"Risk faktörü" deyiminin tıp literatürüne girip yaygınlaşması 1960'ların başında ünlü Framingham Raporu'nun yayımlanmasıyla başladı. 1940'ların sonunda, Amerika Birleşik Devletleri'nin Massachusetts eyaletinde küçük bir şehir olan Framingham'da yaşayan insanların tümü sağlık muayenesinden geçirilip izlenmeye başlandı.  Kamu kaynaklarından desteklenen bu araştırma hala sürmekte. İlk muayeneden 10 yıl sonra, araştırmacılar kalp krizi geçiren veya kalp hastalığı nedeniyle ölenler ile sağlıklı kalanları karşılaştırıp ne gibi özelliklerinin kalp damar hastalığına yol açtığını araştırdılar. Risk faktörü diye adlandırdıkları bu özellikler 6 taneydi: Erkek cinsiyet, ileri yaş, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve sigara. Daha sonra yapılan birçok bilimsel çalışma, ailede kalp hastalığı olması, iyi kolesterolün düşüklüğü, fazla kilolu ve şişman olma, insülin direnciyle seyreden "gizli şeker" denen durum, stres ve hareketsiz yaşam gibi başka özelliklerin de kalp krizi riskini artırdığını gösterdi. Buna rağmen 60 yıl önce ortaya atılan risk faktörleri, kalp hastalıkları tartışmalarında hala merkezi rollerini koruyor.

Bu risk faktörlerinin olumsuz etkileri olduğu fikrini konuyla ilgilenenlerin hemen hepsi kabul ediyor. Buna karşılık, sadece bu faktörleri kullanarak yapılan risk hesaplamasının ne kadar doğru sonuç verdiği konusunda fikir ayrılıkları var. Kimi uzman, bu faktörlerin kullanıldığı risk değerlendirmesinin yüksek riskli kişilerin bazılarını saptayamadığını söylüyor. Kimisi de aksi görüşte, bu tür bir risk hesaplamasına dayanarak, ömür boyu sürecek tedaviye başlanamayacağını düşünüyor. Bu verilere dayanılarak yapılan risk öngörümlerinin 5-10 yıllık olmasının, özellikle genç ve orta yaşlılar için yerterli olmadığı eleştirisine birçok hekim katılıyor. Örneğin, 45 yaşında, görünürde hiçbir hastalığı olmayan ama kan basıncı ve kolesterolü normal sınırların üstünde olan bir erkeğin 10 yıl içinde kalp krizi geçirme veya ölme riski, Framingham hesap cetveline göre yüzde 3'ten az. Lakin, bu çağda 45 yaşında bir kişinin 55 yaşına kadar değil, 85'ine kadar sağlıklı kalıp kalamayacağını düşünmemiz gerekir. Geçen ay ünlü New England Journal of Medicine dergisinde yayımlanan bir araştırma bu soruna ışık tutuyor.

Risk faktörlerinin de dereceleri var

ABD'de 4 üniversiteden bilim adamları, Ulusal Sağlık Enstitüsü'nün (NIH) sağladığı kaynakları kullanarak 50 yıldan uzun bir süre içinde yapılmış 18 araştırmanın verilerini bir araya getirip inceledi. Toplam 250 binden fazla insan, en az bir kere muayene edilip kan tahlilinden geçirilerek yıllarca izlendi. 18 bilimsel çalışmanın toplu değerlendirilmesi, hafif anormalliklerin bile uzun dönemde başımıza iş açabileceğini gösterdi.
Araştırmacılar, kalp krizi riskini artıran özellikleri, ya var ya yok diye iki kutup gibi değerlendirmektense derecelendirmeyi tercih etti. Kan basıncı veya kolesterol düzeyi ideal sınırların biraz üstünde olanları "ideal değil" grubuna, tansiyon ve kolesterol değerleri yüksek olsa da risk faktörü düzeyine erişmemişse "yüksek" grubuna koydular. Kan basıncı veya kolesterol iyice yüksekse ya da zaten ilaçla tedaviye başlanmışsa bu kişiler "risk faktörü" olanlar grubunda toplandı. Şeker hastalığı ve sigara içenler için böyle bir ayırım yapılmadı. Sigara içen az da içse, şeker hastalığında olduğu gibi, risk faktörü olduğu kabul edildi.

Tansiyon ve kolesteroldeki artışa dikkat!


Yukarıdaki sınıflamaya göre 5 gruba ayrılan 250 bini aşkın kişiye ait verileri değerlendiren uzmanlar çarpıcı sonuçlara ulaştılar. Bırakın risk faktörü olmasını, hafifçe yükselmiş tansiyon veya ideal sınırlar içinde olmayan kolesterol düzeyinin bile hayat boyu kalp hastalığı riskini arttırdığını gördüler.

