Geçen haftaki yazımın başlığı neydi? Birlikte anımsayalım. Ne değişti başlığını kullanmamın elbette bir nedeni olacaktı. Nasıl olmasın ki? O yazımda belirttiğim gibi çok genç yaşlarımdan bu yana doğrudan ya da dolaylı olarak Güneydoğu Anadolu Bölgemizle hemhal olmuşumdur.  
Hiç unutmuyorum; rahmetli babacığım -ki Ege Bölgesi dışına hiç çıkmamıştı- İzmir'in Bayındır'ından Siirt'in Beşiri'sine tayin olduğunda her şeyi ne kadar da doğal karşılamıştı. Hatta oraların petrol bölgesi olduğunu bildiğinden ucuz gaz yağı alabileceğiz diyerek avuntu duyduğunu ve bunu annemin heyecanını bir ölçüde frenleyebilmek amacıyla dışa vurduğunu anımsıyorum. Oysa Beşiri'ye ulaştıklarında gaz yağının Ege'deki Bayındır'dan daha pahalı satıldığını öğrendiklerinde nasıl da şaşırmışlar ki bana yazdıkları mektupta bu durumdan uzun uzun bahsetmişlerdi.  
Oralara nasıl da maceralı bir yolculukla gittiğimi anlatmıştım galiba. Artık onu yani o konuyu bir kenara bırakarak asıl yazmak istediklerime geçeyim mi, ne dersiniz?

***

Doğu Anadolu'nun bir bölümü ile Güneydoğu Anadolu'nun topografik incelemesinde bu yörenin yurdumuzun diğer bölümlerinden farklı bir yapıda olduğu hemen anlaşılabilir. Şöyle ki; Doğu Anadolu Bölgesi ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Dicle Bölümü'nün ortalama yükseklikleri yurdumuzun ortalama yüksekliklerinin çok üzerindedir. Ayrıca ve çok önemli olarak söz konusu bölgelerdeki yükseltilerin hırçın, ulaşılması zor olduklarını da belirtmemiz gerekir.
Bölgenin bu yükseklik özelliğinin iklim koşullarını da etkileyip ülke ortalamalarından farklılaştırdığını unutmamalıyız. Nitekim; adı anılan bölgenin tamamı en ağır kış koşullarını yaşayagelmiştir. Günümüzün teknik olanaklarına karşın mayıs aylarında dahi kar esaretini sürdüren yöreler olduğunu güncel haberlerden bilmekteyiz.
Bu doğa koşulları içinde yaşayan toplumların sosyolojik yapılarının farklıklar gösterebileceğini düşünmek zorundayız. Taa çok eskilerden beri Osmanlı İmparatorluğu döneminde bile anılan bölge, devlet yönetimi için ulaşılamaz olmuştur. Osmanlı her zamanki gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya değişik gözle bakmış ve oraların feodal yapısını kabullenir olmuş, hatta bir ölçüde bu yapıyı desteklemiştir de. II. Abdülhamid Döneminde kurulan "Hamidiye Alayları" düşüncelerimizi doğrular niteliktedir.
Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan Rus işgali, ancak çarlara karşı oluşan komünist ihtilalin etkisiyle sona erdirilebilmişse de Ermenilerin durmak bilmeyen saldırıları bölgede yeni bazı huzursuzlukların yaşanmasına neden olmuştur.
Ardından Kurtuluş Savaşı sırasında bile bazı Kürt isyanlarının olduğu bilinmektedir. Örneğin Koçgiri ve Viranşehir isyanlarını sayabiliriz. Ancak bu isyanları yaşamış olmakla birlikte Millet Meclisi'nde Mustafa Kemal'e en yakın desteği verenler arasında Kürt liderlerini de görmekteyiz. Nitekim "Diyap Ağa" bunun en bilinen örneğidir.
İşte böyle; yeni kurulan Cumhuriyet Türkiye'si, Doğu ve Güneydoğu Bölgesi'ni bu koşullar altında karşılamak durumunda kalmaktadır. İngilizlerin Musul ve Kerkük sorununu maskelemek amacıyla tahrik ettikleri 1925 yılındaki Şeyh Sait İsyanı genç Cumhuriyeti en çok meşgul eden bir olaydır. Üstelik bu isyan dinci bir kesim tarafından el altından körüklenmiştir de. O günlerin ortamı bu körüklemeye pek uygundur.
Aradan epey zaman geçmiştir; 1935-1936 yıllarında başlayan "Dersim İsyanı" ayrıca incelenmesi gereken bir konudur. Öylesine ve o kadar acıdır ki bu isyanın nedenleri ve sonuçları günümüzde bile politik ortamımızın sermayesi olabilmektedir.
Elbette geçmişte yaşananlar üzerine yazılabilecek çok şey vardır ve olacaktır. Şimdilik bu kadarını aklımızda tutalım.
Esenlikle kalınız...
TÜRKÇE İÇİN NOT
Melemen değil MENEMEN ( Domatesli-biberli yumurta yemeği)