sağlıyor. Cipse olan ilgi bizde de hızla artıyor, artık cips pazarımız 700 milyon doları buldu. Satışlar son beş yıldır, her yıl yüzde 17'lik artış gösteriyor ve yılda kişi başına 950 gram cips yiyoruz. Patates cipsinin ne kadar yararı olduğu tartışılabilir. Ama onun dünyaya egemen olduğuna da kuşku yok. Övünmek gibi olmasın ama bizim gibi ukalalar olmasa, dünya cips gibi bir üründen mahrum kalacaktı. Bu da böyle biline..."