2 Eylül tarihli yazımızın devamı niteliğindeki bu II. yazımız aslında 9 Eylül'de yayınlanacaktı. Ancak; iki tarih arasında oluşan ve tüm ülkeyi yasa büründüren menfur Dağlıca saldırısı üzerine elimizden geldiğince düşüncelerimizi yansıtmayı düşündük. Ülkenin tamamının son derece etkilendiği bir ortamda elimizden başka ne gelebilirdi ki?
Kadir Mısıroğlu nam meczup kişinin Atatürk ve ailesi hakkındaki hakaretlerini bir kenara bırakalım. Kurtuluş Savaşı'nı küçümseyici herzelerine ne diyebiliriz? Tarihe bağlı gerçeklerden bu denli uzak kalınarak yalnızca ve yalnızca ard niyet dolu yazdıklarına şaşırmamak elde mi?

Bakınız; Üç gün önce savaş tarihçilerinin "Dünyada süresi bakımından sayılı uzunluktaki" diyerek tanımladıkları SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ'nin bittiği günü coşkuyla kutlamamız gerekirdi. Gerçekten; 23 Ağustos 1921'de başlayan savaş 22 gün 22 gece sürdükten sonra yazdığımız gibi 13 Eylül 1921'de ordularımızın zaferiyle sonuçlanmıştı.

Sakarya Meydan Muharebesi'ni tek olarak değerlendirmek belki de doğru olmayacaktır. Milli ordunun olabildiğince oluşturulmasından sonra 1921 Ocak ayında I. İnönü Muharebesi ile başlayan çatışmalar II. İnönü ve Kütahya-Eskişehir Muharebeleriyle sürüp gelmiş sonuçta düşman; Sakarya Nehrinin doğusunda karşılanabilmiştir. Askeri taktik uzmanı değiliz dolayısıyla değerlendirmelerimiz büyük ölçüde okuduklarımızdan kaynaklanacaktır. Her şeyden önce düşmanın destek noktalarından olabildiğince uzaklaştırılan bir noktada savaşa zorlanması askeri açıdan son derece büyük bir başarı olduğu tüm kesimlerce kabul görmektedir. Öylesine ki; bildiğim kadarıyla bu muharebe, bir çok ülkenin askeri okullarında taktik dersi olarak öğrencilere okutulmaktadır. Yalnızca bu yönü mü? Mustafa Kemal'in "Hattı Müdafaa Yoktur, Sathı Müdafaa Vardır" diyerek bir savaş cephesini 90 km. yakın bir mesafeyle kaydırıp düşmanı yıpratması o günlere kadar görülmüş bir askeri uygulama değildi.

Kurtuluş Savaşının en başından ta en sonuna kadar Yunan Ordusunun insan gücü ve teçhizat açısından bizim kuvvetlerimizden üstün olduğu bir sır değildir ki saklayalım. Sakarya Meydan Muharebesi'ni örnek alacak olursak durumu  anlayabiliriz. Verdiğim rakamları incelersek durumu daha belirgin bir şekilde algılamak olasıdır. İlk rakamlar Türk'lerin ikinci rakamlar Yunan'ların sayılarını göstermektedir. Er: 96.000/120.000, Tüfek: 54.000/57.000, Makinalı tüfek: 825/2.768, Top: 196/386, Uçak: 2/18, Kamyon: -/840. Bu bilgilere başka bir noktanın daha eklenmesi gerekir. Şöyle ki Yunan ordusundaki teçhizat tek tip olduğu halde ordumuzda örneğin 9 çeşit tüfek ve 7 çeşit top bulunmaktadır. Dahası da var bazı eratımızın fişekliklerinin dahi bulunmayışını, topçularımızın mermi için sürekli olarak sıkıntı çektiklerini belirtmeliyiz. Örnek verecek olursak savaşın 10'uncu günü cephedeki 15'inci Tümen topçusunun cephanesinin nerede ise tükenmiş olduğunu koca tümen topçusunda 17 adet mermi kaldığını (*) söyleyebiliriz. Bu savaş akıl almaz derecede kanlı sürmüştür. Nitekim; bu konuda "Yedi tümen komutanımızın şehit olduğunu" (**) eklememiz yeterli olacaktır sanırım.

Şimdi ben bunları neden yazdım, Sakarya Savaşını neden böylesine  anlatmaya çalıştım? Elbette onun da açıklamasını yapmalıyım. Efendim; ben şimdi şu satırları yazarken ciddi olarak bayağı sıkıntı çekiyorum. Maksadım "Çanakkale Savaşlarını" hafife almak değil, bunu aklıma bile getirmek istemem. Ancak; Osmanlı hayranlarının Çanakkale'yi öne çıkarıp Sakarya'dan hiç bahsetmemeleri yok mu işte o beni deli ediyor.
Be mübarekler; Sakarya'da bir ülke; harpten çıkmış her yanı yakılıp yıkılmış bir ülke, insanlarının harpten yıldığı bir ülke, o yüce adamın o yüce Mustafa Kemal'in ve ona inanmış çalışma arkadaşlarının gayretleriyle yoku var etmiş ve bir "Kurtuluş Savaşı" vermiş. Bre zındıklar (!) Sizler nasıl da hakaret edersiniz Mustafa Kemal'e? Hiç utanmak sıkılmak yok mudur sizlerde? "Bu savaş; iddia ve ifade edildiği kadar ehemmiyetli bir mevkii haiz değildir" (***) diyebilmektesiniz. Sırf "Osmanlı Hayranlığı" düşüncelerinizle gerçekleri nasıl da bu denli çarpıtabilirsiniz? 
Ey okurlar; işte bu duygularla sizlere esenlikler diliyorum.

(*) BÜYÜK DÖNEMEÇ; İbrahim ARTUÇ Sh.142
(**) Aynı Eser Sh. 232
(***) OSMANOĞULLARININ DRAMI; Kadir MISIROĞLU
Yazıma Not: Biliyorsunuz; Bülent ARINÇ geçtiğimiz Mart ayında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih GÖKÇEK hakkında 7 Haziran'dan yani seçimlerden sonra bazı açıklamalar yapacağını söylemişti. Biz de bu açıklamayı beklediğimizi her yazımızın sonunda belirtmekteydik. Vazgeçtim, varsın açıklamasın. Onu; kendi dünyasında öz vicdanı (!) ile baş başa bırakıyorum.