Sokrates: Peki, şeklin boyu üç ayak, eni de üç ayak olursa, şekil üç kere üç ayak olmaz mı?
Köle: Evet.
Sokrates: Üç kere üç ayak ne eder?
Köle: Dokuz.
Sokrates: Ama birinci şeklin iki misli olması için kaç ayak lâzımdı?
Köle: Sekiz.
Sokrates: Öyleyse bize sekizlik şekli verecek olan, üç ayaklık kenar değil.
Köle: Tabii değil.
Sokrates: O halde hangisi? Bunu doğru olarak söylemeğe çalış. Hesap etmek istemiyorsan, bize sadece göster.
Köle: Zeus hakkı için bilmiyorum, Sokrates.
Sokrates: Anımsama yolunda onun şimdiden ne kadar ilerlediğini görüyorsun, değil mi, Menon. Düşün bir kere, sekiz ayaklık kare kenarının ne olduğunu bilmeden, bunu şimdi de bilmiyor ya, bildiğini sanıyor, hiçbir güçlüğün farkında olmadan, bilen adamların güveniyle cevap veriyordu. O şimdi çıkmaza girdiğinin farkında... Bilmiyor ama, bildiğini de sanmıyor!..
Menon: Hakkın var.
Sokrates: Bilmediği şey karşısında şimdiki durumu daha iyi değil mi?
Menon: Evet, bence de öyle...

(Plato'nun 'Menon Diyalogları'ndan)

*

Geçen hafta, balayım sırasında, Efes harabelerinde dolaşırken Bristol Üniversitesi'nde ikinci yıl lisans öğrencisi iken aldığım felsefe derslerimi hatırladım. Plato'dan aktarılan Sokrates Felsefesi dersi ve çalışması zorunlu idi. Antik Yunan eserlerinden okuduğum, ders ve seminerlerde incelediğim ve üzerinde çalışıp ödevler yazdığım ilk eser Plato'nun Theatetus'u idi. Sokrates'in sorgulaması her ne kadar Menon'unkinden farklı idiyse de yöntem aynı idi. Sokrates karşısındakine masum ve önemsiz gibi görünen sorular sorar. Daha sonra karşısındakinin oldukça saf düşüncelerini ve varsayımlarını bir dizi soru ile ayıklamaya ve parçalamaya başlar. Her soru, konunun biraz daha, biraz daha derinine inerken karşısındaki (ya da dinleyeni veya okuyucusu) konuyu giderek daha iyi kavramaktadır.
Beni gerçekten en çok etkileyen Sokrates'in yöntemi idi. Profesörlerimiz bize, Thaetetus'u okumamızı, Plato'nun her yazdığının doğru olduğuna inandıkları için değil, Sokrates'in diyaloglarının her birimize daha iyi birer filozof olabilmenin yolunu öğreteceği için istiyorlardı.  Bunun yolu da sorgulayıcı bir akıl, kendi kendimize soracağımız sorular ve tüm varsayımlarımızın irdelenmesinden geçmekteydi.

+++
San Jose, California'daki Yazılım Mühendisliği Yüksek Lisans eğitimim sırasında, CISCO Sytems'den yeni ayrılmış (belki de işten çıkarılmış) Çinli - Amerikalı bir profesörün kılavuzluğunda çalışmaktan kendimi çok şanslı sayıyorum.
++++
Deneyimli bir hoca olmadığı apaçıktı, fakat 'bilgisayar networkleri' dersini verirken belirgin bir şekilde Sokrates yöntemini kullanıyordu. Nadiren ders anlatır, yerine, ders öncesi kitaptan bir bölümü okumamızı ister ve bu konuda sorular sorarak neyi anlayıp neyi anlayamadığımızı saptamaya çalıştırdı. Eğer çoğunluğun bir konuyu kavrayamadığını sezerse, daha fazla sorulara geçmeden, bir izah ve açıklamaya yönelirdi. Tabii ki böyle bir yöntem sonucu konuyu daha iyi kavrayabilmek için bizler de kendimize sürekli sorular sorardık. Bu derste, tamamen konferans ya da ders anlatma biçimindeki derslerden çok daha fazla ve daha hızlı öğrendiğimi fark ettim.
++++
Aynı gün, o muhteşem mozaikleri ve Efes'in etkileyici ama cayır cayır yanan harabelerinden ayrıldıktan sonra 'rapor-tez yazma servisleri' hatta 'değirmenleri' konusunda bir makale okurken iç çektim. YouTube'da her gün binler hatta milyonlarca genç tarafından izlenen YouTube 'etkileyiciler'i, rapor-tez hizmetleri sunan ve satan Ukraynalı bir şirketten para alıyordu. Makale aynı zamanda hükümetlerin bu şirketleri yasaklama yolunda adımlar atmakta olduğunu açıklıyordu.
+++
Birçok nedenle iç çekiyordum. Birincisi ve belki de en önemlisi, öğrencilerin bir ödev ya da tez hazırlama fırsatını kullanıp bu deneyimden öğrenmek yerine, paralı bir servisi kullanmayı seçmeleri idi. Lisans ve yüksek lisans eğitimim sırasında bir kaç düzine benzer rapor-tez vs yazmış bir kişi olarak, durumlarını anlamıyor değilim. Özellikle son derece sıradan bir konuda ya da sadece profesörün bir konudaki görüşlerinin kendisine öğrenci tarafından tekrarlamasını beklediği durumlarda, öğrencilerin durumunu anlamamak mümkün değil. Ancak, yine anladığım kadarı ile bu, hizmet diyemeyeceğim, servis şirketlerinin ana hedef pazarı, vakitten tasarruf etmek isteyen paralı zengin çocukları.
+++
İkinci konu da hükümetlerin bunları yasaklamaya kalkışması. Bu rapor değirmenleri on yıllardır var. Hatta daha YouTube, hatta hatta internet bile yokken vardı. Yemek masalarında, İstanbul'da zengin bir üniversite öğrencisinin rapor ya da tezini yazmak için başkasına para ödediğinin anlatıldığına kulak misafiri olmuşluğum var.
Şimdiki Boğaziçi, eski adıyla Robert Kolej'in çok sevilen ve adını vermeyeceğim profesörünün ağzından dinleyelim:
ABD'nin en iyi üniversitelerinde okuyor, çok çalışıyorduk. Ama paramız yoktu. Sonra bu piyasayı öğrendik. Doktora öğrencileri olarak, ABD'nin herhangi bir üniversitesindeki lisans öğrencisine sipariş rapor-tez yazmak bizim için çocuk oyuncağı idi. Bir gecede 2-3 tane yazabiliyorduk. Anlaşmaya göre benzer tezleri 500 dolara da yazdık, 5000 dolara da. En ilginci yazdığım bir tezi 3 ayrı öğrenci ufak değişikliklerle 3 ayrı üniversitede kullanabilmişti. Birinden A aldım, ikisinden ise C. Hala gülüyorum ve o tezi saklıyorum.

