Biz; eskilerde öyle hatırlıyorum, Medeni Kanunumuzun galiba üçüncü maddesiydi : "Bir hakkın sırf gayri ızrar eden süistimalini kanun himaye etmez" diyerek öğrenmiştik. Öte yandan ana ve temel kanun Medeni Kanun olduğu için bütün kanunların Ceza Kanunu da dahil tefsirinin/yorumunun bu kanuna göre yapılması gerektiğini ve bunun genel bir hukuk kuralı olduğunu da öğrendiğimizi hatırlıyorum.
Zaman değişti 1926 yılında yürürlüğe giren Medeni Kanunu'muzun adı belki değişti değişmedi bu bizim konumuzun dışında kalır ama o andığım maddenin metni değişmiş onu izliyorum. Ne olmuş derseniz yazayım: "Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz". Aslında eski ile yenisi arasında bir kapsam farkı yok gördüğüm kadarıyla; yalnızca kelimelerde değişiklik var.
Bakınız; belirli zamanlardan bu yana belki de polis devleti olmaya yüz tutmaya başladığımızdan bu yana polislerimizin bir meslek hastalığı olarak tanımlayabileceğimiz girişimlerine tanık olmaktayız. Bu "Meslek Hastalığı" tanımına ilk kez Erhan Bener'in "Bürokratlar" adlı dizi kitabında rastlamıştım. O kitapta bu tanımın tipik örneği de verilmekteydi. Meraklılarına öneririm.
Şimdi bunları niçin yazdım? İlgililerin hoş görüsüne sığınarak elbette anlatacaklarım vardır.
Oğlumun iş yerinin karşısında bir açık otopark bulunuyor. İzmir Emniyet Müdürlüğüne yakın olduğu için zaman zaman resmi ya da sivil plakalı polis arabaları sanırım emniyet müdürlüğünün otoparkı müsait olmadığından bu özel otoparka gelerek araçlarını park etmek istemektedirler.

Şimdi; ben zaman zaman oğlumun işyerinde iken olanları karşıdan izliyorum. Özel otopark görevlileri bu polis araçlarına yardımda bulunup kurallara uygun bir şekilde park edebilmelerini sağlamak için istekte bulunuyorlar. Nedir bu istekler? "Abi, yolu kapatma, iyice sağa yanaş" dediklerini duyar gibiyim. Hayır, ben polis aracıyım, istediğim gibi park ederim deniliyor ki araçlar yerinden bile kıpırdatılmıyor. Otoparka giriş; sorunlarla dolu olsun kimin umurunda?

Söylediğim gibi oğlumun işyeri İzmir valiliğinin ve Emniyet Müdürlüğü'nün çok yakınında. Öylesine ki günün her saatinde polis arabalarının biri gelir biri çıkar. Hepsi de bizim önümüzden geçerler. Elbette geçecekler. Bizim sokakta her zaman bir trafik polisimiz de bulunmaktadır. Her şeye karşın trafik bu, zaman zaman tıkanıklıklar da yaşamaktayız. Derken oradan bir polis aracı o ender rastlanan korna sesleriyle "HORT HORT, ZORT ZORT" akıllarınca yolun açılmasını sağlayacaklar!

Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'na göre polislerin; yasa dışı eylemlerde bulunanlara gereken uyarıyı yaptıktan sonra eylemin sürdürülmesi durumunda silahla karşılık verme hakları bulunmaktadır. Aslında bu uygulama; nefsi müdafaa dediğimiz kişisel savunma hakkının devlet adına kullanılmasının değişik bir uygulamasıdır. Ama; bu uygulamada dikkat çekici ayrıntılar bulunmaktadır. Ayrıntıların en önemlisi de karşılık vermenin öldürücü olmaması kuralıdır. Ben uyardım, yanıt alamadım, sık beynine olsun bitsin türünde bir hakkın kullanılması yazımızın başlangıç bölümündeki hak kullanım anlayışının ötesine gitmez mi?

İşte; belki on yıl oluyor: "Baran Tursun" olayı. İzmir'deki bir trafik durdurumunda kaçmaya yeltenen sürücü Baran Tursun'nun kurşunlanarak öldürülmesi. Hangi mantık ölçülerinde değerlendirilebilir ki? Yasalara uygun bile olsa polisin yöntemi doğru karşılanabilir mi? Aslında; suçlu olan, suçlu olması gereken Baran Tursun; belki de gençliğinin verdiği deneyimsizlikten kaynaklanan davranışı ile canından oldu. Onun ölümüne üzüldüğüm kadar hatalı davranışta bulunduğunu sandığım polisimizin de çektiği sıkıntılara da üzülmekteyim.

İşte; bir yenisi daha, Dilek Doğan'ın İstanbul'da yapılan baskında evet yineliyorum belki de gençlik heyecanıyla yaptığı uyarı karşısında bir polis kurşunu ile yaşamını yitirmesi hangi yetki kullanımı kalıbı içine sokulabilir? Onu vuran polise mi yanayım yoksa 23 yaşında ömrünün baharında yok yere ölümü tadan Dilek'e mi?

Başka bir örnek vereceğim. Bakınız; oğlumun işyerinin bulunduğu sokak tek yönlü bir sokaktır. Bazen resmi ya da sivil plakalı polis araçları bu sokakta ters yönde kuralları ihlal etmektedirler. Özellikle sivil plakalıları uyardığımızda aldığımız yanıt "Olsun, biz görevliyiz" şeklinde oluyor. Öte yandan; arkasından onları görerek başka araçlar gelmez mi? Polis anında ceza uygulamasını başlatıyor.
Benim anlayışıma göre özel görev ve konumlar dışında polis araçları da; ister resmi ister sivil plakalı olsunlar kurallara uygun davranmalıdırlar. Gerekli gereksiz özel kornaları kullanmak ne ölçüde doğrudur? Sırf yolu uzatmasın diye düşünüp tek yönlü yolu kullanmak; bilmeyenlere kötü örnek olup onları yanlışlığa sürüklememek sayılmaz mı?

Kesinlikle yazıyorum; güvenlik güçlerini karşıma ya da hafife alma gibi bir düşünceye sahip değilim. Tam tersine güvenlik güçlerimizin canlarını feda edercesine yaptıkları çalışmaları hayranlıkla izlemekteyim. Yalnızca; hukuk devletinde hakların karşılıklı ve dengeli kullanılmasının daha doğru olacağına ve bunun sonucunda toplum huzuru bulabileceğimize inanmaktayım.
Görüşüme göre meslek içi eğitimin önemi; özellikle güvenlik güçlerinin davranışlarını kontrol edebilmeleri için gereklidir. Bu eğitim; çok ciddi ve örneklemeli olarak verilmelidir. Üstelik sıkça yinelenmelidir.
Esenlikler diliyorum...