Sevgili okuyucularım, geçen hafta kaldığım yerde devam ediyorum.
Gazi, nutukta, kurtuluş gerçeğine uygun sırada kronojik bir akışla anlatıyordu. Buna göre önce birinci dünya savaşına son veren Mondros Ateşkes Anlaşması'nın hangi koşullarda ve nasıl imzalandığını, buna nasıl karşı çıktığını, sarayın ve İstanbul hükümetlerinin içine düştükleri aciz durumu, ardından gelen işgalleri, işgalcileri, işbirlikçileri, azınlıkların hain faaliyetlerini sayıp döküyordu. Direniş, örgütlenmeler karşısında Yunan ordusunun Ege'ye çıkarılmasını, işgali göğüslemek adına Kuvva-yı Milliye'nin kuruluşunu, daha sonra İnönü Savaşları'nı, Sakarya'yı anlattı. Büyük Taarruz'a gelince kürsüdeki duruşu bile değişmişti. Lozan'ı anlatırken ise kürsüye sığmıyordu, ardından barış dönemi, ardından cumhuriyet, ardından devrimler. Mutluydu.

***

Nutuk'u yazarken de, okurken de en çok zorlandığı bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissettiği bölümdü.
Lozan günleriydi, İsmet Paşa ve Türk heyeti 17 Kasım 1922 günü Lozan'a hareket etmişti.
İlahi adalet, aynı gün Sultan Vahdettin İngilizlere sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta'ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu. Lozan'da müzakereler sürüyor, kıyamet kopuyordu.
Bir gün vekiller heyeti reisi (Başbakan) Rauf Bey, Gazi'yi Refet (Bele) Paşa'nın Etlik'teki bağ evine akşam yemeğine davet ederek; Ali Fuat Cebesoy Paşa'nın da (Salacaklı Fuat) bu yemekte bulunması için Gazi'nin onayını aldı. Gazi, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa akşam sofrada bir araya geldiler. Yemek başlamadan Rauf Bey, Gazi'ye "Kemal, davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz, seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var" dedi. Hisleri onu yanıltmazdı, bozuntuya vermedi, buyurun konuşalım, dedi. Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı; "Kemal, bu meclis senden korkuyor." Gazi şaşırdı, "Neyimden korkuyorlarmış?" deyiverdi. Rauf Bey konuya doğrudan girdi. "Senin Cumhuriyet kuracağından korkuyorlar, dedikodular giderek yayılıyor, bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!"... Gazi donup kalmıştı. Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Rauf Bey devam etti, "Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı, en çok sen çaba gösterdin kurtardın, bizde sana yardım ettik. Şimdi vatan kurtuldu bize göre, emaneti sahibine iade etmenin zamanı geldi."
Gazi yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı. "Peki Rauf, Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?" diye sordu. Rauf Bey, "Kemal, benim babam padişahın başmabeyinliğini yaptı, boğazında padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtlağımda, ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok. Üstelik padişah bir İslam halifesi, ben de müslümanım, dini terbiyem nedeniyle padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi makamlar, senin benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil. Kaldı ki milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakiyet yönetimidir, cumhuriyet değil!!"
Gazi'nin yüz hatları gerilmişti, ev sahibi Refet Paşa'ya "Sen ne düşünüyorsun Refet?" diye sordu. "Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum paşam". Gazi masadaki Fuat Paşa'ya "Senin görüşün Fuat?" diye sordu, Fuat, "Paşam biliyorsunuz uzun süredir Moskova'dayım, duruma muttali değilim, izin verin düşüneyim." dedi, yani o bile "Kemal ben senin arkandayım " diyemedi.
Kazım Karabekir Paşa, Erzurum'da o toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu. Beşinciyse kendisiydi. Anadolu'ya çıkan 5 komutan. Devlet kurulmamıştı ama kozlar paylaşılıyordu.
"Benden ne yapmamı istiyorsunuz?" dedi. "Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!"
"Bana bir kağıt verin" dedi. Gece yarısı bağ evinde kağıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı, arkasına hırsla yazdı "Günü geldiğinde padişahla ilgili kararı en yüce icrai organ olan TBMM verecektir." Kabul ettiler.

***

O günden itibaren Gazi, yollarını bu arkadaşlarıyla ayırmak zorunda olduğunu ama bunu meclisle, komutanlarla bir tartışmaya girmeden yapması gerektiğini gördü ve öyle de yaptı. Komutanlar M. Kemal'i Meclis'e sokmamanın yolunu seçim yasasını değiştirmekte buldular. Hazırladıkları önergede: 1. Bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri Misak-i Milli sınırları içinde olsun. 2. Milletvekili adayı, adaylığını koyduğu yerde en az 5 senedir oturuyor olsun. Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmaktaydı, hem de en yakın silah arkadaşları tarafından. Bu önerge verilince kürsüye çıktı ve avaz avaz "Doğum yerim Selanik, Misak-i Milli sınırları dışında kalırken, devlet Selanik'i tek kurşun atmadan Yunan'a verirken, bu millet bilsin ki diğer bir yurt köşesi Derne'de savaşıyordum, hiçbir yerde 5 yıl oturamadım doğru, otursaydım o zaman Bingazi'de, Derne'de, Sina'da olmazdım. Ama ben oralarda olmasaydım, bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-i Milli sınırları dışında kalırdı". "Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum. Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor?" Hayır, millet onlar gibi düşünmüyordu, çuvallar dolusu telgrafla olayı protesto ettiler. Önerge geri çekildi ve Gazi Ankara'nın Bala ilçesinden milletvekili seçilerek Meclis'e girdi, Cumhuriyeti de kurdu.

***

"Sayın Baylar, sizi günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım." M.K. Atatürk