Çok uzun yıllardır Amerikan film ve TV yapımları Dünya pazarına egemendi. Bu arada Hindistan'da Bollywood, Hollywood'dan daha fazla iş yapıyor ancak Örümcek Adam Hindistan'da da hala seyrediliyor. Türk film severleri de Breaking Bad dizisini Netflix'de belki de ABD'dekiler kadar beğendi ya da ilgiyle izledi.

Yıllardır hem Batılı hem de Doğulu gazeteciler Hollywood'un sadece Amerikan emperyalizminin bir başka örneği daha olduğundan şikâyet etmekteler.

Mutlulukla söyleyebilirim ki nihayet durumlar değişti. Oscar ödüllerini her yıl giderek daha az kişi izliyor (2018'deki izleyici sayısı tüm zamanların en az noktasına düştü), giderek daha çok izleyici Netflix gibi canlı internet yayınlarına kayıyor ki Breaking Bad de bu şirketin başarısıydı.

Fakat Netflix de yine bir Amerikan Şirketi!.. İtiraz ettiğinizi duyar gibiyim. Evet, Netflix California'da doğan ve başta ABD'de posta yoluyla DVD kiralama hizmeti verirken, DVD çağının sonunun yaklaştığının kokusunu alarak internetten video yayınına geçen bir tekno-şirket. 2016'dan bu yana Netflix'in Türkiye dâhil 190 ülkedeki yurtdışı izleyici sayısı ABD içindeki izleyicilerinin sayısını aşmış durumda.

Netflix'in stratejisi dar çerçeveli de değil. Amerikan düşünce tarzı ve kültürünü küresel izleyicilere satmak yerine, uluslararası düşünce ve kültürleri tüm Dünya izleyicilerine satıyor.  
Netflix'in en çok izlenen ve kültürel olarak önemli katkı yaptığı kabul edilen yakın süre yapımları: Avustralya'dan komedyen Hannah Gadsby'nin 'Nanette'i, İngiltere'den 'Sex Education', İspanya'dan 'Elite', İtalya'dan 'Baby' ve Türkiye'den 'The Protector' adıyla Dünya'ya sunulan 'Hakan: Muhafız'

Gerçek olamayacak kadar iyi gibi görünüyor, değil mi?  Bir Amerikan teknoloji şirketi Dünya insanlarını birbirlerine yaklaştırmak ve yakınlaştırmak için gerçekten çaba harcıyor sanki...

Eh, tam o kadar da değil tabii... İşin içindeki özendirici unsur her zamanki gibi ve tamamen para!

ABD TV piyasasında tümüyle reklamlardan beslenen ve bu nedenle odak noktasına Amerikan iç pazarını koyan TV endüstrisi genelinden farklı olarak, Netflix finansmanını sadece ve tümüyle abone ücret gelirlerinden sağlıyor.

Doğal sonuç olarak Netflix, diyelim ki Almanya'dan önemli bir abonelik geliri sağlıyorsa, Alman içerikli yapımlar da üretmesi kendi çıkarına değil mi?

İşte bu nedenle 2017'de tam tamına bunu yaptı. 'Dark' adlı bir gerilim dizisini yayına soktu (İzlemedi iseniz tavsiye ederim). Şaşırtıcı olan bu dizinin 136 ülkede en çok izlenen 10 Netflix dizisi arasına girmesi idi. Üstelik dizinin izleyicilerinin yüzde 90'u Almanya dışındandı.

Netflix'in yüzlerce ülkenin kendi kültürel içerikli yapımlarını on milyonlarca yeni izleyiciye sunması her şeyi değiştirdi. Babam Netflix'den sadece Amerikan ya da İngiliz dizi ve filmlerini izlerken bana İngilizce alt yazılarla orijinal dillerinden izlediği İsrail dizileri Shtisel, Fauda, Mossad'dan, Güney Kore dizileri Stranger, Life'dan, Hırvat dizisi The Paper'dan, Polonya dizisi 1983'ten söz etmeye başladı. Bundan güzel ne olabilir? Netflix babamın dünyasını yüzeysel olarak tanıdığı ülke ve kültürlere açtı.  

Hollywood tabii ki Netflix'e çok bozuk. Mutlaka biliyorsunuzdur, bu yıl en iyi film Oscar'ı 'The Green Book' (Yeşil Kitap) adlı bir filme verildi.  

Alışılmadık bu film 1960'lar Amerika'sının Derin Güney'indeki siyah-beyaz ırk ilişkilerini komedi-drama olarak ele alıyordu. (Gerçekten de o yıllarda ABD'de zenciler için bir Green Book- Yeşil Kitap vardı ve her eyalette zencilerin kabul edildiği otel, restoran, spor alanı, mağaza gibi işyerlerinin listesini içeriyordu ki beyazlarla başları derde girmesin.)
Ancak Oscarlarda asıl odak notası ve en çok konuşulan ve tartışılanı Netflix'in Meksika kaynaklı yapımı 'Roma' idi.

The Green Book için yapımcı sadece 5 milyon dolar harcamışken Netflix'in 'Roma' bütçesi 50 milyon dolardı.
Bu durum ünlü yönetmen Steven Spielberg'i öfkelendirdi. Netflix içeriği filmlerin 7 gün 24 saat boyunca 190 ülkede yayında olduğunu ve bu nedenle 'Roma'nın dev pazarlama bütçesi ile geçen yıl diğer aday yabancı filmleri gişe gelirlerinde ezip geçtiğini söyledi. Şirketi haksız davranmakla eleştirdi ve oyun kurallarının dışına çıkmakla suçladı. Ayrıca Netflix filmlerinin gelecek Oscarlarda aday listelerine alınmamasını istedi.  

Ben 10 yıldır, normal programlı TV'lerin izleyiciliğinde düşme olacağını tahmin etmekteyim. Ancak sinemanın ise o kadar kolay öleceğini sanmıyorum. Türkiye'deki sinemalarda gösterilen 'Müslüm' ve Bohemian Rhapsody'nin izleyici sayılarına bakın bana hak vereceksiniz.

Bu ABD için de geçerli. Amerika'da bir banliyö kenti sinema salonunda bağımsız yapım, hicivli bir korku filmi 'Get Out'u izledim. Koltukların % 80'i doluydu. Sinema fiyatlarının aşırı yükselmesinin ve izleme deneyim kalitesinin düşmesinin durumu zorlaştırmasına rağmen, bir filmi evde izlemek yerine sinemada izlemenin hala çekici bir yanı var.
Ancak, Netflix bu derece değişik ve ilgi çekici içerikli filmlerin yapımına girdikçe, Hollywood'un kendi geleceği için endişelenmesinde ve biraz terlemesinde üzülecek bir durum görmüyorum.

Netflix'in şu anki stratejisi ile dünya izleyicilerinin çıkarları örtüşüyor. O halde bu durum devam ettiği sürece, yaşasın Netflix. Paraya taparken o da bize başka şeyler yutturmaya kalkışırsa onunla da bozuşuruz. Aşkımız biter yeni sevgili ararız...