Sevgili okuyucularım,  yaklaşık olarak 6 ay önce şu yaşadığımız günler akla bile gelmezken şöyle yazmışım:

“İnternetin ortaya çıkmasıyla "post-truth" başlar. Sürekli aşağı inen entellektüelizm, hayat ve kişilik parçalanması. Amaç; yalnız, iyi vakit geçirme. İnternet gazeteciliğinde gelinen son nokta 'şok, şok...' diye başlayan kanaat, duygu ve içerikler. Post -truth aklı dışlar ve değişen dünya düzeni 21. yy. da siyasetin parametreleri böyle oluşturulmuştur. Post-truth ile herkes istediği bilgiyi dolaşıma sokar.”

*

Şu anda yaşadığımız tüm dünyadaki olağan dışı durumun başlangıcında TV programlarına çıkan meşhur (!) bir takım tıp mensupları “Bu öyle ciddi bir olay değil, mevsimsel grip gibi geçer, koronanın genetiği şöyle, bize bir şey olmaz, hatta kelle-paça için hastalıktan korunun” gibi söylemlerde bulundular. Bu öngörüsüz sözde bilimciler, olayların farklı seyri üzerine bir anda ortalıktan kayboldular. Krizden fırsat çıkartmaya çalışan bir diğeri sosyal medya üzerinden “Laboratuvara kapandık, koronanın kesin çözümüne çok yakınız 23 Nisan’da açıklayacağım” diye reklamlara başladı. Sosyal medyada bir övgüler bir abartmalar başladı anlaşılır gibi değil. Sosyal medyada methiyeler düzen arkadaşlarıma “Bu iş öyle değil, bu vatandaşın geçmişinde umut tacirliği var” dediğimde, yediğim hamasi nutukların haddi de yoktu, hesabı da. Sonra ne oldu? Sağlık bakanı “Çalışıldığı söylenen ilaç, bir firmanın piyasada mevcut kistik fibroz hastalığında kullanılan ilacıdır. Korona hastalığının kesin tedavisi olamaz. Sosyal medya üzerinden bilim ve umut tacirliği yapılmaz” dedi. O da bir anda ortadan kayboldu. ABD de TV programlarında meşhur olan doktor bir vatandaşımız “Sokağa çıkma yasağı anlamsız, okulların kapatılması gereksiz” dedi. ABD de ölümler katlanınca, o da özür diledi ve tısss. Geride hayatını riske atan, isimsiz kahramanlar, gerçek  sağlık çalışanları kaldı.

*

Post-truth döneminde internette dolaşan o kadar gerçek dışı haber var ki inanılmaz. Biliyorsunuz, yakın zamanda, inanılan komplo teorilerini de yazdım. Bizim ülkemizde bunları altında yatan eğitim sistemimizle ilgili. Çünkü ezbere dayalı, sorgulamayan bir sistem dayatılıyor. Benim öğrencilik yıllarımda okuduğumuz Mantık, felsefe, sosyoloji dersleri önce seçmeli ders haline getirildi, sonra da pratik olarak kaldırıldı.  Mantık akla uygun düşünme yetisi kazandırır. Felsefe ise neden, niçin sorularını sorar ve araştırır. Bunların da bilim ile alakası bilimin “nasıl?” sorusunu sormasıyla bağlantılıdır.  Neden, Niçin, Nasıl sorularını ortaya koymadan her duyduğu safsataya inanan bir toplum kolayca da kandırılır. Ortam sosyal medya şarlatanlarına kalır. Eflatun “erdem ve mutluluğun felsefi bilgiyle gerçekleşeceğini” belirtiyordu. Sokrates “ incelenmemiş, sorguya çekilmemiş bir yaşamın yaşanmaya değer olmadığını” belirtmiştir. Avrupa’dan asırlar önce aydınlanma çağı yaşayan İslam alemi, Gazali’nin “Felsefenin tutarsızlığı” kavramına tutundu, batı ise İbn’i Rüşt’ün akıl ve mantık felsefesine. Batı bilim ve teknolojide çağlar atlarken, bizim taraf yerinde saymaya başladı. Türkiye’nin diğerlerinden farkı ve  bir şansı, Atatürk gibi bir dâhinin kısa sürede ülkemizde yeniden bir aydınlanma yaratmasıydı. Atatürk bize tekrar neden, nasıl, niçin sorularını sormayı öğretti. Karanlık emelleri olanların, hurafelerle rant elde edenlerin ona saldırmasının esas nedeni bu.

*

Yüz yılda bir ortaya çıkan pandemi bizim yaşam dönemimize denk geldi. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Dünya bir değişim ve dönüşümün arifesinde. Eğer olayları mantık çerçevesi içinde değerlendirirsek, felsefenin önerdiği  neden, niçin, bilimin önerdiği nasıl sorularını sorabilirsek bu krizden sağlam çıkarız. Bunu yaşayarak göreceğiz…