Ünlü Türkolog Kazım Mirşan'ın vefat haberi, "meşum darbe girişimi" haberleri arasında kayboldu, gitti. Kazım Mirşan Ön-Türk tarihi, dili, kültürü ile ilgili yaptığı araştırmalarla, yazılı tarihi değiştirecek çok önemli bulgu ve bilgileri ortaya koymuştu. Fotoğraf sanatçısı Servet Somuncuoğlu da, Asya'da yaptığı 150.000 km'lik yolculukla, taşlara kazınmış Türk tarihini belgelemiş, Kazım Mirşan'ın tezlerini kanıtlamıştı. Ön-Türk yazılarını okuyabilen Mirşan, Anadolu'nun yerlileri Hatti'lerin kökeni, Etrüsklerin Türk kökenli olduğunu, Marmaray kazıları sırasında çıkan bulgulardan ve Anadolu'nun değişik yerlerinde bulunan yazıtlardan ön-Türklerin Anadolu'ya M.Ö. 7000'li yıllarda gelmiş olduğunu göstermişti. Biz Anadolu'da 1000 yıldır değil, aslında 9.000 yıldır varız demektir. Bu tarih süreci içinde Anadolu devamlı gözde ve hep saldırı altında oldu.

***

Nazım Hikmet "Davet" adlı şiirinde şöyle diyor:
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...

***

Bu memleket bizim! Var olabilmemizin, varlığımızı sürdürebilmemizin sırrını Nazım'ı şiirinde buluyoruz "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine". Artık, siyasetçilerimiz bunun farkına varmalı, bizi ayrıştırmaktan vazgeçmelidir. Son yüz yıldır, bizi parçalamak için menfaati olan ülkeler çok çabaladı. Birinci Dünya savaşından sonra Sevr Antlaşması, ardından Sykes-Picot Andlaşması ile Osmanlı parçalanarak yeni sınırlar çizildi. Atatürk gibi bir dahi olmasaydı şimdi biz yoktuk. Onun sayesinde Anadolu'daki varlığımızı, şu andaki sınırlarımızı sürdürebildik. İkinci Dünya Savaşı sonrası, Yalta Konferansı ile dünya ABD ve SSCB arasında paylaşılırken, bize batıda yer verdiler, bu soğuk savaş süresince devam etti.
Atatürk döneminde bağımsızlıkçı bir politika izleyen ülkemiz, İkinci Dünya Savaşı'na girmedi ama Marshall yardımları ile başlayan, ardından 1960'dan sonra gelen darbeler ile Amerikancı bir sürece sürüklendik. Amerikan teorisyenlerin yeşil kuşak projesi içinde giderek planlı bir şekilde muhafazakarlaştırıldık. Bu arada Atatürk devrimleri de erozyona uğratılmaya çalışıldı, el altından tarikatlar desteklendi. FETÖ bu şekilde ortaya çıktı. Gülen'in ABD'ye gidişiyle okulları aracılığıyla tüm dünyada yaygınlaştı, kökeni bilinmeyen bir servet de ortaya çıktı. Birçok kanıt gizli örgüt ilişkilerini ortaya koymuştu zaten. Yurt içinde de "Mülkiye, Adliye, Harbiye" ekseninde gizli kadrolaşmalarına saflıkla(!) göz yumuldu.

***

Kıbrıs olayları sırasındaki ambargolar Türk Ordusunu, varlığımızı tehdit eden oluşumları fark etmesi ile milli silah sistemlerine yöneltti. Bunun karşılığı 1978 sonrası PKK karşımıza çıkarıldı. 2003'de Irak savaşı, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın "Ortadoğu'da sınırlar yeniden çizilecek" önermesi, BOP, Arap Baharı derken, PKK'yı bitirme aşamasına gelen Türk ordusunun, bazılarının bölgesel güç olma endişesi ile, FETÖ'nün adliye kolu devreye sokularak 2007'den itibaren Ergenekon, Balyoz kumpasları ile ordu çökertilmeye, Aselsan suikastları ile Milli silahlanma projeleri baltalanmaya çalışıldı. Tüm komşularımız ile ilişkilerimiz bozuldu. Rus uçağının düşürülmesi ile Rusya düşman edilmeye çalışıldı. Amacının Türkiye'nin de yeni çizilecek sınırlara dahil edilmesi olduğu FETÖ'nün Harbiye örgütlenmesinin 15 Temmuz kanlı darbe girişimi ile ortaya çıktı. Artık tüm bu planları anlamalı, Ordu-millet bilinci ile vatan savunması için bir orman gibi kardeşcesine yaşamayı sürdürmeliyiz. Atatürk'ümüzün tüm ilkeleri ve özellikle "Yurtta Sulh, Cihanda sulh" ilkesi rehberimiz olmalı. Yoksa bu coğrafyada yaşama şansımız olmayacak.