Nedense büyük resme bakmayı bir türlü bilemiyoruz. Öğreneceğiz ama, belki de çok geç olacak. Komplo teorisi üretmeyi bilmediğimiz veya düşünmediğimiz için. İşin acı gerçeği düşünmesi gerekenlerin düşünmedikleri sorumluluklarını yerine getirmedikleri için. 
Şu günlerde ben de hepimiz gibi perişanım. Art arda bizi sarsalayıp karanlıklara iten listenin son günceli; çocuk istismarı kanun teklifi. Kaç gündür çeşitli bakış açılarından, devlet büyüklerimizce, din adamlarımızca durmadan bilgilendirildiğimiz için yazımda yer vermiyorum. Zaten versem köşem yetmez! Ancak çocuk istismarı yasası 20 Kasım 1989'da Birleşmiş Milletlerde çocuk hakları sözleşmesi olarak yer aldı, kabul edildi.
Türkiye bu sözleşmeyi 2 Ekim 1995'te uygulamaya başladı desek de hiçbir zaman layığı ile uygulanmadı. Ancak o günler iyi günlermiş. Bugün olan bitenleri hepimiz biliyoruz kavruluyoruz. Söyleyeceğim tek yorum biz büyükler her şeye tahammül ederiz açlığa, haksızlığa, eziyete v.s. ama bin bir türlü kötülüğe uğrasak da çocuklarımız, çocuklar için asla tahammülümüz olmaz. Bu kendini savunamayan ifade edemeyen tüm canlılar için de geçerli. Bu nedenle ahlaki ve etik değerlerimiz kıymetlidir insan olmak için. Bunu Atamız da şu sözleri ile ifade etmiş "Bir millet zenginliği ile değil, ahlak değeri ile ölçülür" Bence bugün yaşadığımız çöküş, ahlak değerlerimizin hızla yok edilişi. Baksanıza her şeyin değeri para olmuş.

***
Uzun zamandır gözlemliyor ve eleştiriyorum. Muhalefet niye iktidarın ortaya attığı konulara takılır, polemiğe girer? Görevini yapmak yerine. Niye halkın sıkıntıların iktidarın gündemi yapamaz, yapmazlar? Görmezler, göremezler. Oysa siyaset onların mesleği. Aldıkları oylar onların sorumluluğu. Bu akşam haberleri izlerken birden ters açı düşünmemiz gerektiğini düşündüm. 
Ekranda Cumhurbaşkanımız Erdoğan şunları söylüyordu: "AB sabrımızı taşırdı her şeyimize karışıyorlar. Ben karar verdim konuşacağım bizi Şangay birliğine alırlarsa AB'den ayrılacağım. AB bizim için bitmiştir" mealinde. 11 Haziran 2012'deki yazımı hatırladım "ŞİÖ". Bu yazıyı hazırlamak için oldukça araştırma yapmıştım. AB ile karşılaştırarak neden Başbakan Erdoğan üye olmak istiyor diye. Merak edenler arşivimde bulup okuyabilir. Bugün özetle yazacağım: 
Şanghay İş birliği Örgütüne üye ülkeler: Özbekistan, Tacikistan, Rusya, Kırgızistan, Çin, Kazakistan. Sonradan Hindistan ve Pakistan da üye olmuşlar. Üye olabilmek için tek bir kural var bağımsız bir ülke olmak. 
Hiçbir ülke bir diğerine emir, talimat veremez, karışamaz. ŞİÖ yönetimi de hiçbir ülkeye 
"Şanghay kriterleri şunlardır, kanunları buna göre düzenle diyemez. Her üye ülke ülkesinde uygulayacağı rejimi kendisi seçer kanunlarını kendisi yapar. Tam bağımsızdır. Yani yönetim şekli şeriat olmuş, despotizm olmuş, diktatörlük olmuş onunla ilgilenmezler. AB'de ise üye devletler, kanunları Kopenhag ve Maastricht kriterlerine uymak zorundalar. 
Yönetim şekli "Hür ve Demokratik Rejim". Üye devletler bunu istedikleri gibi yorumlayamazlar. İnsan hakları vazgeçilmez koşullar arasındadır. O zaman yazımı şöyle bitirmişim "İçimdeki şeytan bana şu soruyu sorduruyor.AB bizi bölecek diyor bazıları, Yugoslavya gibi. Ne yani? kimimiz AB ye, kimimiz ŞİO ye?
Yok canım şeytanı kovalım" işte dün o şeytan beni yine dürttü. Ülke cinsel istismar kanun tasarısı ile kalkıp oturuyor. Bu arada önemsizmiş gibi Sabiha Gökçen havaalanı satılmış. Sırada öncesi bilmediklerimiz sonrası? Bilemediklerimiz.