Örneğin, 45 yaşında sağlıklı bir erkeği ele alalım. Tansiyonu, kolesterolü ideal sınırlardaysa, şeker ve sigara yoksa, 80 yaşına kadar kalp krizi geçirme riski çok düşük, yüzde 2 bile değil.

Buna karşılık tansiyonu veya kolesterolü ideal sınırların üstündeyse ömür boyu risk 15 kat artıyor, yüzde 30'a yaklaşıyor. Hele, durum biraz daha ciddiyse, örneğin 2 veya daha fazla risk faktörü varsa kalp krizi geçirme ya da kalpten ölme ihtimali yüzde 40'ın üstüne çıkıyor.
Bu araştırmanın sonuçları, risk faktörlerinde hafife alınması kolay olan küçük artışların bile yıllar sonra ciddi sonuçlar doğurabileceğini kanıtlıyor. Elde edilen veriler çarpıcı olmasına çarpıcı, ama şaşırtıcı değil. Çünkü, daha önceleri çocuklarda ve gençlerde yapılan uzun takipli çalışmalar benzer sonuçlar doğurmuştu.

Örneğin, ABD'nin Chicago şehrinde ortalama yaşın 30 olduğu 11 bin erkek muayene edilip 20 yıl boyunca izlendi. Genç yaşta, hafif de olsa tansiyon veya kolesterol yüksekliği olanların ya da sigara içenlerin kalp krizi ve kalpten ölüm risklerinin, risk faktörleri olmayanlara göre çok daha yüksek olduğu saptandı.

Çocuklarda da durum farklı değildi. 30 yıl önce yapılan geniş çaplı bir bilimsel çalışma bu konuda çok aydınlatıcı bilgiler verdi. Kaza nedeniyle hayatını kaybetmiş çocuklarda yapılan otopsi çalışmaları, risk faktörlerinin körpe damarları olumsuz etkilemeye çok erken yaşlarda başladığını gösterdi. Bu kanıtlar, bazı uzmanların dile getirdiği "Kalp krizi gibi komplikasyonları ileri yaşlarda ortaya çıksa da,  kalp damar hastalıkları gerçekte bir çocuk hastalığıdır" görüşüne hak verdirtiyor.

Erken başlıyor, sinsice ilerliyor


Elde olan verilerin tümüne bakınca, on yıllar içinde sinsi sinsi ilerleyen bir hastalıkla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. 55 yaşında bir insan kalp krizi geçirdiğinde, nedenini geçirilen büyük bir üzüntüde ya da bir gün önce yapılan ağır bir işin yorgunluğunda veya işteki yoğun stresde aramamız lazım.

Bu olaylar krizin tetiğini çekse de, yukarıda sözünü ettiğim araştırma asıl nedenin çok daha eskilere dayandığını gösteriyor.
Kanıtlar, kalbimizi hedef alan tahrip gücü yüksek silahın 20, 30, 40 hatta 50 yılda hazırlandığını ortaya koyuyor. Uzun yıllar içinde gelişen hiçbir sorunu kolayca çözmek nasıl mümkün değilse, kalp damar hastalığının yaptığı yıkımı ortadan kaldırmanın da kolay ve çabuk etkili olan bir yolu yok. Çok yönlü ve çok erken toplumsal müdahalelere ihtiyacımız var.

Sadece kişisel önlemlerle, doktor tavsiyeleriyle ya da ilaçlarla çözülebilecek bir sorun değil. Bu saydıklarım, kalp damar hastalıklarıyla mücadelede tabii ki çok önemli ama yeterli değil. Çünkü çoğu zaman hastalığın oluşmaması için değil, oluşan hastalığın daha da ilerlememesi için kullanılıyorlar.

Ne yapmalı?


Kalp damar hastalıklarından korunmak için ana hedefimiz damar sertliğinin ilerlemesini veya kalp krizine yol açmasını önlemek olmamalıdır. Büyük hedef, damar sertliğinin oluşmasını önlemek olmalıdır. Bu da damar sertliği eğilimini artıran yaşam tarzımızı ve hastalığın oluşumunu kolaylaştırıcı ortamı kökten değiştirmemizi gerektiriyor. Öyle ki yeni doğan bebek, hatta anne karnında büyüyen yavru bile sağlıklı ortamdan payını alıp ileride damar sertliğiyle hiç tanışmasın. (Milliyet)