Son günlerde İzmir CHP saflarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle beş siyasetçi hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu.

Tabii karar verecek olan mahkemeler.
Ama her iki tarafa yakın iletişim organları hemen faaliyete geçti.
Kimisi hakaret ve küfürler karşısında yapılanları ‘Cadı avı’ diye nitelerken kimisi de  “Sosyal medya; hakaret, küfür ve tehdit yeri değildir” diye haklı bir eleştiriyle yola çıktı.

Aslında sorun demokratik özgürlükler konusundan ne anladığımızda düğümleniyor.
Geçen haftaki yazımda İstanbul’daki Fazilet durağı olayı ile ilgili düşüncelerimi ve olay sonrası yetkililerin söylediklerini yazmıştım.
Cumhuriyet Savcılığının araştırmaları sonrası gerçekler ortaya çıkınca; bir müddet sessizlik sonrası İstanbul Belediyesi yetkilileri ‘hata yaptık’ diye açıklama yapmaya başladılar.

Oysa yapılanın hata olduğunu, doğru bir şey olmadığını görmek en fazla iki günü alırdı.
Yaklaşık iki ay, onca iftira sonrası, kulak üzerine yatmaya gerek yoktu.
"Gerçek ayakkabılarını giymeden yalan dünyayı üç kez dolaşır." dediği gibi ünlü yazar Mark Twain’in.
Tabii amaç bu değilse.

Yapılan, söylenen hata ve yalanı herkes anında gerçekmiş gibi duydu ama gerçeği; yalan haberi duyanların yarısı duymadığı gibi, duyanların yarısı da kulağı üzerine yattı, umursamadı.

Kimsenin yüzü kızarmadı. Ne yetkili ağızların ne de o yalanları köpürterek ekranlarda savunanların.
Kaldı ki, basit düşünmeye veya düşünmeden kabule o kadar alışmışız ki, aldatmak isteyen kişinin aldanacak kişiler bulması hiç sorun olmuyor.
Tabii yalanlar, iftiralar sadece bir yerden çıkmıyor.
Oldukça uzun zamandır özellikle Cumhurbaşkanı’nı hedef alan hakaret hatta küfürler sosyal medyada bolca yer aldı.
Bu kötü sözlerin bazıları sosyal medyada açılan sahte hesaplar üzerinden bazıları sahip oldukları siyasal konumlarını kullanan siyasilerden bir kısmı ise siyasette belli bir yer edinebilmek amacıyla kendini göstermek isteyenlerin hesaplarından yapılıyordu.
İşin ilginç olan kısmı ise bu yalan yanlış, hakaret veya küfür dolu eylem veya sözleri birçok kişinin de beğenileriyle destekliyor olması; yazılanın doğru yanlış veya en basit ahlak kurallarını ayaklar altına alındığına bakmadan.
Bu konuda en çok merak ettiğim ise benzer hakaret veya küfürler bu yazılanları beğenen kişilere yapılsa nasıl tepki verecekleri!
Genel olarak siyasetçilerin tavır ve söylemlerinden yola çıkarak yapılan bu saldırılar, aklımıza siyasal ahlak, siyasal etik kurallarını getiriyor.
Siyasal ahlak: Siyasi yapıların, rol, düşünce ve eylemlerinin; toplumsal yaşamın uyumlu, verimli sürmesini sağlayacağı düşünülen normları olduğu söylenir.

Kısaca yöneten ve yönetilenlerin uyması gereken kurallar, ilkeler, yöntemler denebilir.
Geçmişte de siyasiler arasında ağız dalaşı olur, vatandaşlar bu ince eleştirilere hem güler hem de siyasi anlayışlarına katkıda bulunurlardı.
Oysa günümüzde siyasi espriler yerini yalan yanlış haber, hakaret ve küfürlere bıraktı dolayısıyla taraflar arasında kutuplaşma da çok keskin bir hale geldi.

Bunun en büyük nedeni ise siyasal yaşamımızda ahlak kavramının uzun yıllar devre dışı kalması bence.
Siyaset hep tek boyutlu, tek odaklı olarak ele alındı. Kendinden olmayan hep ötekileştirildi, ‘siyaset anlamaz’ diye aşağılandı.
Oysa bugün ülkemizde siyaset çok geniş bir alana yayıldı. Geniş kitlelerin siyasete girmesi bazı kesimlerde hazımsızlık yarattı. Bu hazımsızlık da kendini sosyal medya üzerinden göstermeye başladı. Yalan yanlış haber ve iftiralar bir anda çığ gibi yayıldı.
Peki bu yalan ve iftira pandemisini engellemek için sosyal medyayı kısıtlamak mı gerek?
Bence hayır.

İftiraya uğrayan kişiler kendilerinden emin, yalanların da ömrü gün ışıyıncaya dek süreceğine göre.
Birileri kızarmayan yüzleri ile iftiralarına devam edebilirler.
Millet doğru ve yanlışı nasıl kavradığını zamanı geldiğinde zaten gösterecektir.