Farkında mısınız gün olmuyor ki deniz yoluyla komşumuz Yunanistan'a sığınmak isteyen Suriyelilerin boğulma ya da kıyıya vurma hikayeleri medyamızda yer tutmasın. Yalnız Suriyelileri değil Suriye'ye komşu ülkeler ya da benzerleri ülkelerden gelenleri de saymalıyız. Irak, Afganistan ve Pakistan'ı anımsatmak istiyorum.
Şimdilerde çoğunlukla Suriyeliler gündeme geliyorlar. Bilmeliyiz ki Suriye'de, iç savaş çıkmadan önce de adlarını saydığım ülkelerden ve hatta Sri Lanka'dan, Myanmar'dan gelen sığınmacıların ülkemizi geçiş kapısı yaparak Yunanistan'a ya da Bulgaristan'a gitmek istedikleri bilinmektedir.
Benim geçmişimde mülteci tanımıyla tanışmam taa 1940'ların sonu 1950'lerin başlarına kadar gidebilmektedir. O zamanlar Filistin Mültecileri Sorunu dünya kamuoyunu birinci derecede meşgul etmekteydi. 1948 yılında İsrail Devleti "de Facto" kurulmuş, oradaki Filistinliler ise yurtlarından ayrılıp Gazze Şeridi'ne,  Ürdün'e ya da Sina Yarımadası'na sığınmak durumunda kalmışlardı. Ben elbette on yaşında bir çocuk olarak o günlerde olanları bire bir değerlendirebilme şansına sahip değildim. Rahmetli babamın beni yüzeysel de olsa bilgilendirebildiğini anımsıyorum. Şimdi yazabildiklerim de o günlerin tarihsel gerçeklerini kişisel merakıma bağlı olarak sonradan değerlendirebilmemdendir. Birleşmiş Milletler Örgütü'nün alt kurumu olan "Filistin Mülteciler Komisyonu" da o günlerden bu günlere belirgin bir çözüm getirebilmiş değildir. Baksanıza; "Filistin" ve "Gazze Şeridi"  sorunları belki de cücüklenerek  sürüp gitmektedir.

***

O halde şimdi biz; bu Filistin sorununu bir kenara bırakıp günümüzde yaşananlara biraz ağırlık verelim.
Ülkemizde resmi rakamlara göre  2,5 milyonu aşkın Suriyeli mülteci olduğu tahmin edilmektedir. Tahmin edilmektedir diyorum, çünkü; bu rakamı kesin olarak bilebilmek belki de olanak dışıdır. Çözümsüzlüğün nedenine gelince bir kere mülteci akını denetimsiz bir şekilde sürüp gitmektedir. Üstelik geçmiş günlerde de  girişler gerçek anlamda denetlenebilmiş değildir.  Gelenlerin büyük çoğunluğu kimliklerini tam olarak açıklayabilmekten uzaktırlar.
Güney sınırımız sapla samanın birbirine geçtiği  bir kaos ortamını andırmaktadır. Dört seneye yakın bir zamandan beri gelen sığınmacılar ülkemizin nerdeyse 81 vilayetinde kaçak ya da tescilli olarak yaşamaktadırlar. Büyük şehirlerimizde; geçmişte Nazi Almanyası'nda görülen "Yahudi Getto"larına benzer "Suriyeli Getto"ları oluşmaya başlamıştır. Aynı şehirlerimizde  daha yeni yeni kurulmuş olan mülteci bürolarının işlevleri kimlik vermekten öteye gidememektedir. Ve bu büroların önünde akıl almaz uzunlukta kuyruklar oluşmaktadır.
Öte yandan; Suriye vatandaşlarının ülkemizde 150.000'ini aşkın yeni doğum yaptığı ek bilgi olarak verilmektedir.
Bana kalırsa; sorun, Beşar Esad'dan kaçanlar sorunu değildir. Ortadoğu'da yılların birikmiş ve halının altına süpürülerek geçiştirilmiş sorunlarının dışavurumudur. Batılıların bir tekerlemesi vardır. "Some thing's got to give"; aklımda kaldığı kadarıyla "Bir yerlerden patlak verecek" anlamına gelebilmektedir. Dediğim gibi patlamak için bir sebep gerekiyordu. İşte oluverdi!

***

Ülkemiz; tüm medeniyetlerin hem kaynağı hem de geçiş noktası olmuştur. Son 150 yıl içinde Balkanlardan gelen muhacir akınları yanında Kafkaslardan gelenleri de sayabiliriz. Anadolu'muz bunların hepsini özümseyebilmiştir. Belki bu son akını da özümseyebilecektir.
Ancak; bu son akının daha öncekilerden bir farkı vardır. Bu son akında ciddi bir etnik ayırım bulunmaktadır. İşin garibi dilleri var dilimize benzemez, huyları var bize uymaz bu insanlar niçin Suudi Arabistan'a ya da diğer Arap ülkelerine gitmezler de bizlere gelirler? Ben burada bizim devletimizin bilinçli bir kayırma politikasının varlığından korkuyorum. Olmaz demeyin günümüz iktidarlarının bu taze oy potansiyeli için çevirmeyecekleri oyun yoktur. Hele; AB'nin vereceği söylenilen  3 Milyar Euro bizimkilerin gözlerini çoktan kamaştırmış olabilir.
Esenlikle kalınız.

TÜRKÇE İÇİN EK:
Spor programlarında bir "Maçın Hakemi" tekerlemesi sürüp gidiyor. Maçı; "Hakem" yönettiğine göre "Maçın Hakemi" neyin nesi? Hakem denmesi yetmiyor mu?