Gazetemizdeki 11 Şubat tarihli yazımızda "Hayırlı olsun, ülkemiz kalkınıyor" başlığı altında yazılı basında yayınlanan icra daireleri ilanlarının çokluğundan bahsetmiştik. Gerçekten; o günkü belirlemelerimize göre koskoca bir fabrikanın icra yoluyla yapılacak satış ilanının iki tam gazete sayfası tuttuğunu belirtmiş icralık değerlerin de 50 milyon liraya yakın olduğunu açıklamıştık. Keşke bu kadarla kalmış olsaydı, ne gezer? Bu tür ilanlar yazılı basınımızın hemen tüm sayfalarını kaplayacak kadar çoğalmış durumda. Korkarım gazeteler bu icra ilanları için ayrı sayfalar ayırma durumunda kalabileceklerdir.
Ama asıl korkum; ülkemizin ekonomik sorunlarının tıpkı bir buzdağının denizde görünür kısmının, asıl kütlenin 1/7'si kadar olduğu ve asıl tehlikenin gizli kaldığını bilmemiz gerektiği noktasında toplanıyor. Öyle ya; bildiğim kadarıyla birçok borçlu,  ödeme noktasındaki tıkanıklığını başka bir kuruma ya da bankalara yeniden borçlanarak çözümlemekte ve bu uygulamayı bir kurtuluş yolu olarak görmektedir. Elbette; bu saadet zinciri benzerliğindeki uygulamalar sürüp gitmeyecek, bir noktada tıkanacaktır. İşte sorunun asıl görünür kısmı o zaman ortaya çıkmaktadır.

Bakınız; haziran ayı içinde ülkemizde kurumlar vergisi ödeyenlerin sıralamasını gösteren listeler yayımlandı. Dikkat çekicidir; sıralamanın ilk 10'luk diliminin içinde 8 tane banka bulunmaktadır. Bankaların bu gelir etkinliklerinin bedelini kimler ödemiş olabilir? Elbette bu gelirlerin kaynağı ülke vatandaşlarımız olacaklardır. Bence bu gelişmenin olumlu olarak değerlendirilmesi doğru olabilir mi? Üst bölümlerde açıkladığım üzere sorunun buzdağı benzeri oluşu burada da kendini göstermektedir.

Bu düşüncemin temel kaynağının gazetede okumuş olduğum güncel bir haber olduğunu söylemeliyim. Karamsar olmak işin kolayıdır. Ama ne yaparsınız? Bir yanda da gerçekler var. Bakınız; bazı rakamları size aktarayım. İçiniz kararırsa sorumlusu değilim. 2014 sonuna göre icra dairelerindeki dosya sayısı 24 milyona yakın, yalnızca bu yılın ilk dört ayında bankalarca başlatılan yasal takiplerin adedi 500 bini aşkın. Üstelik yasalardaki "Taahhüdü ihlal" ve "Ödeme şartını ihlal" hükümleri gereğince mahkûm olup hapisle cezalandırılma durumunda olanların sayısı da tam tamına 758.494 kişi. Varın siz olabilecekleri bir düşünün. 

Hadi şimdi gelin de olumlu düşünüp ülkemizin kalkındığı, ekonomimizin sağlam temellere dayandığı, bankacılık sistemimizin güvenilir olduğu noktasında söylenenlere inanalım. İnanabilir miyiz? Bankalar bir ölçüde işin kolayına kaçarak ödeme noktasında tıkanıklığa düşen alacaklarının büyük bölümlerini "Varlık şirketleri" denen kuruluşlara belki de düşük bedellerle devrederek aradaki farkı zarar olarak yazmaktadırlar. Bütün bu uygulamaya karşın vergi sıralamasında gene de ön sıralarda yer alabilmektedirler. Bu uygulamanın sonuçları bile bankaların gelir seviyelerinin ne derece yüksek olduğunun göstergesidir.

Ancak; bence, bankaların aktiflerinde gözüken kredilerin gerçek tahsilatının hangi ölçülerde ve hangi sürelerde yapılabileceği ciddi bir sorun olma konumundadır. Bu husus işin bir başka yönüdür. Kısacası demem o ki; sorunları buzdağı gibi görüp hep hatırlayarak hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
Ekonomistlerin/iktisatçıların büyük bölümü karamsar tablo çizmeyi kolay yol olarak benimsemişlerdir. Oysa bu ülkede müjde sayılabilecek nice başarılar vardır. Öyle koskoca saray camisini BİR yıl gibi kısa sürede bitirebilmek az buz bir iş midir? Hem saymaya kalkarsak buna benzer nice müjdeler bulabiliriz (!)
Esenlikle kalınız...

Yazıma ek Not: Sn. Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç'ın  Melih Gökçek'le ilgili olarak sekiz haziranda yapacağı açıklamaları bekliyorum.