+++
California'da yüksek lisans öğrencisi olarak yapılan her ödev online bir web uygulamasına yükleniliyordu. Bu uygulama internetteki, İngilizce konuşulan ülkelerden sunulmuş milyonlarca ödev, rapor, kağıt, tez, çalışma, bilimsel makale, kitap hatta kişisel çalışmalarla benzerlikleri inceliyordu.
Neden bu sorunun çözümü için bu tür uygulamalar kullanılmıyor? Birinci sebebi yüksek maliyeti. İkincisi ise YouTube'daki etkileyicilerin reklamına araç oldukları bu şirketlerin hizmetleri için 'çalıntı' olmadığı iddia ve 'garanti'si vermesi. Bu iddiayı mümkün buluyorum. Çünkü 'müşteri'lerine hazırlayacakları bu 'kağıt'lar için akademik bilgi, yetenek ve deneyimleri olan gerçek kişileri kullanıyorlar. Ayrıca bu şirketler de, 'müşteri'ye teslimden önce, çalışmayı üniversitelerin kullandıkları aynı bilgisayar uygulamalarını kullanarak test edip, çalıntı görünme riskini yok etmeleri. İşlerini o kadar iyi yapıyorlar ki sürekli eski müşteriler ve yepyeni müşteriler gelsin.
Üçüncü ve daha büyük hayal kırıklığım eğitim süreci üzerine. Sınav koşullarında yapılmadan, hiçbir zaman bir ödev ya da çalışmanın kişinin yüzde yüz kendi eseri olup olmadığından emin olamayız. Bu da başka sorunlar ortaya çıkarır. Özellikle lisans seviyesinde bir öğrencinin akademik çalışması bir öğrencinin gerçekten anlama-kavrama düzeyini nasıl ölçebilir ki?
Dostum ve 'mentor'um Profesör Haluk Özemek bana Arkansas Üniversitesi'nde yüksek lisans çalışmaları sırasında ve sınavlarla boğuşurken yaşadıklarını anlatmıştı. Profesörlerinden biri bir sorun olduğuna karar vermiş ve onu odasına çağırmıştı. Genç öğrenciye üzerinde yakınlarda bir sınav geçirdiği konu ile ilgili çeşitli sorular sormuş ve cevaplandırmasını istemişti. Profesör fark etmişti ki öğrenci konuya oldukça hâkim olmakla birlikte, yazılı İngilizce bilgisinin yetersizliği onu geride bırakmaktaydı. O günden sonra öğrenci Haluk'a sınavlar sözlü olarak verilmişti.
Sizi şu düşünce ile baş başa bırakıyorum: Bu kağıt değirmenleri ile çarpışmak için büyük paralar harcanacağına ve çalıntı önleme araçları kullanmak yerine acaba sözlü sınav sistemi ve üniversite sınıflarında Sokrates yöntemi kullanılamaz mı?
++++
.. diye bitirmiştim ki,  kopyasını göndermiş olduğum yazımı okuyan babam hemen itiraz tweeti gönderdi:
OLMAAAAZZ!!!
Sokrates'e EVET... Sözlü sisteme HAYIR!
Herkesin ahlaka önem verdiği günlerde sözlü sınav sistemi başarılıydı. Ancak tüm ahlaksızlık artık bunu kaldırdı götürdü. Sözlü her sistem, bizim gibi sistemleri yozlaşmış ülkelerde, Masonik el sıkışması gibi, bir tanıma yöntemi olarak kullanılır. Bu sistemle kimin kim olduğunu tanır, istediklerinize istediğiniz notu, görevi, mevkii verir, mezun eder istemediklerinizi ise elleri böğürlerinde bırakırsınız. Bakanlıklara, resmi dairelere, üniversitelere, araştırma kurumlarına, hatta çöpçülüğe bile YANDAŞ'ınızı alırsınız.
++++
'Olmaaaz' da haklı galiba. Demek ki ben de Sokrates'in yöntemi ile bu soruları kendime sormalı ve hem eğitim sistemini, hem de ahlaki yozlaşma sürecini bilmediğimi fark edip, başka çözümler aramalıymışım.